Emanetçilik yapmadım. Parti içi seçime girdim. Kazanmaya uğraştım. Üç tur sonra Baykal kazandı...
Hayır, ben kendime çalışmadım, partiyi lider merkezli olmaktan kurtarmaya çalıştım… Kalmak değil, partinin yeniden ve güçlü bir şekilde Meclis'e girmesine katkıda bulunmak istiyordum. Sonra da, görevi genç arkadaşlarıma bırakacaktım.
Ben de söylediklerine cevap verdim. Baykal gerçekleri ters yüz ediyor başlığı altında yazı dizisi yayınladım.
Eski arkadaşım, rastlayınca konuşuyoruz…
Hayır. CHP genel başkanlığı hayatımın en önemli hedefi değildi. Görev düştü, elimden geleni yaptım.
İyi bir yere gideceğine kaniim…
Çünkü CHP gibi bir partiye Türkiye'de mutlaka ihtiyaç var.
İktidarda olsa daha iyi olur. İleride bunu da başaracağına inanıyorum.
CHP'nin devrini tamamladığı tezleri var ama ben buna katılmıyorum. Partiler ne kadar köklü ise hayatiyetlerini o oranda sürdürebilirler.
Buna CHP programına bakarak cevap vermek lazım. Eğer…
CHP'nin benim de eleştirdiğim yanları var, tabii, yeri geldikçe, bunları kurultaylarda, parti toplantılarında söylüyorum. Diğer partilerde de durum öyle, ülkemizde parti içi demokrasi pek fazla sevilmiyor, Meclis grubu toplantıları bile monolog halinde geçiyor. Kapalı görüşmelerde de ne olduğu belli değil. Ama ben umutlu olmak için CHP'nin programına da bakıyorum.
Bizim dönemimizde CHP Kürt sorunu konusunda diğer bütün partilerden önce çalışmalar yaptı. Örneğin, Kürtçe televizyon, Kürt dilinin öğretilmesi, genel af olanakları üzerinde çalışılması, Kürt enstitüsü gibi, yapılması gereken birçok talebi, bunların yasak olduğu sırada dile getirdik.
Sanmıyorum, CHP yönetimi de öyle olduğunu düşünmüyordur. Kürt sorunu var. Bu sorunun bütün boyutlarıyla konuşulması lazım. CHP de, bunu herkesten önce konuşmuş bir parti. Bunu partiler şimdi de hem kendi içlerinde konuşmalılar, hem de birbirleriyle sıkı bir diyaloga geçmeliler. Yani bir konsensüs sağlanmalı. Bunda da asıl görev iktidar partisinindir. Bakın parti başkanları, DTP ile yeni görüşüyorlar. Halbuki görüşmeler genel seçimlerden hemen sonra başlamalıydı. DTP, Meclis'te grubu da olan yasal bir parti… Belirli illerde önemli ölçüde oy almış, onunla konuşmamanın izah edilir tarafı yoktu. Anlaşamazsan anlaşamadığını o diyalog içinde söylersin, yeni çareler ararsın… Politika konuşma yeridir. Konuşmadan olmaz. DTP ile konuşmakta geç kalındı.
CHP Kürt sorununu iyi bilir. Kürt açılımının öncülüğünü yapmıştır. İktidar CHP ile temasta gecikti.
1999 yılında CHP genel başkanıyken Diyarbakır'da halkla birlikte çözüm toplantısı yaptık. Orada konuştuklarım andıçlandı. O andıçlar da Ergenekon dosyasına geçmiş. Sanki bölücülük yapmışım gibi… Konu Başbakan Ecevit'e intikal etmiş, o da bu bilgilere dayanarak bizi suçladı… Bunlar yanlış şeyler ama, galiba bazen de askerin bir şeyler söylemesi sanki isteniyor, zemin hazırlanıyor, soru soruluyor, dayanaksız suçlamalar yapılıyor. O durumda da asker kendini cevap verme ihtiyacı içinde hissediyor…
Zaman zaman…
Bu ilişkinin makûl olması için, her iki tarafın da üzerine düşen görevler var. MGK, asker görüşlerini kural dışına çıkmadan söylesin diye kuruldu. Orada konuşuyorlar. Diyalogla çok şey çözülebilir. Diyalog yolunu sonuna kadar denemek lazım.
Çok şükür bunu nihayet görüp ifade etti. İktidarların her zaman muhalefete ihtiyacı var…
İktidarda da, muhalefetin her söylediğini kötü görme alışkanlığı var… Türkiye'de tarihi olaylarla gelişen birtakım korkular var ve herkesin bunları gidermek için adım atması lazım. Benim milletvekilliğim dönemimde her partiden arkadaşlar diyalog grubu kurarak bu meseleleri konuşurduk. Aramızda öyle bir güven oluşmuştu ki biz birbirimizi gıyabımızda savunurduk. Bu diyalog ve güven ortamı yeniden sağlanmalı.
Medyanın düzenini değiştirmek isteyenler, galiba bugünkü iktidarın mensupları. Demokratik ülkelerdeki en normal eleştiriye bile tahammül edemedikleri anlaşılıyor. Gazetelere, televizyonlara, benim bu 59 yıl içinde benzerine hiç rastlamadığım ölçüde baskılar uygulanıyor. Ayrıca yeni bir durum ortaya çıktı. O da ilk defa oluyor, şu gazeteden şu gidecek diye yazılar yazılıyor. Hatta başka gazetelerden yazarlar, sütunlarında başka bir gazetenin patronuna akıl veriyorlar, temennilerde bulunuyorlar. Şu gitsin, bu gelsin anlamında… Bu yanlış. Ayrıca şu da unutulmamalı, gazetelere o şekilde bu şekilde uygulanacak baskılar, gazete veya televizyon sahiplerinin ve çalışanlarının da sorunu olmasının ötesinde bir demokrasi sorunudur. Ülkede herkesin olaylar hakkında bilgi edinme ve özgür yorumlar okuma hakkı vardır…
Aydın Doğan benim 30 küsur yıllık dostum. Bu 30 küsur yılın bir bölümünde de çalıştığım gazetelerin sahibidir. Gençliğinden beri iş hayatının içindedir, 1979'dan beri de basın hayatının içinde… Hem işadamı ve gazeteci olarak büyük bir tecrübe birikimi vardır, hem de sağduyusu… Eğer Doğan gurubu içindeki veya dışındaki gazetelerde onu böyle 'kendi kavgalarına alet etme'yi düşünenler varsa, bunu başarabileceklerini hiç sanmam.
Bir gün elbette kapatacağım ama, şimdilik yazılarıma devam ediyorum.
İki kez gözaltına alındım, birisinde tutuklandım. Suçsuz olduğum anlaşıldığı halde bırakmadılar. “Bırakamayız, biraz yatacaksınız, çünkü sizi yakaladığımızı ilan ettik. Biraz vakit geçsin” dediler.
Uçak kaçırdım diye tutuklandım ama uçak kaçırmadım. 1972'de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamlarına karşı imza topladık ve gidip meclise verdik. Aynı dönemde Sofya'ya bir uçak kaçırıldı. Onlar da Deniz Gezmişlerin idamını önlemeye çalışıyorlardı. İmza toplayanlar da, uçak kaçıranlar da aynı şeyi istiyor, demek ki aralarında bir irtibat var teziyle bizi de gözaltına aldılar. Tutuklandım, iki buçuk ay askeri hapishanede kaldım. Alakam olmadığı sonradan anlaşıldı.
Evet, Ama bir kısım DP'liler, Nazım'ın aftan yararlanmaması için önergeler verdi. Fakat gene DP'den bazı milletvekillerinin tasarıya koydurduğu bir hükümle ve DP milletvekillerinin çoğunun farkına varmadığı şekilde, Nazım da af kapsamına girmiş oldu. Onu 50 yaşından sonra askere alma girişimleri başlayınca, yurtdışına kaçtı.
12 Eylül'den önce bir hürriyetsizlik meselesi yoktu. 61 anayasası 70'lerde bazı olumsuz değişiklikler geçirse de demokratik yanlarıyla yürürlükteydi. 12 Eylül'den önce parti yöneticisi olduğum için 12 eylül döneminde on yıl siyaset yasağına uğratıldım. 61 anayasasına karşı 82 anayasası gibi hem antidemokratik yanları çok fazla olan hem de bir çok çelişkisi olan bir anayasa yürürlüğe girdi.
27 Mayısçılar başlangıçta kendi aralarında anlaşamadılar, bir çok yanlış yaptılar. Ama iktidarda daha fazla kalma eğilimlerini bertaraf edip idareyi -göreceli olarak- kısa zamanda demokratik bir anayasayla sivillere teslim ettiler. Tabi en büyük yanlışları, Yassı Ada duruşmaları ve onların sonucundaki herkesi çok üzen, unutulmaz acılara sebep olan cezalardı. 12 Eylülcüler 27 Mayısçıların yanlışlarını da yaptıkları gibi, hazırladıkları anayasayla, demokrasiye uymayan düzenlemelerle demokratik hayatımızı gerilettiler.