|

Arap ülkeleri çözüm istiyorlar mı şüpheliyim

Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi İlter Turan saldırı karşısında Arap dünyasının sessiz kalmasını çözüm konusundaki isteksizliklerine bağladı. Turan; “Bir yandan Arap ülkeleri İsrail aleyhtarlığı yaparak kendi meşruiyetlerini perçinlemeye çalışıyorlar. Öbür yandan Filistin'in güçlenmesi bazı Arap ülkelerini rahatsız ediyor” olabileceğini söyledi.

Murat Aksoy
00:00 - 7/06/2010 Pazartesi
Güncelleme: 03:42 - 7/06/2010 Pazartesi
Yeni Şafak
Arap ülkeleri çözüm istiyorlar mı şüpheliyim
Arap ülkeleri çözüm istiyorlar mı şüpheliyim

Geçtiğimiz hafta bugün Türkiye ve Dünya tam bir şok yaşıyordu. Gazze'ye insani yardım götürmeye çalışan 50 ülkeden 681 aktivistin yolu uluslararası karasularda İsrail tarafından kesildi. Açık bir hukuksuzluk örneği yaşandı ve İsrail hem hukuku hem de insanları katletti. Açık bir hapishaneye çevirdiği Gazze'ye yardımların ulaşmasını engellemeye çalıştı ama tam tersi oldu. Şimdi dünyanın dört bir yanından gözler Gazze'ye çevrildi. İsrail beklemediği bir son ile karşılaştı. Bu hafta Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlter Turan ile hem İsrail'in saldırısının şifrelerini çözmeye çalıştık hem de bundan sonra neler olabileceğini konuştuk.



Saldırıdan başlıyalım. Bekliyor muydunuz?

Sonunda gemilerin durdurulacaklarını tahmin ediyordum. Ama bu kadar makul olmayan bir yöntem kullanacaklarını beklemiyordum. Benim beklentim, yardım gemileri İsrail karasularına girdikten sonra savaş gemileri tarafından durdurulacağı ve gemilerin limana çekileceği yönünde idi. Açıkçası, uluslararası karasularında gemilere bu şiddetle bir müdahale beklemiyordum. Yapılan açıkça hukuka, insanlığa aykırıdır.

İsrail amacına ulaştı mı?

İsrail'in gemilere ve içindekilere bu kadar sert müdahalesinin makul bir açıklamasını yapmak zor. Ancak şöyle düşündüklerini tahmin ediyorum: Eğer biz bu gemilerin geçmesine izin verirsek, böyle yardım filolarının arkası kesilmez ve bu da Gazze'ye ambargoyu anlamsız kılar. Sanırım böyle düşündüler. Ama böyle düşünüp hukuk dışı davranmaları tam ters sonuç verdi. Yani hem İsrail uluslararası alanda bir baskı ile karşı karşıya kaldı, Mısır Refah kapısını açmak zorunda kaldı, hem de İsrail'in Gazze'ye uyguladığı ambargoda yumuşamaya gitmek zorunda kalacaktır. İsrail ambargo konusunda kararlılığını göstermek isterken haksızlığını göstermiş oldu. Olay Israil'in Gazze'de uyguladığı ambargoya dünya kamuoyunun odaklanmasıyla sonuçlandı.

Ambargo kalkabilir mi?

Belki olay bu kadar sıcakken İsrail ambargoyu kaldırmayabilir. Ama bir noktada İsrail hükümeti de uygulamakta olduğu ambargonun sürdürülebilir olmadığı görmek mecburiyetindedir. Yani bu uygulama bir şekilde yavaş yavaş değişecektir. Mısır'ın Refah kapısını açmış olması iyidir. Mısır da bu durumdan rahatsızdır. Çünkü İsrail, ambargo uygularken Mısır'ın ambargoyu zayıflatan uygulamalara girmesini istememektedir. Şu gerçeği İsrail'in de, Mısır'ın da görmesi gerekiyor ki, Gazze'de yaşayan insanların da hayatta kalabilmesi ve biraz rahat edebilmeleri için onlara ilaç ve gıda, inşaat malzemesi gibi insani ihtiyaçların ulaşması da gerekmektedir. Unutulmaması gereken Gazze'de insanların yaşadığıdır.

Saldırıyı analiz edelim isterseniz…

Bu saldırı olayını değişik aktörler açısından değerlendirmek de yarar var.

İSRAİL HÜKÜMETİ SORUNLU

İsrail'den başlayalım…

İsrail'de bir kere çok muhafazakâr bir hükümet var ve bu hükümet işgal bölgelerinde yerleşme politikasını genişletme ve Musevi ideolojisinin gereklerini gerçekleştirmek arzusunda görünüyor. Buna karşılık Netanyahu yönetimi uluslararası alanda zorda. Obama, Netanyahu ile anlaşamadı ve ikisinin oldukça gerilimli ilişkileri var. İkincisi, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun, diğer ülkeler gibi, İsrail'in nükleer çalışmalarının da denetlemeye açık tutulması talebi var. Bunun İsrail hükümeti üzerinde bir baskı yarattığı açık. Ayrıca, geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir kitapta, İsrail hükümetinin 1974'te Güney Afrika'ya nükleer malzeme satışı öngördüğüne ilişkin belgeler ortaya çıktı. Özetleyecek olursak, İsrail hükümeti giderek bir yalnızlık içinde. Yalnızlaştıkça kimsenin kendisini anlamadığını, aslında kendisinin haklı olduğunu daha fazla düşünmeye başladı. Nitekim bu son olaydaki tepkisine baktığınız zaman, uluslararası sularda bir yardım konvoyuna gece yarısı helikopterlerden adam indirerek bu teknelerin denetimini ele almak akıllıca bir yol değil.

Türkiye…

Türkiye'ye bakarken, sadece bu olayı değil, Sayın Dışişleri Bakanı'nın son zamanlarda yaptığı konuşmaları da inceleyip tümünü yan yana koyduğunuz zaman, ortaya şöyle bir tablonun çıktığını görüyoruz. II. Dünya Savaşı'ndan sonra şekillenmeye başlayan dünya düzenini kuranlar, bugünün dünyasına da yön vermeye çalışıyorlar. Diğer ülkeleri de bu düzene uymaya zorluyorlar. Bu düzenin oluşmasında etkisi olmayan ülkelerin, bu düzene uymalarını beklemek haksızlıktır. Bunun değişmesi lazım. Türkiye bu görüşü hem teorik hem uygulama düzeyinde savunuyor. İkincisi, Türkiye gelişen, güçlenen ve içinde yer aldığı birden fazla bölgede bu önder rolünün tanınmasını isteyen bir ülke. Bu çerçeveden düşünüldüğünde, Ortadoğu'daki kilitlenmenin açılmasında da Türkiye'nin bir rolü olacaktır. Ayrıca, şunu da ifade edelim ki, Ortadoğu bölgesinde aslında değişim yapılamamasının ve Filistin sorununun halledilememesinin bir sebebi de her Amerikan yönetiminin İsrail'i barış için ikna etmeye çalışması, bunu başaramayınca da, İsrail'in arzularına yaklaşmak zorunda kalmasıdır. İşte Türkiye Ortadoğu'da bu tablonun artık değişmesi gerektiğine inanıyor. Bu somut olayda da durum budur.

ABD'NİN TEPKİSİZLİĞİ İÇ DENGELERDEN

Dünya tepki verirken ABD neden böyle?

Ülkelerin bir dış politika olayı karşısındaki tepkilerini birkaç faktör birden belirliyor. Amerikalıların İsrail ile olan ilişkilerinin seyrine tarihi bir süreç olarak baktığınız zaman, yeni seçilen ABD başkanlarının hemen hepsi göreve başladıklarında İsrail-Filistin konusuna eğileceklerini, bir çözüm getireceklerini ifade etmişlerdir. Liderlerin hemen hepsi de böyle bir çözümü gerçekleştirmek için bir uğraş vermişlerdir. Fakat en son tahlilde, başlangıçta büyük bir iştahla yola çıkılmış olsa da, bir süre sonra süreç tavsamaya başlamıştır. Hatta bazen bir anlaşmaya varıldığı sanıldığı zaman, bir anlaşma olmadığı ortaya çıkmıştır. Bunun sadece İsrail'den kaynaklanan sorun olduğunu söylemek yanıltıcı olur. Özellikle muhtelif Arap rejimlerinin de böyle bir barışın oluşmasına her zaman yeterli desteği verdiklerini söylemek doğru olmaz. Olaya Amerikan iç politikası açısından bakıldığında, Başkanlar, bir süre sonra Amerikan kamuoyunun İsrail'e karşı fazla anlayışsız davranmaya müsaade etmeyeceğini görmektedirler. Son olayda da durum biraz böyle sanki. Ama dünyadan yükselecek tepkiler ABD'nin de tepkisini güçlendirmeye zorlayabilir.

HAMAS'SIZ ÇÖZÜM OLMAZ

Ortadoğu'da bu çözümsüzlüğün sürmesini isteyen Arap rejimleri mi var?

İsrail-Filistin sorunun çözülememesi sadece bir Amerikan meselesi değildir. Şu anda Ortadoğu'daki düzene baktığımız zaman, çözümün yaratacağı gelişmelerden çekinen başka Arap ülkeleri de bulunmaktadır. İki yönlü bir olayla karşı karşıyayız. Bir yandan Arap ülkeleri İsrail aleyhtarlığı yaparak kendi meşruiyetlerini perçinlemeye çalışıyorlar. Öbür yandan Filistin'in güçlenmesi bazı Arap ülkelerini rahatsız ediyor. Bunun ötesinde bir hususu daha insan merak ediyor. Acaba İsrail-Filistin çözümsüzlüğünün süregelmesi, ABD'ye Ortadoğu'ya sürekli müdahale etme şansı fırsatı mı vermektedir?

Bu yüzden mi Arap dünyasının sessizliği?

Dediğim gibi bir yandan iç politika engelleri, diğer yandan dış politika alanında karşılaşılan durumun yarattığı sorunlar, bu sessizliği teşvik ediyor.

Ne olur bundan sonra?

Şu anda tablo çok karanlık görülüyor ama bazen bu çıkan olumsuzluklar aslında olumluluğun da başlangıcı olabilir. Ortada bir gerçek var, o da Hamas'ın seçim kazanarak Gazze'de yönetime gelmiş olmasıdır. Hamas'ı kaale almayan bir barış prosedürü düşünülemez. Bu kriz belki içinde Hamas'ın da yer almasını sağlayacak bir çözüm gayretini ortaya çıkarır. İsrail kendi pozisyonunu bu müdahale ile zayıflattığı için Hamas'ın sürece dâhil edilmesi konusundaki telkinlere karşı daha açık hale gelmek durumunda kalabilir.


Türkiye ile Brezilya'nın İran'ı uranyum takas anlaşmasına ikna etmesini, başta ABD olmak üzere Batı ve Rusya neden soğuk bakıyor?

Sanırım 8 ay önceki durumla şimdiki durum arasında bir fark var, o da 8 ay önce İran 1200 kg uranyumu takas etmeyi kabul etseydi İran'ın elinde kalan uranyum bir atom bombası yapmasına imkân sağlayacak miktarda değildi. Şimdi anlaşıldığı kadarıyla İran takas etmeyi kabul ettiği bu 1200 kg dışında 1300 kilo daha uranyuma sahip ve bunun 1200 kg'ı da bir nükleer silah yapmaya yeterli. Tabii, İran'ın elindeki 1200 kilonun hemen bir silaha dönüşeceğini varsaymak mümkün değil. Ama sanırım 8 ay öncesinden değişik olan durum bu. ABD ve diğer ülkelerin şu anda varılan anlaşma hakkında tereddütleri de büyük ölçüde bu değişen durumdan kaynaklanıyor. Tabii, bir de bu imzayı ABD'nin beklemediğini hesaba katmak gerekiyor. İmza ABD nezdinde şaşkınlık yaratmıştır. Bu süreçte Türkiye'nin bir çözüm için büyük bir samimiyetle çalıştığını düşünüyorum.

Yeni oluşmakta olan küresel düzende Türkiye nerede? Bölgesel güç mü, küresel güç mü?

Belki bölgesel güçle küresel güç birbirinden o kadar farklı şeyler değil. Yani önemli bölgelerde güç olarak kabul edilen bir ülke, aynı zamanda küresel sistemin de önemli bir aktörü olarak görülebilir. Türkiye yükselen bir güç ama bütün dünya düzenini kendi başına değiştirebilecek bir güç değil. Brezilya ile birlikte hareket etse de değiştiremez. Değişim dediğimiz olgu o kadar kolay gerçekleşmiyor. Hatta ben tersi bir endişe taşıyorum. Türkiye ve Brezilya, bu sistemi kendilerinin tek başlarına değiştirme gücüne sahip olduklarını düşünürken yanılıyor olabilirler. Aynı şekilde öbür uçta da bir tehlike var. Gücünü kaybetmekte olan bir ülke olan ABD, gücünün ne kadar azaldığını iyi tartamadığı için, o da gücünün elverdiğinden fazlasını yapmaya çalışıyor olabilir. Böyle bir durum çok sayıda risk unsurunu bünyesinde barındırmaktadır. Bu çok da iyi bir durum değil. Bir belirsizlik durumu. Risk şurada: Yanlış hareketler sonra denetlenemez sonuçlar ortaya çıkarabilir.

İsrail'e gelelim. Nerede duruyor bu değişen denklemde?

Soğuk Savaş döneminde Türkiye ve İsrail Ortadoğu'da Batı ittifakının güvenliğinin korunması açısından önemliydiler. Şimdi Soğuk Savaş sona erdi. Türkiye'nin güvenlikle ilgili rolü başka sebeplerden dolayı devam ediyor. Kafkaslar var, petrol nakil hatları var, Orta Asya ile bağlantılar var. Buna karşılık İsrail'in o tarihte ifade ettiği anlam artık değerini yitirmiş durumda. İsrail, bu bölgenin huzurlu ve istikrarlı bölge olmasında ortaya çıkan engellerden biri olarak görülmeye başlanıyor. Aslında İsrail böyle davranarak kendisine de haksızlık ediyor. İsrail, Ortadoğu'da modern bir toplum örneğidir ve çevresi ülkelerle iyi ilişkiler kurduğu zaman, o ülkelere verebilecek çok şeyi olan fikir hayatı, teknolojisi zengin olan bir ülkedir. Şu anda çok muhafazakâr bir hükümet tarafından yönetiliyor olması da başka bir şansızlık. Hatta yerini alması muhtemel gözüken Kadima bile yeterince açık görüşlü müdür bilmem ama bu kadar militan bir görüşün temsilcisi değil. İsrail'in önünde fazla yol yok. Ya giderek içe kapanarak hayatı ve diğer herkes için zorlaştıracak ya da değişerek çevresiyle barış içinde yaşayacak.


Türkiye-İsrail ilişkileri eski haline döner mi?

İlişkilerin eski hale dönmesi kısa vadede pek mümkün görünmüyor çünkü müdahale derin bir sarsıntı yaratmıştır. Yalnız unutmayalım ki, ilişkilerimizde bir bozulma süreci önceden zaten başlamıştı.

Ne zaman?

Bu bozulma sürecinin ilk noktası Başbakanımızın, İsrail ile Suriye arasında barışın tam sağlanacağına inandığı esnada, İsrail'in Gazze'ye saldırmasıdır. Bu durum Başbakanımızda iki duygu uyandırdı: Birincisi İsrail'in barışı arzulamadığına dair güçlü bir kanaat. İkincisi, kendisinin kullanılmış olduğuna, kendisine ihanet edildiğine dair duygu. Bu olaydan sonradır ki iki ülke arasındaki ilişkiler bozulma eğilimine girdi ve her gün biraz daha kötüleşti. Ardından “one minute” olayı geldi. Türkiye, Ortadoğu'da barış ve refahı arzulayan bir ülke. Ancak, bu barış ve refahı İsrail'i dışlayarak kurma şansımız yok. İsrail'in son icraatı kabul edilebilir değildir, olumsuz eyleminin sonuçlarını mutlaka telafi etmesi gerekecektir. Herhalde ölenlere tazminat ödenmesi ve ortaya çıkan durumdan dolayı üzüntü ifade edilmesi gerekecektir. Ancak, Türkiye Ortadoğu'da barışın sağlanmasına, bazı ülkeleri dışlayarak bir katkıda bulunamaz. Bütün bunları düşündüğünüz zaman, her şeye rağmen, Türkiye'nin ilişkilerin kopmaması için uğraş vermesi gerekmektedir. Bizim esas hedefimiz İsrail'den intikam almak değil. Esas hedefimiz İsrail'in de içinde yer aldığı Ortadoğu'da bir barış ve refah bölgesi yaratmak olmalıdır.

Türkiye'nin tepkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye'nin uluslararası alandaki girişimleri doğru adımlardır. Bu konuda Başbakan'ın konuşmasını kısmen duydum ama sonra da okudum. Başbakan'ın konuşmasında vurgulamak istediği görüş şu ise ona katılıyorum; Bizim ihtilafımız İsrail'le değildir bizim ihtilafımız şu anda bu politikaları uygulayan hükümetledir. Doğrusu da budur. Ben isterim ki başbakanımız ülkemize gelmek isteyen İsrail vatandaşlarının misafirlerimiz olacağını, gelmelerinden memnuniyet duyacağımızı ifade etsin. İsrailli turistler çekinmeden Türkiye'ye gelmeye devam etsin. Ben aramızdaki köprülerin kopmamasını, yıkılmamasını isterim. Başka bir İsrail hükümeti ile bizim çok iyi anlaşmamız mümkündür.

Bu süreç İsrail'deki muhafazalar hükümeti etkiler mi?

Şu kadarını söyleyebilirim. Netanyahu hükümeti zor teşekkül etti ve çok az bir farkla iktidarda. Buna karşılık sayısal zaafları olan hükümetlerin normalde girişemeyeceği kadar sert eylemlerde bulundu. Bu gelişmenin yarattığı olumsuzluk havası belki ortaklardan bazılarının durumu yeniden değerlendirmesiyle sonuçlanabilir. Bunu ben tartamıyorum ama İsrail hükümetinin gidebileceği iki yol var: Bir tanesi tepkilerini daha makul düzeye indirecek siyasal yolu seçmek, veya, tabiri caizse, tamamen uçmak, yani uluslararası gerçeklerden tamamen kopuk değerlendirmeler sonucu belirlediği bir yol izlemek.

Amerika'ya kilit bir rol düşüyor...

Doğru. ABD'siz Ortadoğu barışının inşa edilmesi kolay gözükmüyor. Başka hiç birşey olmasa bile, mesela İsrail'in bazı işgal ettiği topraklardan çekilmesi için maddi bir kaynağa ihtiyaç var. Bir takım insanlara yer gösterilmesi onlara yer verilmesi gerekiyor. Ayrıca, böyle bir sürecin yönetilmesinde İsrail'in en çok itimat ettiği ülke ABD. Sonra, ABD bölgeyle ilgili başka devletleri ikna etme konusunda da en fazla imkân ve güce sahip olan ülke. Bütün bunları üst üste koyduğunuz zaman ABD'siz bir Ortadoğu barışı olamaz. Ama sadece ABD'nin inşa etmeye çalıştığı bir Ortadoğu barışı da olamıyor.

Türkiye'siz de olmaz sanki…

Evet, onu demek istedim.

Ortadoğu'da 3 ülkenin yani Türkiye İsrail ve ABD'nin kilit olduğu gerçeği mi var ortada?

Evet. O listeye Mısır'ı da ekleyebiliriz. Çünkü Mısır da her şeye rağmen Arap dünyasında liderdir. Mısır'sız bir barış süreci düşünmek mümkün değil.




14 yıl önce