|

Yeni dönemde meydanlardan eğitim kurumlarına geçtik

Her dönemin mücadele ruhunun farklı olduğunu söyleyen Prof. Ahmet Ağırakça, “80-90'lı yıllarda eğitimle sınırlı ilgilenebiliyorduk. Bugün insanların eğitim ve kültürel seviyelerinin, bilgi seviyelerinin yükseltilmesi, dil öğrenmeleri üzerinde duruyoruz. Ben bu işin meydanlarda değil eğitim kurumlarında olacağını düşünüyorum”diyor.

Emeti Saruhan
00:00 - 19/02/2012 Pazar
Güncelleme: 02:34 - 19/02/2012 Pazar
Yeni Şafak
Yeni dönemde meydanlardan eğitim kurumlarına geçti
Yeni dönemde meydanlardan eğitim kurumlarına geçti
28 Şubat döneminde başörtüsü yasaklarına karşı çıktığı için öğretim üyesi olduğu İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü'nden atılan Prof. Ahmet Ağırakça, bu dönemde mücadeleyi bırakmadı. Açtığı davalar sonunda 10 yıl sonra üniversiteye geri dönen Ağırakça, bu arada eğitime eğildi. Merkezi Hollanda'da bulunan Avrupa İslam Üniversitesi'ni kurdu ve Arapça, İngilizce ve İslam ilimler eğitimleri vermeye başladı. Ağırakça, 28 Şubat döneminde yaşadıklarını, dünden bugüne içinde bulunduğu İslami çevrenin geçirdiği değişim, dönüşümü ve Arap ülkelerinin baharını anlattı.

Türkiye'de 70 sonrası İslamlaşma sürecinin kendi içimizden gelişen bir İslamlaşma değil de tercüme ve taklit olduğu gibi yönünde bir eleştiri var. Katılıyor musunuz?

Bu İslami hareketlerin milli kökü diye bir şey olmaz. İslam ümmet dinidir. Osmanlı devleti büyük bir 'hinterland'dı. Mısır bu sınırların içindeydi. Mısır alimlerine, Mısır alimi denmezdi Osmanlı mütefekkiri denirdi. Mısır 50 yıl önce elimizden çıktı diye bunları köklerimizden mi attık? Ben bir ümmet adına bunların konuşulmaması gerektiğini düşünüyorum.

DÜNYACA ÜNLÜ ALİMLER ÇIKARDIK

Peki bizden neden dünyaca bilinen, tanınan alimler çıkmadı?

Bizden de çıktı ama her dönemin kendine göre üslupları vardır. Bizde ilk İslamlaşma hareketlerini Said Nursi ortaya koymuştur. Süleyman Hilmi Tunahan'ın Kur'an kurslarında Kur'an öğretmesi İslami hareketin bir parçasıdır. Milli Nizam hareketi çok önemli bir İslami harekettir. Mehmet Akif, Necip Fazıl birer mütefekkirdir. Ancak onların yanı sıra Seyyid Kutup ve Mevdudi de okunmuştur.

Onlara ihtiyaç duyulma sebebi?

Bunların o yıllarda okunma sebebi o günkü esen laik ve Kemalist havanın karşısında durabilecek güçte fikirlerin Seyyid Kutup ve Mevdudi'den gelmesiydi. Bundan dolayı onların eserleri Necip Fazıl'ın, Nurettin Topçu'nun, Said Nursi'nin eserlerine eklendi. Türkiye'deki müelliflerin verdiği bir istikamet vardı. Seyyid Kutup ve Mevdudi'nin verdiği istikamet farklıydı. İslami devlete ve İslami yönetime giden yolu gösterdiler ve bu da çok tasvip gördü. Bunun önünü kesmek için birçok manevralar düzenlendi fakat kesilemedi. Bu kitapları okuyanlar milliyetçi bir damardan daha çok ümmet damarını yakalamaya çalışıyorlardı.

Bu eserlerin hareketin radikalleşmesine yol açtığı düşünülüyor muydu?

Bu İslamiyet dışındaki birilerinin Müslümanlara taktığı bir kelime. Seyyid Kutup da Mevdudi de Kur'an ve sünnete dönüşü öneriyordu. Bundan dolayı fundamentalist dediler. Elbette asıl olan Kur'an ve sünnettir. Kötü bir şey değildir. Türkiye'de radikal sağcılar, radikal solcular radikal Müslümanlar vardı. Radikal sağcılar Turancıydı. Radikal İslamcılar doğrudan doğruya İslam'a talipti. Radikal solcular da Marksist'ti. Sonra döndü dolaştı bu isim sadece Müslümanlar üzerinde bırakıldı. Radikal İslamcıların dediği neydi? İslam Kur'an ve sünnete dayanmaktadır. Kur'an ve sünnet söylemleriyle hareket etmeliyiz. Biz Allah'ın kitabı ve Peygamberin sünnetindekileri öne çıkarmalıyız.

İSRAİL BİLE MECELLE'Yİ UYGULUYOR

Bu çevrelerin değişim ve dönüşümü nasıl oldu?

Bir zamanlar radikal dediğimiz kesimler çok net ve açık olarak Kemalizm'e ve laikliğe tavır takınıyorlardı. Talip oldukları husus Kuran'a ve sünnete dayalı bir yönetimin olmasıydı. Nedir bu? Mecelle hukuk mecmuasının uygulanmasıydı. Bugün Mecelle'nin bir çok bölümü, şahsi hukuk, eşya hukuku, İsrail'de hala geçerlidir. Devleti bununla yönetmektedir. Bu ne kadar suç olabilirdi? O zaman böyle bir söylem vardı ve bu söylem çok radikal gözüküyordu ama ben hiçbir Müslümanın ağzından ben radikalim diye duymadım. Biz Kur'an ve sünnete bağlıyız diyorduk. Biz bir zamanlar bu söylemleri yürütürken belli ölçüde eğitimle ilgilenebiliyorduk. 2002 yılından beri Recep Tayyip Erdoğan'ın iktidara gelmesiyle, bizden biri, bize yakın düşünen birinin iktidara gelmesiyle, hükümeti cepheye alıp vurabilecek durumdan çıktık. Kahrolsun laik dikta diyecek durumumuz kalmadı. Bu nedenle eğitime döndük. 80'li 90'lı yıllarda olduğu gibi laik diktatörlükle uğraşmıyoruz, eğitimle uğraşıyoruz. İnsanların eğitimi kültürel seviyelerinin bilgi seviyelerinin yükseltilmeleri, dil öğrenmeleri üzerinde duruyoruz.

ŞİMDİ JEEPLERİMİZ VAR

İktidarla birlikte aşınma oluştu mu?

Tabi ki oldu. Biraz liberalleştik. Biz zamanlar biz Kurtuluş Savaşı'nda askerlerimizin, Kuvva-i Milliye'nin, Çanakkale Savaşı'nda savaşanların çektiği sıkıntıları anlatarak sofralara otururduk. Şimdi Türkiye'nin müreffeh bir seviyeye gelmesinden de olacak, insanlar birazcık rahatlarını tercih etmeye başladılar. Bir zamanlar otobüse binecek kadar para bulabilen arkadaşlarımızın hem kendilerinin hem eşlerinin altında jeepler var. Tesettürde büyük bir aşınma oldu. İslami söylemlerde aşınma oldu. Ben değişmedim ama biraz da yaşlandığımdan, bu işin meydanlarda değil eğitim kurumlarında olacağını düşünüyorum ve o alanda çabalıyorum. Arapça ve İngilizce öğretiyoruz. İslami ilimler okutuyoruz.

Mardinlisiniz. Türkiye'nin İslami kimliğinin altında Doğu ve Güneydoğu'daki İslami kimliğin ne kadar etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?

O bölgedeki medreselerin çok etkili olduğunu düşünmüyorum. Hatta gençlik Seyyid Kutup ve Mevdudi'yi okumaya başladıktan sonra medreseler uyandı. Edirne'de, Cizre'de, Şırnak'ta hatta Gelibolu'da çingeneler arasında Seyyid Kutup okuyanlar vardı. Medreselerin çok fazla rolü olmamıştır ama medreseler farklı bir kimliği oluşmasında rol oynamıştır.

KÜRTLER PKK'YI DESTEKLEMİYOR

Dindar Kürtler PKK hakkında ne düşünüyorlar?

Hatay, Kilis, Mardin, Urfa, Siirt çizgisindeki Araplar zaten destek vermiyor PKK'ya. Kürtlerin de yüzde 20'si BDP'ye destek veriyor. Yüzde 80'i destek vermemektedir.

Yüksek sesle dile getirilmiş bir şey de yok sanki?

Söylenmedi ama tavırlarıyla duruşlarıyla PKK'ya karşı olduklarını göstermişlerdir. Kürtlerin yüzde 80'i AK Parti'yi veya diğer partileri destekler. Hiçbir zaman Kürt halkı tamamen ne PKK, ne de PKK'yı destekleyen oluşumlara destek vermemiştir. Kürt halkının dindarlığını, duyarlılığını kimse inkar edemez. Kürt gençleri içinde mükemmel bir İslamileşme oluşuyordu. Birileri bu İslamileşmenin önünü kesti. 28 Şubat'ın hazırlanma süreciydi bu. Derin devlet gençlerin İslamileşmesindense PKK'lı olmalarını tercih etmiştir. Maalesef öyle de olmuştur. Eğer kendi gidişatına bırakılsaydı oradaki Kürt gençlerin yüzde doksan dokuzu İslamileşmişti. PKK'yı destekleyen kimse olmazdı. Ama derin devlet PKK'nın desteklenmesi için çanak tuttu. Bunu yapanların hepsi Silivri'de yatıyor şu anda zaten.


Arap Baharını devrim olarak nitelendiriyor musunuz?

Tarihte devrim diye nitelendirilen olaylara baktığımızda büyük devrimdirler. Tunus'ta Libya'da olanlara baktığımızda, özellikle Mısır'da olanlara, bu bir halk ayaklanmasıdır.

Dış güçlerin etkisi var mıydı olaylarda?

Bu olaylar başladıktan sonra dış güçler müdahale etmiştir ama uzağa gitmeye gerek yok. Mısır'da olaylar başladığı gün Merkel, Sarkozy ve Cameron'ın demeçleri vardı. “Hüsnü Mübarek sakın bunlara taviz verme” dediler. Çünkü devrim olursa Müslümanların başa geleceğini biliyorlardı. Baktılar Mübarek gidiyor bu sefer de devrimcileri desteklemeye çalıştılar. İstedikleri kadar desteklesinler orada ortaya çıkan manzara bellidir. Hür seçimlerden, özgür halk iradesinden ve demokratik ortamdan bahsedeceksek Mısır toplumu seçimlerini ortaya koymuştur. Başarıya doğru gitmektedir. Bugün Mısır meclisinin başında bulunan Muhammed Keteyte benim dostumdur. Yakından tanırım. Son derece samimi, yüzde yüz yerli, yabancı unsurlara prim vermeyecek biri. Cumhurbaşkanı adayları son derece mükemmel insanlar.

Suriye'de neler olacak sizce?

Suriye de iyiye doğru gidecek. İran ve İsrail bütün gücüyle Suriye rejimini destekliyor. Rusya, Çin destekliyor. Zulüm nereye kadar desteklenir? 10 bin kişi öldürüldü, 20 bin kişi hapse atıldı. Bu 10 bin kişinin kanı üzerinde İran, İsrail, Rusya, Çin politika üreteceklerse varsın üretsinler. Ama Suriye'de de Esad rejimi tasını tarağını toplayıp gidecektir. Küfür devam eder ama zulüm devam etmez. Sonu gelmiştir.

Filistin'de zulüm devam ediyor ama...

Ona karşı direniş vardır ve direniş başarılıdır. Gazze'de mükemmel bir direniş olmuştur. Gazze her ne kadar abluka ambargo altındaysa da Müslümanların sözü geçerlidir. İsrail oradan çıkarılmıştır.

İsrail'in Mescid-i Aksa altında yaptığı kazılar devam ediyor mu?

Maalesef Mescid-i Aksa bir gün çökerse bunu garipsemeyeceğiz. O zaman Müslümanlar nasıl tavır takınır bilmiyoruz. Galiba Mescid-i Aksa çökmeden Müslümanlar yerlerinden hareket etmeyecek. Mescid-i Aksa bir binadır. Biz onu yeniden imar ederiz. Nasıl 705 yılında imar edildiyse, Kanuni döneminde restore edildiyse telafi ederiz. Önemli değil. Bu mücadele Kudüs kurtuluncaya kadar sürecektir.


Hem ilahiyat hem de tarih mezunusunuz. Sizin kuşağınızda ilahiyat yanında başka bir fakülte bitiren çok. Sebebi neydi iki bölüm birden okumanızın?

Sebebi Türkiye'deki yasaklardır. Bizim İmam Hatip'te okurken üniversite sınavına girmemiz yasaktı. 28 Şubat sürecinde imam hatiplilerin puanları kesilip katsayı nedeniyle mağdur edildiklerinde onlara “Sizin nesliniz bizden daha şanslı. Sınava alıyorlar, biraz puanınız kesiliyor. Biz hiç alınmıyorduk” diyordum. O zamanın iktidarıyla, İmam Hatip mezunlarının lise fark derslerini vermeleri halinde üniversite mezunu olabilmeleri için büyük mücadele verdik. 10 tane fark dersi verirsek hem İmam Hatip hem lise mezunu olabiliyorduk. Ben İmam Hatip'ten aldığım diplomayla ilahiyata, liseden aldığım diplomayla tarihe girdim.

Neden tarih okumayı tercih ettiniz?

4 birimde sınava giriyorduk: Fen, Sosyal, Edebiyat ve Yabancı Dil. Gelen puanlarıma göre Tıp, Hukuk, İktisat, İşletme gibi bölümlere girebiliyordum ama ben lise birinci sınıftan beri tarih bölümünde öğretim üyesi olmayı istiyordum. Hatta kayıt olmaya gittiğimde öğrenci bürosu şefi “Oğlum sen deli misin? Bu puanlarla neden buraya geldin” dedi.

Başörtüsü yasakları ile ilk ne zaman karşılaştınız?

YÖK'ün kurulduğu ilk zamanlarda yeni yardımcı doçent olmuştum. O zaman çok şiddetli bir yasak yoktu ama öğrenciler içeri alınmıyordu. Katıldığım ilk kurulda dekan gündem bitince, “Şimdi gündem dışı bir konu konuşacağız, türbanlı öğrenciler” dedi. Ben gün bugündür diye şiddetle itiraz etmek üzere hazırlandım. Dekan “Rektör Bey'in ricası var. Bunları derse alalım. Kapı önünde oturduklarında turistler bunları görüyor. Türkiye ve üniversite zor durumda kalıyor. Bunları içeri alalım gerekirse idari ceza verelim” dedi. Ben de öğrencilerin içeri alınacağını duyunca rahatladım ve bir şey söylemedim.

Turistlere ayıp oluyor diye mi başörtülü kızları okula almaya karar verdiler?!

Bunlar Allah'tan korkmuyor da turistten korkuyor. İnsan haklarına önem vermiyorlar da, yaptıkları bu insan hakkı ihlali yurt dışında görülecek de Türkiye Avrupa nazarında kötü duruma düşecek diye aman olmasın diyorlar. Ne kadar zavallı bir duygu. Üstelik düşüncelerinde, namaz kılan eşi örtülü öğretim üyelerinden çok daha cesurdular. Başörtüsü yasaklarının olduğu dönemde Edebiyat Fakültesi'nde 50-60 tane, asistandan profesöre kadar, eşi örtülü, kendisi namaz kılan öğretim elemanı vardı. Destek vermediler başörtülü kızlara. Benim için de “deli”, “çocuklarının rızkıyla oynuyor, bizim rızkımızla da oynayacak” diyorlardı. O gün üniversiteden atıldığımdan beri 2 maaşla çalışıyorum. Allah bana 11 yıldır öyle bir mükafat verdi.

28 Şubat döneminde hangi sebeple üniversiteden atıldınız?

Bana isnat edilen suç üniversiteden atılmama sebep olacak bir şey değildi. Başörtüsü mağduriyeti yaşayan kızlar ve aileleri eğitimde özgürlük için Özgürder adıyla bir dernek kurdular. Gazeteciler “Dernek hakkında ne düşünüyorsunuz” diye sordu. Ben de “Hayırlı olsun” dedim. Bunlar zabıtlarda var. Bir derneğe hayırlı olsun dediğim için atıldım. Bu olmaz ama 28 Şubat sürecinde olabiliyordu.

Siz ne yaptınız?

Dava ettim ama itiraz edemiyorsunuz. İdare mahkemeleri aleyhinize karar veriyor. Danıştay yüzünüze bakmıyor. 10 yıl beni oyaladılar. İdari mahkemeden bir dostuma sorduğumda “Senin dosyana cinler karışıyor” dedi. Sonunda lehime karar vermek zorunda kaldılar ama rektör Mesut Parlak Danıştay kararını uygulamadı. Yeni rektör Yunus Söylet geldiği zaman kararı uyguladı ve ben üniversiteye geri döndüm.

Bandana ve boğazlı kazakla okula girmek nasıl mümkün oldu?

Ben okuldan atıldıktan sonra kimse başörtüsüyle okula giremiyordu. Korkut Tuna Edebiyat Fakültesi'ne dekan oldu. Solcuydu ama vicdanlı bir hocaydı. Edebiyat Fakültesi'ndeki öğrencilerin şapka giymesine müsaade etti. Kızlar uzun müddet şapkayla içeri girdiler. Bu 2008'e kadar devam etti. 2008'de başörtüsü üzerine şapka giyerek girmeye başladılar. Ben Danıştay kararıyla geri geldiğimde öğrencilere “Birileri buraya başörtüyle girmeyi yasakladı. Ben de şapkaları yasaklıyorum. Kimse dersime şapkayla gelmesin” dedim. Ertesi gün hepsi başörtüyle geldi. Bir hafta içinde fakültedeki bütün öğrenciler şapkaları çıkardı.


28 Şubat döneminde üniversiteden atıldınız. Nasıl bir hava vardı üniversitede?

O zaman Çevik Bir'in ve adamlarının hükmü geçiyordu Türkiye'de. Devlet onların istediği gibi yönetiliyordu. Müslümanlara asla hayat hakkı tanınmıyordu. Müslümanım diyen herkes dışlanmıştı, mağdur edilmişti, hayat hakkı tanınmamıştı. Başörtüsü yasağı gelince ben yönetimle ters düştüm. İstanbul Üniversitesi'nin başında Kemal Alemdaroğlu diye bir adam vardı. O adamın zulmü, askerlerle olan işbirliği ve derin devletle ilişkilerinden dolayı gözüne ben çarptım. Çünkü ona karşı çıkan bir tek ben vardım. Başörtüsü yasağına karşı benden başka direnen olmadı. Hakkımda 3-4 soruşturma açıldı ve üniversiteden atıldım.

28 Şubat için bin yıl sürecek denmişti. Bazıları ise hala sürdüğünü iddia ediyor. Sizce?

28 Şubat'ın Kemalizm'i korumak için yapıldığı söylense de bir iktidar mücadelesiydi. Sivil iktidara fırsat vermek istenmiyordu. “Sivil iktidar istediği kadar halkın oyunu alıp gelsin. Biz ona görev yaptırmayacağız” dediler. Bir zamanlar Türkiye'de generaller ve üst düzey subaylar, bakanların, üst düzey bürokratların, müsteşarların, genel müdürlerin, daire başkanlarının, hakimlerin, savcıların kapılarını tekmeleyerek girip emirlerini söylüyor, kapıyı çarpıp çıkıyorlardı. Şimdi devran değişti.

Nasıl mümkün oldu bu?

Kanaatime göre 2002 seçimlerinden sonra 28 Şubat tökezledi. Tayyip Erdoğan'ın başbakan sıfatıyla katıldığı ilk Milli Güvenlik Kurulu'nda 28 Şubat'ın kuyruğuna basıldı. O günden itibaren karşılarında çekinen, korkan bir başbakan yoktu. Karşılarında Kasımpaşalı üslubuyla cevaplarını verecek bir başbakan vardı ki öyle gerektiriyordu. Ben o üslubu seviyorum. Tayyip Bey'in takındığı yiğitçe ve net tavırdan sonra kuyruklarını kıstılar. Karşılarında artık sivil, bütün dünya tarafından desteklenen, halktan destek gören bir hükümet olduğunu gördüler. 28 Şubat artık çok fazla yaşamaz. Geçmiş olsun. e-muhtırayla cevabı vermiştir hükümet. Bir zamanlar kendilerini destekleyen gazetecilerin de “Bundan sonra darbe olmaz” dediğini görüyoruz.



12 yıl önce