|

Deprem hâlâ sahipsiz

Jeofizik mühendisi Doç. Dr. Oğuz Gündoğdu Marmara ve Doğu Anadolu faylarının çok hareketli olduğunu, zamanın giderek daraldığını söylüyor. Koordinasyon eksikliğini hatırlatarak ‘7 yılın sonunda deprem hâlâ sahipsiz’ diyor.

00:00 - 22/08/2006 Salı
Güncelleme: 22:33 - 21/08/2006 Pazartesi
Yeni Şafak
Deprem hâlâ sahipsiz
Deprem hâlâ sahipsiz
Sesimizi duyan var mı?

17 Ağustos 1999'da yaşadığımız büyük depremin üzerinden 7 koca yıl geçti. İlk zamanlar gündemimizden düşmeyen deprem artık yıldönümlerinde gözyaşıyla ıslattığımız mutat bir başlık haline geldi. Yaralar sarıldı, yıkılanların yerine yenisi yapıldı, kaybettiğimiz canların özlemi büyürken acısı hafifledi. Hatırladıkça canımızı acıtan depreme doğru dürüst hazırlanamayınca bu büyük korkuyla baş etmenin yolunu kaçmakta bulduk. Biz sıramızı savdık, bedelini ağır da olsa ödedik rehavetine düştük. Ama hayır! Değişen bir şey yok. İstanbul için, Doğu Anadolu için tehlike aynen devam ediyor. Çalışmaların yavaşlığı, hazırlıkların depremden çok deprem sonrası için olması insanı ürkütüyor, öfkelendiriyor. Çünkü zaman giderek daralıyor! O yüzden okuyacağınız röportaj hatırlamak bile istemediğimiz bir gerçeğin unutulmaması, önlemlerin vakit kaybetmeden bir an önce alınması, bu konuda sorumluluk sahibi olanların işe daha fazla sarılması yani herkesin 'huzursuz' olması için yapıldı.

İstanbul Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği Bölümünde öğretim üyeliği yapan, Türkiye Mimarlar Mühendisler Odası Birliği, Jeofizik Mühendisleri Odası üyesi Doç. Dr. Oğuz Gündoğdu ile Marmara ve Doğu Anadolu faylarını, 7 yılda ne yapıldığını, neyin neden yapılmadığını uzun uzun konuştuk. Söz döndü dolaştı; koordinasyon eksikliğinde, zihniyet çarpıklığında ve harcanan trilyonlara rağmen 7 yılda bir arpa boyu yolu ancak aldığımızda düğümlendi

* * *
17 Ağustos'tan sonra bir çok araştırma yapıldı, yeni bilgilere ulaşıldı, raporlar hazırlandı. Depreme 7 yıl öncesine göre bilimsel açıdan daha mı hazırlıklıyız?

Bilimsel bilgimiz yeterliydi zaten. Marmara'daki faylanmanın 7 büyüklüğünde bir depremi üreteceğini, gerçekleşme olasılığının ise yüzde 62 gibi yüksek bir oran olduğunu biliyorduk. Araştırmalar bunu pekiştirdi.

Değişen hiç bir şey yok mu?

Riskleri değiştiren bir şey yok. Elimizdeki bilgilere göre fayın boydan boya kırılmayacağını, çoklu kırılmanın olacağını düşünüyoruz. Adaların önü ayrı, ortada asıl kırılmasını beklediğimiz yer ise belki 1910'dan kalan kırıkla birleşerek kırılacak. Tekli de kırılabilir ama çoklu kırılmanın olacağı yönündeki düşünceden vazgeçirecek bir veri yok şu anda.

Çoklu kırılma, büyüklüğü yani hasarı azaltacak değil mi?

Evet. Enerjinin daha azı çıkacak ama yine de yıkıcı olacak. 17 Ağustos'ta binalar sallandı, yoruldu, mühendislik anlamında gerekenler yapılmadı. O yorgun binalar çok etkilenecek. Bizi en çok ürküten ise ortadaki 110 kilometrelik fayın bir kerede kırılacak olması. Çok hızlı kırılırsa çok ağır bedel ödeyebiliriz.

7 ve üzeri mi?

Büyüklüğü en az 7. Şiddetini önceden anlamamız çok zor. Bazen yavaş kırılabiliyor bazen hızlı. 17 Ağustos'ta depremin büyüklüğü 7.6 olduğu halde - Kandilli 7.4 dedi ama asla değildi- 180 kilometre çok yavaş kırıldı. Enerjiyi daha yavaş aldık. Binalar yavaş hareketlerle karşıladı. Ani harekette sonuçlar çok ağır oluyor. 7.6'lık Pakistan depreminde 100 bin kişi bir anda öldü. 12 kasım Düzce depreminin hızı yerçekimine yaklaşmıştı. 17 Ağustos o hızla olsaydı kayıpları 100 binlerle ifade ederdik.

Zamanıyla ilgili daralmanın dışında bir değişiklik var mı peki?

30 yıl içinde her an olabilir diyorduk. 7 yıl geçti, zaman azaldı. Kum saati çalışıyor. Yunanistan'a doğru yılda 2.5 santim kayıyoruz, enerji birikiyor. Avuçlarınızı birbirine sürttüğünüz zaman bile elleriniz ısınır. Bunun 110 kilometrelik bir alanda olduğunu düşünün. Her geçen yıl daha fazla enerji birikiyor.

İstanbul'da her 250, 300 yılda bir deprem olmuş. Bu periyoda göre vakti kesinlikle geldi!

Vakti geçti bile. 17 Ağustos da, 20-30 yıllık gecikmeyle oldu. Mudurnu depreminden sonra hareketin durduğunu gördük ve Yaradan'a sığınıp cesaretle söyledik bunu. Dört ay sonra deprem oldu.

Kırılacak faydan hangi bölgeler daha fazla etkilenecek? İstanbul'un zemin etüd haritası bunu bilebilmek için yeterli mi?

İstanbul'da 32 ilçede yerleşime uygunluk ve risk çalışması yapıldı. Ama bunlar zemin etüd haritaları değil jeoloji haritasıdır. Zemin haritası, bir binanın altındaki zeminin deprem sırasında nasıl davranış göstereceğinin, altında boşluk, heyelan var mıdır sorularının cevabını arar. İstanbul'un böyle bir zemin etüd haritası yok. Bu olmayınca da konuşma zemininiz olmuyor. Neresi yıkılır, neresi yıkılmazın cevabını veremezsiniz.

Deprem hep İstanbul merkezli konuşuluyor. Doğu Anadolu'da da risk büyük oysa. Marmara ile Doğu Anadolu arasında zaman ve risk açısından bir öncelik sıralaması yapmak mümkün mü?

Nüfusu, sanayisi, üniversitesi, ticareti, medyası yüzünden İstanbul'da yıkım olursa Anadolu kalp krizi geçirir. Bu kavrandığı için hep İstanbul'u konuşuyoruz. Ama Doğu Anadolu fayı çok tehlikeli, sabıkalı bir fay. 165 bin ölüden bahsedilen depremler var tarihinde. Ama orası için bilgimiz daha az. Büyük barajlarımız orada. 7 büyüklüğünde en az bir ve hızlı ivmeli depreme karşı hazırlıklı olması şart barajların. "Deprem kesinlikle, eninde sonunda olacak, barajları yeni teknolojilerle muayene edin" dedik. Tık yok. Yapıldıysa açıklasınlar. Bizi kuşkuya düşürmesinler. Bunları durup dururken değil, bir endişemiz olduğu için söylüyoruz.

Doğu Anadolu için bir zaman aralığı söyleyebiliyor musunuz?

Doğu Anadolu fayı için böyle bir bilgimiz yok. Şunu biliyoruz sadece: Doğu Anadolu fayı çok aktif. Her an 7 büyüklüğünü aşacak nitelikte, çok şiddetli, kötü sonuçlar doğuracak depremler olabilir. Afet yönetimi boyutunda birikimimiz oldu ama üniversitelerle, devletle, sivil savunmayla, psikologlarla yani işin tüm aktörleriyle organize olup o bilgileri Doğu'ya götüremedik. Problem kurumlar arası koordinasyonu kuramamak. 7 yılın sonunda deprem sahipsizdir hâlâ.

Ekim 2004'te Deprem Şurası yapıldı ama. Sonuç alınamadı mı?

Şuranın hedefi deprem konusunda hükümet değil devlet politikası üretmektir. Oraya tüm aktörler geldi. Eşgüdümle planlama yapılsın ve sonra da mühendislik çalışmalarına başlansın dedik. Ama hiçbir şey çıkmadı.

Depreme hazırlık adına yapılanlar yavaş ilerliyor ve bu insanı ürkütüyor. Sanki depreme değil de sonuçlarına, insanları yaşatmaya değil de gömmeye hazırlanıyoruz gibi.

Önceliklerle ilgili bir sorun bu. Afet yönetiminde oldukça iyi gelişmeler oldu ama kentsel dönüşüme ihtiyacı olan bir ülke burası. Binaları yaşlanmış ve yorulmuş. Harcanan katrilyonları öncelikli binalardan başlayarak planlı bir şekilde yıkıp yeniden yapabilirdik.

Deprem konusunda demeç kirliliği yaşanıyor. Neden böyle oluyor?

Gülay Barbarosoğlu'na aramızda konuşup tek açıklama yapalım demiştim. Onların toplumu yatıştırmak gibi bir kaygısı var ama bu defa da yanlış bilgi veriliyor.

Nasıl yani?

Mesela Gökova depremlerinde Kandilli 'deprem fırtınası' dedi. Ben değil, büyüyebilir bu, dedim. Deprem fırtınası 5'den küçük depremlere denir. Sonra 5.7'ye kadar yükseldi büyüklük. Böyle olunca Kandilli'nin otoritesi sarsılıyor. Güven veren bir yere gelmiş orası. Böyle bir misyonu yok oysa.

Neden yok?

Kandilli'nin görevi depremin yerini ve büyüklüğünü söylemektir. Onun ötesinde görevi yoktur. Öngörüde bulunamaz. Yorum yapamaz. Asla. Yorum bilim adamlarının işidir. Bu bütün dünyada da böyledir.

İşiniz ağır sorumluluk istiyor. Bu psikolojinize nasıl yansıyor?

Müthiş yorgunum, üzülüyorum.

Siz nasıl bir binada oturuyorsunuz, araştırdınız mı girmeden?

Tabii canım, benim de canım var. Beylikdüzü'nde 14 katlı bir binada oturuyorum. Zeminimiz ne iyi ne kötü. Binanın avantajı tünel kalıp sistem olması. Bu sistemdeki bina depremin geliş yönüne doğru eğilir, geriye gelmesi gerekir. Gelmezse halimiz kötü. Yatacak ya da kırılacak. Çok da örneği var bunun.

Deprem anında bir bilim adamı olarak soğukkanlı şekilde; hareket şuradan geliyor, büyüklüğü şiddeti şu diye mi düşünüyorsunuz yoksa herkes gibi panikleyip çoluğu çocuğu bir an önce dışarıya çıkarmanın derdine mi düşüyorsunuz?

17 Ağustos'ta ilk defa büyük bir depremi yaşadım. O sırada Adana Ceyhan depreminin raporunu yazıyor, bitmedi gitti diye düşünüyordum. İlk sallantıda anlayamadım, sonra panik derecesine yaklaştım. Durmadan 'çok kötü çok kötü' diyordum. Korktum ama şiddetini büyüklüğünü uzaklığını tahmin ettim tabii.

Yıllarca bir fayın kırılmasını bekliyorsunuz. Ömrünüz bununla geçiyor. Fayın kırılışına tanıklık etmek heyecanlandırıyor mu sizi?

Celal Şengör gibi "muhteşem bir doğa olayı" demiyorum ama meraklanıyorum tabi. Her veri bilgimizi artıracak çünkü.

Üniversitelerimiz bilim adamlarımız deprem konusunda yeterli uzmanlığa sahip değil mi? Sanki bu konuda öncelik Japonlara verilmiş gibi.

Japonya yüz yılda 6 deprem yaşadı, bizde 160'ı geçti. Biz sürekli sıkışan ve en yıkıcı depreme uğrayan ülkeyiz. Sallanıp geçiyor onlarınki. 1,5 milyonluk Kobe'de 5 bin kişinin 4 bini yangından gitti. Bir kova su dökemediler. Burada 20 milyon insanın yaşadığı etki alanında depremler oldu. Yangınları söndürdük. Üç günde de kontrollü elektrik verdik. Büyük bir başarıdır bu. Kobe'de o teknolojiyle bir buçuk ayda verilemedi. Onların bizden farkı, yetersizliklerini görüp tedbir almaları. Biz almıyoruz. Ankara yeteri kadar sallanmadı çünkü.

Depremi önceden bilmek önemli. Erken uyarı sistemi işe yarar bir sistem midir peki?

Hazırlıklı olmak başka, erken uyarı başka. Depremin bir, ilk ve yavaş gelen P dalgaları, bir de sonradan gelen, çok hızlanan, esas enerjiyi getiren, hasarı yapan S dalgaları var. Deprem size ne kadar uzaksa P ile S arası o kadar açılıyor. Bu yaşanarak da ispatlandı. Bolu'daydım. Ali Kırca yayından aradı. Konuşurken büyük bir artçı oldu, söyledim. Bolu'daki dalga İstanbul'a 24 saniyede gelmiş. Yaklaşık 200 kilometre. Marmara'daki kırılma en iyi ihtimalle 50 kilometre ötemizde başlayacak. Hesabı kolay. Hazırlanmak için 6 saniyemiz var.

6 saniyede ne yapılabilir ki?!

Sarsıntıda elektrik ve doğalgazın otomatik kapatılması için sensör sistemi geliştirildi ama tır geçtiğinde bile devreye girdi bu sistem. Bu yüzden de vazgeçildi. Maliyeti 3.5 milyon dolar! Yazık değil mi bu paralara? Onun yerine binalar yenilenebilirdi.

Yeni binaların yapı denetimi iyi yapılıyor mu?

Hayır yapılmıyor. Çoğu masa başında yazılıyor. Biz mühendisler, Mimarlar Odasını uyardık. Dinlemediler. Anayasa Mahkemesi iptal etti kararı. O zamanın Bayındırlık Bakanı elden kanun çıkarttı ama sonra bunların yarısını kapattı. Bizle rekabet ediliyor. Biz mühendisleriz oysa. Olanı, olacağı söylüyoruz.

ORTA HASAR DİYE BİR ŞEY YOK İÇİNDEKİ ÖLECEK, PARALARI DA BOŞA GİDECEK
Var olan binalara yapılan hasar tespitlerini sağlıklı buluyor musunuz peki?

Dünyada orta hasar diye bir şey yok. Yapılması gereken mühendisçe yaklaşıp kolonun zayıflığını, hasar miktarını ölçüp, onarım maliyeti yapım maliyetinin yüzde 40'ını aşıyorsa o binayı yıkıp yeniden yapmaktır. Ben asla orta hasarlı bir binanın ölçüm yapılmadan onarılması taraftarı değilim. İçindeki insan ölecek sonuçta. Parası da boşa gidecek.

Kat sınırlamaları doğru bir uygulama mı?

Gereken mühendisliği yaparsanız istediğiniz yere istediğiniz binayı yaparsınız. Kat sınırlaması asker emri gibi! Kentleşmede böyle bir konsept yok. Bu mimarıyla, inşaatçısıyla, jeofizikçisiyle, çevre mühendisiyle ortak yapılması gereken bir iş. Türkiye'de bu teknolojiyi üreten mühendislerimiz vardır.

18 yıl önce