CHP ideri Kemal Kılıçdaroğlu'ndan yıllar sonra gelen “Sabahattin Ali'yi CHP öldürttü” itirafı çok konuşuldu. Sabahattin Ali'nin kızı, piyanist, müzikbilimci Filiz Ali, Kılıçdaroğlu'nun açıklaması için “Bilinen ama şimdiye kadar hiç söylenmemiş bir gerçeğin itiraf edilmesi... CHP için oldukça önemli bir adım” dedi. Ali'nin öldürülmesini 'basit bir cinayet' olarak görmenin yanlış olacağını dile getiren Filiz Ali, “Esasında burada 'partilerüstü' bir devlet var. Türkiye'de 'derin devlet' dediğimiz bir gerçek olduğunu herkes biliyor. Monolitik bir kavram bu. Eleştiriyi hiçbir şekilde kabul etmeyen derin devlet yapılanması, kemikleşmiş politikalarına herhangi bir sebeple karşı çıkanları, kim olursa olsun, imha etmiştir. Sistem böyle işlemiş” tespitinde bulundu.
Cumhuriyet Halk Partisi iktidardayken, babam öldürüldü. CHP'nin şimdiki Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun, böyle bir açıklamada bulunması -bir gerçeği dile getirdiği için- beni memnun etti. Bilinen ama şimdiye kadar hiç söylenmemiş bir gerçeğin itiraf edilmesi CHP için oldukça önemli bir adım. Eski milletvekillerinden Samet Ağaoğlu'nun anılarını anlattığı kitabında o zamanki milletvekilleri arasında konuşulmuş bir olay olduğunu da görüyoruz. Bu anıları okuyunca Sabahattin Ali'nin nasıl ve neden öldürüldüğünü dönemin milletvekillerinin hepsinin bildiğini görmek acı bir şey!
Bunu nasıl bilebilirim ki? Tarihiyle yüzleşemedi belki. Tahmini güç bir soru... Aynı soruyu CHP'ye sormak lazım! Bütün bu gerçeklerin senelerdir bilinmesine rağmen bir adalet arayışına giremememiz beni üzüyordu. Esasında adaleti bizim gibi mağdur olan aileler aradılar fakat karşılığını bulamadılar. 'Kim incinecekse incinsin gerçeği açığa çıkartalım' diyoruz fakat hâlâ tam olarak çıkartmış değiliz. Ama AK Parti döneminde bir kapı aralandı ve artık geriye dönüş de yok! Bu kapı sonuna kadar açılacak, tüm gerçekler ortaya serilecek, buna inanıyorum.
Hrant Dink neden öldürüldü? Bunu sormak lazım. Sadece babamın öldürülmesinden yola çıkarak bunu basit bir cinayet hikâyesi haline getirmek yanlış olur. Esasında burada 'partilerüstü' bir devlet var. Türkiye'de 'derin devlet' dediğimiz bir gerçek olduğunu herkes biliyor. Monolitik bir kavram bu. Eleştiriyi hiçbir şekilde kabul etmeyen derin devlet yapılanması, kemikleşmiş politikalarına herhangi bir sebeple karşı çıkanları, kim olursa olsun, imha etmiştir. Sistem böyle işlemiş.
Evet, 1948'de Sabahattin Ali öldürülüyor ama maalesef aradan geçen bunca sene içinde faili meçhul cinayetler hız kesmeden devam ediyor. Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Musa Anter... Ve adını unuttuğum yüzlercesi... Değişik kesimlerden çok değerli, bu memlekette zor yetişen insanlar öldürülüyor. Düşünceleriyle tabuları kıran kişilerin imha edilmesi sistemin parçası haline gelmiş. Bu nedenle partilerüstü bir derinlikten bahsediyorum. Çok korkutucu bir şey! Bu hastalıktan umarım kurtulacağız.
Babam çok okunan ve sevilen bir yazardı. Özellikle Marko Paşa inanılmaz okunuyordu. Güneydoğu'da bile yok satıyordu. Biliyorsunuz kapatıldığı için adı da sürekli değişti; 'Malum Paşa', 'Merhum Paşa' gibi... Bu dergi siyasi mizah dergisinden öteydi ve o kadar etkiliydi ki! Çünkü orada çıkan yazılar zülfiyâre dokunuyordu. Bu nedenle birileri Sabahattin Ali'nin sesinin kısılması gerektiğine karar verdi. Zaten köşeye sıkıştırılmıştı. Gazetesi kapandı, adına bir sürü davalar açıldı, bu davalardan mahkûmiyet karaları çıktı. Sesi kısılmıştı ama o da yetmedi. İyice köşeye sıkıştırıp yaşam hakkını da elinden aldılar. Bunu kendilerine hak gördüler.
Babam sağ-sol demeden fikir tartışması yapacağı herkesle görüşürdü. Zaten çok neşeli, konuşkan, esprili birisi olduğu için her kesimden insanla arkadaşlık yapabilecek birisiydi. Maalesef o tür insanlar kalmadı. Kimse kimseyle görüşmüyor artık! Bugün fikir tartışması adı altında sürekli kavga edenleri görüyoruz.
Gördüğü adaletsizliklerin hepsini başyazılarıyla dillendiriyordu. Her şeyden önce Türkiye'nin bağımsız ve demokratik bir rejimle idare edilmesini istiyordu. Biliyorsunuz o dönem askeri vesayet ile yönetilen bir ülke vardı. Bu uzunca bir süre de devam etti. Bugün hâlâ kalıntıları var. Yazıları o yüzden rahatsız edici bulunuyordu. Mesela “Ne zor şeymiş” isimli makalesinde der ki “Çalmadan çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli hatta bu kadar tehlikeli mi olmalıydı!”
Sonunu görmüş olsa gerek. Belki öldürüleceğini düşünmüyordu ama içinde gittikçe büyüyen bir korku vardı. Bu kadar köşeye sıkıştırılan bir insan nasıl bir ruh hali içinde olabilir ki? Ölümden kaçmak istediği kesin ama canını kurtaramadı.
Özellikle annem Aliye Hanım, babamın değil politik yazılar yazmasını, tamamıyla çekilmesini istiyordu. Annem “Bu kadar kendini ortaya atma, dikkatleri üzerine çekme” derdi. Çünkü silik bir kişilik olursa bunların hiçbirinin başına gelmeyeceğini bilirdi. Haklıydı da!
Kesinlikle yaşardı ama Bulgaristan'da kalmayı düşünmüyordu. Oradan İsviçre veya Fransa'ya geçecekti. Orada niye öldürsünler? Bu yüzden de ona bilerek pasaportunu vermediler.
İsmet İnönü ile tanışırdı. İsmet İnönü, konserlere gelirdi. Babam o zamanın CHP'sinden sadece İsmet İnönü'yle değil, Hasan Ali Yücel, Şükrü Saraçoğlu gibi isimlerle de ahbaplık etmiş bir isimdi. İyi anlaşırlardı. İnsan o yüzden şaşırıyor ya! CHP tarafından nasıl öldürtülür diye kendinize sormadan edemiyorsunuz. Katliamlarda komşusunu boğazlayanlar var bu topraklarda. Demek ki olabiliyor. Acı ama gerçek...
Bunun sebebini çözebilmiş değilim. Çünkü Kürk Mantolu Madonna ilk yazıldığı dönemde o zamanın eleştirmenleri arasında Sabahattin Ali'nin kuvvetli romanlarından biri olarak gösterilmiyordu, hatta Nazım Hikmet, babamı oldukça eleştirmişti. Fakat romanda bir erkeğin kadın ruhunun derinliklerini nasıl bu kadar anlayabilmiş olduğunu görerek şaşırıyorsunuz. Sanırım gençler bu yüzden severek okuyor. Sabahattin Ali'nin tüm eserlerinde yaşamından izler görmek mümkün. Romanlarındaki karakterlerden bazıları hayatındaki insanlara tekabül ediyordu. Diğer eseri 'İçimizdeki Şeytan' mesela, muhalif kişiliğini tam olarak yansıtmıştı.
Evet. Anlayana çok şey söyleyen kitaplardı. Sırça Köşk, iktidar sahiplerinin sırçadan bir köşk yaptırıp içinde yaşamaya çalışmalarını anlatıyordu. Marko Paşa ise Türk siyaset tarihinin en önemli dergisiydi. Büyük gazetelerin bile ulaşamayacağı tirajlara ulaşıyordu. Bu da tabii ki dergide yazan herkesin birer birer tutuklanmasına neden oluyordu. Bir gün Sabahattin Ali, başka bir gün Aziz Nesin tutuklanırdı. Dergi ancak yazarlarının tutuklanmadığı zamanlarda çıkabiliyordu. Bazen de basılacak hiçbir matbaa bulamayınca elle yazıp çıkartıyorlardı.
Sabahattin Ali, ömrünün büyük kısmını 'düşünce suçlusu' olarak cezaevlerinde geçirdi. Bir dava nedeniyle Paşakapısı Cezaevi'nde 3 ay yattıktan sonra tahliye olan Ali, istediği pasaportun verilmemesi üzerine Bulgaristan'a kaçmaya karar verdi. Bunun için Ali Ertekin adlı bir 'emniyet' mensubuyla anlaşan Sabahattin Ali'den bir daha haber alınamadı. Ali'nin cesedi, 2 Nisan 1948'de bir çoban tarafından Bulgaristan sınırında bulundu. Cinayeti para karşılığı anlaştığı Ali Ertekin'in işlediği iddia edildi. Ali'nin kafasında kırıkların olduğu ve dövülerek öldürüldüğü iddia edildi. Katil olduğu belirtilen Ertekin'in cesedi gömdüğü yeri gösterememesi 'cinayeti işlemedi, para karşılığı üstlendi' iddiasına delil olarak olarak sunuldu. Katil zanlısı Ali Ertekin, 4 yıl hüküm giydi fakat birkaç hafta sonra çıkartılan aftan yararlanarak serbest bırakıldı. Sabahattin Ali'nin mezar yeri hâlâ meçhul.