Ali Bulaç “Din-Kent ve Cemaat/Fethullah Gülen Örneği” konulu bir kitap yayınladı. Kitap aynı zamanda kent ve din sosyolojisi niteliği taşıyor. Dinin anlam ve alanını daraltan yaklaşımları eleştirirken pratik örnekler veriyor. Yaşayan ve içinde bulunduğumuz süreç ile tarihi olanı birleştiriyor, sebep sonuç ilişkisini kuruyor. Bulaç'ın yaptığı “zor alanda düşünmek” ve onaylamaktan ziyade anlama çabasını öne çıkarmaktır. Bizim de aslında dini olanı, sivil olanı, seküler olanı anlamaya ihtiyacımız var. Dini motivasyona yüksek bir hareketi ne pozitivist ve modernist okumak ne de politik okumak bize gerçeği vermiyor. “Gülen gerçeği” bunların dışında bir şey. Dıştan reddederek bakanlar ve içten hasetle bakanlar aynı yerde birleşiyor. Ali Bulaç'ın kitabı bildiğimi zannettiğim bir camiaya yeniden bakmamı sağladı. “Gerçek” ve “derinlik” her zaman bildiğimiz gibi değilmiş… Sığ kalıyoruz, öğrenecek çok şey var…
Din toplum hayatından çekilecek diyorlardı fakat 1950'lerden sonra tarihin akışının böyle gitmediği görüldü. Bu sadece bizde değil, Batı'da da sosyal hayatı, siyaseti, kitleleri etkileyen en önemli faktörün din olduğu anlaşıldı.
Batılılar için öyle oldu. Bizde ise bir yere gitmedi.
Türkiye'de sosyal bilimciler din gerçeğini kabule hazır değil. Bizim modernleşme projemizin felsefi zemini pozitivizme dayandığından dinin olumlu bir fonksiyon göreceği hesap edilmiyor.
Türkiye ile Osmanlı arasında süreklilik vardır. Osmanlı'da seyfiye, ilmiye, kalemiye merkezi kontrol ediyordu. Merkez var fakat merkeziyetçi bir yönetim yoktu, dışarıda güçlü bir sivil toplum alanı vardı. Din ile devlet arasında çatışma yoktu. Tanzimat'tan sonra merkezin aktörleri değişti ve merkeziyetçi yapı ortaya çıktı. Cumhuriyet'te ise merkez asker sivil bürokrat, yargı, üniversite, büyük sermaye, devlet sanatçılarından oluştu. Medya ve aydınlar ilmiyenin yerine ikame edildi.
Öyle olsaydı tarihsel kırılma noktalarında merkezin yanında yer almazdı. Aydın hiçbir zaman halkın değerlerini savurmadı. Devlet adına hareket edip toplumu dönüştürme misyonunu üstlendi. Fakat 1950'den sonra din ve cemaatler toplumu modernleştirici misyonla ortaya çıktı ve Türk modernleşme projesi alt üst oldu.
Cemaatlerin ortaya çıkışını sağlayan en önemli faktör Türkiye'nin demografisindeki büyük alt-üst oluşlardır. Cemaat kente ait bir olgudur. Cemaatler göçle beraber ortaya çıktı. Siyasal İslam da yine kentin ve göçün sonucu. Devlet kente gelinmesini önemsedi çünkü kitleleri modernleştirebileceğine inandı. Ama kente gelenler kentin parsellendiğini gördü ve yeni mecralar aradılar.
Evet, çok büyük fonksiyonlar gördüler. Devlet ve toplum bireyi yuttuğu için birey kendini ancak cemaatler üzerinden koruyabiliyor. Batı'nın cemaatleri de sivil toplum kuruluşlarıdır. Cemaatlerin yaşayabilirliğini sağlayan en önemli faktör ise Anadolu'nun enerjisini temsil etmeleri ve iktisadi-rasyonel yapılar olmaları. Bugünün dünyasında birey için cemaat içinde olmak rasyonel bir tutumdur. Bundan sonrası cemaatler dönemidir.
Hocaefendi cemaati Türkiye sosyolojisinin ürettiği bir yapıdır. Bunun içinde bütün etnik gruplar vardır. Buna Türk Müslümanlığı, Anadolu Müslümanlığı demek yanlıştır. Bu yapıda, Osmanlı'dan kalan kuşatıcı miras daha etkilidir. Bu cemaat, Selçuklular'ın kuruluşuna tekaddüm eden hareket konumundadır. Orta Anadolu'da o zaman büyük iktisadi hareketlilik vardır ve bunun arkasında yüksek düzeyde dinî motivasyon vardı. Hocaefendi hareketi de böyle büyük bir enerji topluyor Anadolu'dan.
Selçuklular, Osmanlılar nasıl gelişip Balkanlar'dan Ortadoğu'ya kadar yayıldıysa aynı tecrübeyi Gülen hareketi, farklı bir formda küreselleşmeye katılarak yapıyor. Küreselleşme ulus devleti de sarsıntıya uğratıyor, toplumu da çözüyor. Gülen cemaati küreselleşme içinde olduğu halde bireyi küreselleşmenin yan etkilerinden de koruyucu bir öneme sahip.
Tabii, Türkiye'yi merkez alıp bütün hinterlandı bu cazibe merkezi etrafında toplama gibi insiyaki bir şey var.
Tüm cemaatlerde bu var ama Gülen hareketi daha büyük, hızlı ve başarılı.
Hiçbir yönüyle seküler değil. Zaten bu da Türkiye'de mümkün değil. Zihinde tasarladığımız bir şeydir, dinin müdahil olmadığı bir alan. Biz Müslümanlara göre Allah'ın iradesi, kudreti dışında bir alan yok, sekülerlik mümkün değil.
Dini motivasyonu yüksek sivil bir harekettir. Cemaatler Türkiye'de üç fonksiyon görüyorlar; toplumu demokratikleştiriyor, modern sürece katıyor, sivilleştiriyor. Sosyal bilimcilerin ve laik aydınların anlamadığı bir durum bu. Türkiye 1950, 70 ve 90-94'te üç büyük göç dalgası yaşadı. Cemaatler göçmenleri kent ortamına intibak ettirdi ve onları kente ait kıldı. Cemaatler sadece mücerret faaliyetlerde bulunmadı, iktisadi faaliyet yapıp, istihdam alanları açtı. Cemaat olma ve cemaatleşme imkânları olmasaydı, Türkiye daha karmaşık ve sorunlu olurdu. Cemaat devlete karşı değil ama uzantısı da değil.
Toplumu öğretiyor, toplumsal ilişkileri yeniden üretiyor, yeni bir insan üretiyor. Gülen hareketinde sosyal Müslümanlık damarı var.
Bu ezberletilmiş bir yanlış. Cemaatler dışa açıktır, kişi özgürdür, giriş çıkış serbesttir.
Kişinin anlam dünyasına bir şey katmasıdır.
Beşeri sermayedir. Cemaat hayatında fedakârlık, başkası için var olma, hizmet, paylaşma, yardımlaşma, hatta adanmışlık temel davranış kodudur. Fukuyama'ya göre bunlar, sahip olduğu yüksek düzeydeki bilimsel birikim, teknolojik üstünlük ve zenginliğe rağmen, Batı'nın sahip olamadığı 'toplumsal sermaye'dir. Bu olmadıkça toplumsal barış ve huzurun sürmesi mümkün değildir.
Üç ayrı dönemi var; yerel, ulusal ve küresel dönemler. Erzurum'dan başlayıp Amerika'ya kadar uzanan bir çizgi.
Objeler dünyası, maddi şartlar, bölgenin, dünyanın içinden geçtiği şartlar insanı etkiler. Gülen'e göre Türkiye insanla ayağa kalkacaktır, ama önce bu insanın yetiştirilmesi gerekir, yani altın nesil gerekir. Gülen; Türkiye'nin, bölgenin ve dünyanın içinden geçtiği değişimi zamanında ve doğru okudu, ona göre tavır aldı. Cemaat kendini zamana karşı, yenileyebildi. Bu Gülen'in farkıdır. Başka cemaatler de var ama onlar soğuk savaş döneminin politik kavramlarıyla siyaset yapıyorlardı, 90'lardan sonra küreselleşme yeni bir kültür, toplumsal ilişkiler ortaya koydu. O liderler gelişmeyi okuyamadı ve kenara itildiler.
Hoca'nın diğer cemaat önderlerinden, alimlerden, akademisyenlerden farkı var; iyi bir medrese eğitimi almış, İslami ilimlere vakıf. Bu büyük avantaj. Modern dünyayı yakından takip ediyor, sosyal bilimlere vakıf. Ben hocayı ulema-aydın geleneğinin tipik bir örneği olarak görüyorum. Hocaefendi bu derinliğinin yanında aynı zamanda bir aksiyon adamı olarak da faaliyet gösterdi.
Hizmettir. Büyük ideal, mefkure var, topluma ve insanlara arz edilmiş ve insanlarca alınmış bir mefkure. Yoksa Boğaziçi mezunu çocuğu dünyanın ücra yerlerinde çalıştıramazsın.
Birey esastır, cemaat bireyi reddetmiyor. Bireyin cemaat içinde bir fonksiyonu vardır ve orada kendini gerçekleştirdiğini düşünür, mutludur. Türkiye'de sivil toplumu cemaatler kuruyor.
Hocaefendi'nin entelektüel performansı ne yazık ki onu takip edenlerde aynı parlaklıkta değil. Cemaatlerin en büyük sorunu kendine ait entelektüel yetiştirememesidir. İki sebebi var, biri lider. Lider öyle istemese de başka akıllar üzerinde ağırlığı vardır. Diğeri de çalışma tarzı. Cemaat sürekli aksiyon halinde.
Baskı yapmıyor ama ufuktur, aşılması zordur. Ben Hocaefendi'nin bu sorunun farkında olduğunu düşünüyorum. 90'lara kadar fen bilimleri merkezdeydi, sosyal bilimlere ağırlık verildi. Elbette ki entelektüel stokun artırılması lazım.
1970'lerden beri takip ediyorum, Türkiye'de buna hevesli bazı insanlar var fakat Hocaefendi buna hiçbir zaman hevesli olmadı. Bir, o geleneksel fıkha bağlı, yani paradigmaya bağlı. İki, usule bağlı. Üç, ümmetin ana gövdesine bağlı, sünnete bağlı. Ona reformist değil, müceddid diyebiliriz. Bizim tarihimizde meşru olan kavramlar, müceddit, tecdid, ihya, ıslah hareketleridir.
Çok farklı ve donanımlı bir insan olduğunu kabul etmek lazım. Anadolu'nun en ücra köşesinden geliyor ve küresel düzeyde başarılı oluyor. Bu Allah'ın bir insanda yarattığı potansiyelin ne kadar yüksek olduğunu gösteriyor. İnsan büyük başarılar elde edebilir ama bu çapta bir başarı herkese nasip olmaz.
Zor değil. Düz bir insanım diyor. Hakikaten öyle. Dili de yalın. Türkçe'yi en güzel kullanan insanlardan biridir. Sadece onu dikkatle takip etmek, okumak ve anlamaya çalışmak gerekir. İnsanlar önyargılarıyla hareket ediyorlar, dindar insanların içinde de ona karşı önyargılı davrananlar var. Akademisyenler büyük ölçüde onu kıskanıyor, “çünkü hoca vaaz verir, bu işlerle ne alakası var” diyorlar. Farklı disiplinlere mensup kaç akademisyenin uzmanlık konusuna giren meselelerde de fikir yürütüyor o, derin konuşuyor. Çünkü Hoca ilgileniyor, okuyor geleneği sürdürüyor, bütün sahalardan haberdar. Bir başka özelliği de o bu entelektüel birikimiyle aksiyonerdir, fildişi kuleye çekilmiyor.
Gülen nazari bir Müslüman değil, aynı zamanda söylediklerini hayatında yaşayan bir insan. İbadetlerinde çok dikkatli. Yanında sekiz gün kaldım bu kadar huşu ile namaz kılındığına daha önce hiç şahit olmamıştım. İnsan hayretler içinde kalıyor. Herkesin bir anlayışı olabilir, bunun meşru olması için asla ve usule, Kur'an'a ve sünnete uygun olması lazım. Gülen asla ve usule, Kur'an ve Sünnet'e uygun düşünüyor ve öylece yaşıyor.
Küreselleşmenin en önemli handikabı öznenin belirsiz olmasıdır. Cemaat diyor ki; küreselleşme dalgasına direnecek güce sahip değilim, direnirsem beni hızla tasfiye eder, en iyisi sürece dahil olayım ve sahip olduğum güç oranında küreselleşmeyi etkileyeyim.
İşadamlarıyla, kültürle, okullarla katılıyor. Tabii tıpkı Selçuklular'da olduğu gibi iktisadi bir güç. Cemaatin tabanı küçük ve orta ölçekli esnaftır. Kenya'daki okulu da, Şili'deki okulu da Anadolu esnafı finanse ediyor. Ne Türkiye'de ne de İslam dünyasında başka bir örnek yoktur böyle.
Hayır. Türkiye her alanda küresel sürece maruz kalmaktadır. Yok olmamak için bir şuurla katılmak zorundasın. Yoksa seni alır sürükler ve nesne durumuna düşersin.
Bilerek katıldığın için sen öznesin. Okullarda bütün temel bilimleri okutuyorsun, Şili'de, Kazakistan'da, Amerika'da, Almanya'da… İngilizce öğretiyorsun ama aynı zamanda Türkçe de öğretiyorsun ve kendini de oraya götürüyorsun. Verirken alıyorsun, interaktif ilişkidir bu. Küreselleşme de zaten budur. Verecek bir şeyin yoksa büyük tehdit altındasın demektir. Türkiye'nin küresel sürece en büyük cevabı bu Türk okullarıdır.
Olabilir. Küreselleşme dönüştürücü bir özelliğe sahiptir. Gerekli dikkat olmazsa dini hayatı da görsel şova dönüştürebilir. Mesele semahın içi bu süreçte büyük ölçüde boşaltıldı. Eğer küreselleşmenin içinde olduğumuz halde onu sorgulayabilirsek bu tehlikeyi yaşamaz. Bu noktada iyimserim, Hoca'nın hayatı çok düzgün, tökezleyen ona baksın.
Tavır alanlar “bana rakip” diye düşünüyor. Devletin kendisi de cemaatçi, Kemalist bir cemaat. Bütün toplumsal, idari ilişkileri merkeziyetçi bir temelde idare etmeye gayret eden bir cemaat. Ortaya çıkan sivil cemaatleri rakip olarak görmekte. İkincisi; merkez Türkiye'yi kendi bildiği çerçevede modernleştirecekti bu tutmadı. Halk devlet modernleşmesi yerine özgür modernleşmeyi tercih etti. İnsanlar kızım başörtüsü taksın ama bilgisayar mühendisi olsun istiyor. Devleti kontrol eden “çekirdek” cemaate karşı…
Bu çatışma aynı zamanda sınıfsaldır.
Bir var oluş mücadelesi. Bugün modern kent hayatında insan gibi nasıl yaşanır? Cemaatin hedefi de, İslam'ın hedefi de bu; İslam iyi insan olmanın yoludur.
Cemaat sivil kalmalı. Devleti, siyaseti etkileme hakkına sahiptir, ama devlet olmak istemez. Devleti yönetmek gibi bir ilkesi yok. Hedefi insan, sivil alanda Müslümanca nasıl yaşayabilirimin mücadelesi var. Bu demokratik, sivil, haklı ve masum bir taleptir.