|

Kenize Murad: Filistin'de dünya kaybediyor

Dünya şunu anlamalı, bu sorunu çözmeyi ne kadar geciktirirsek terörizm de o kadar büyüyecektir ve kazanacaktır. Ölenler ve kaybedenler sadece İsrail ve Filistin olmayacak, Batı da aynı şekilde kaybedecek. Bencilliğimizin ve kayıtsızlığımızın ahlaksızlık olmasının yanısıra çok tehlikeli bir tutum içindeyiz.

00:00 - 21/08/2006 Pazartesi
Güncelleme: 21:49 - 20/08/2006 Pazar
Yeni Şafak
Kenize Murad: Filistin'de dünya kaybediyor
Kenize Murad: Filistin'de dünya kaybediyor
Ahlaklısından bir isyan...


Sultan V. Murat'ın torunu…


Sarayında doğup Lübnan'da sürgünde 29 yaşında ölen “yamalı çoraplı prenses” Selma Sultan'ın kızıdır Kenize Murad.


15 yıl boyunca Ortadoğu'da muhabirlik yaptı. Haber, yorum ve izlenimleri daha çok Fransız basınında yayınladı.


Gün geldi aktif gazeteciliği bıraktı.


Kalem sustu, mürekkep kurudu, kağıt bitti de, Ortadoğu'da kan, gözyaşı ve yalnızlık bitmedi. Katillerin yaptığı tek iş; katliamlarla ölümün kokusu yeniden kapladı evleri, sokakları, şehirleri…


Filistin bir kere daha feryat ettiğinde Murad, kaleme yeniden sarıldı ve “Toprağımızın Kokusu: Filistin ve İsrail'in sesleri”ni yazdı, sekiz dilde yayınlandı bir süre önce.


Kitap yayınlandığında Filistin bugünkünden daha iyiydi, insanların evleri vardı, çocukların rüyaları düzelmeye başlamıştı, umutlar filizleniyordu.


Toprağın kokusu barıştan yana tütüyordu.


Ta ki İsrail öldürmek için Filistin'e gelene kadar…


Korkuyla geldiler, ölüm getirdiler, dehşet saçtılar, insanlığı orada bir kere daha boğazladılar.


Yeniden çekildi mavi emzikli ölü çocuk fotoğrafları.


İsrail'in Filistin'deki vahşeti beni Kenize Murad'ın bölgeyi karış karış dolaşarak topladığı “Filistin ve İsrail” seslerine yoğunlaştırdı. Ailesinin de dramı Lübnan'da saklı olan Murad'la konuşarak oradaki sese kulak kesilmek istedim.


Murad, sürgün vatansızlığı yaşamış.


Diyor ki; “İki tarafı da çok iyi anlıyorum, ben Türküm ama Türkçe bilmiyorum. Pek çok yönden Fransızım ama kendimi Fransız hissetmiyorum. Nereli olduğumu bilmiyorum. O yüzden hem İsraillilerin hem Filistinlilerin yaşadıklarını çok iyi anlıyorum.”


Mazideki sesi duyabilenlerin bugünkü sesleri de duyup yansıtabileceklerini düşündüm…


Orada masumların feryadı var.


Orada güçün ahlaksızlığı var


Orada insanlığın yenilmişliği var…


Ruhumuzun inşasıyla ilgilidir aidiyetlerimiz.


Zulme ortak olmak, zalime geçit vermek de bir aidiyet göstergesidir.


Medeniyetimiz ve vicdan kültürümüz insanlığın yenilmişlik seslerine ne kadar isyan edebiliyorsa işte o kadar varız…





* * *



Bir süre önce yayınladığınız “Toprağımızın Kokusu: Filistin ve İsrail'in sesleri” kitabınızda Filistin-İsrail ateşi arasında kalan kurbanların ölümlerini, mülteci kamplarındaki zor hayatlarını, korkularını, ihtiyaçlarını, insanlığın adalet duygusuna ve vicdanına sundunuz…

Herkes oradaki ölümler, eziyetler hakkında çok şey duyuyor, fakat bir yerden sonra acı sadece yaşayanlarda kalıyor, duyanlarda etkisini yitiriyor. Bu durumu değiştirmek için sıradan insanlarla konuşarak gerçeğe ayna tutmak istedim.


Adalet ve vicdanda bu dram nasıl karşılık buldu?

O büyük acıyı yaşayan çocuklarla, kadınlarla ve erkeklerle konuşarak, yaşanan trajedinin okuyanları da ciddi olarak acıtmasını diledim. Biliyorum ki, ötekinin acısını gerçekten hissetmeyenler, o acının dinmesi için çaba harcamıyorlar.


CESUR İSRAİLLİLER...

Olayları ve kahramanları gerçek olan Toprağımızın Kokusu'ndan Filistin'deki ateş okura da sıçradı mı?

Gerçekçi bulmuşlar, okurken ağlayanlar oldu... Sayıları çok olmasa da ben bazı cesaretli İsraillilerin -İsrailli yetkililerle sorunlu duruma düşme pahasına- Filistinlilere yardım ettiğini gördüm. Ve pek çok insanın kitabı okumasının ve okurken ağlamasının sebebi bunları gazetelerde görmemeleri.


Filistin'de acının içinden gelen insanlarla konuştunuz. İnsanlar acılarını kolay anlatabiliyorlar mı?

Acıyı anlatmak her bir insan üzerinde uzun süre çalışmayı gerektirdi. Başlangıçta herkes biraz çekingendi. Çünkü ben bir gazeteciyim ve gazetecilerle konuşmak onlara çok çekici gelmiyor. Belki elli yıldır onlardan bahsediyor gazeteler ama hiçbir sonuç yok ortada... Onları anladığınızı görünce ve size alıştıklarında konuşuyorlar, ki bunun için de çok emek vermeniz, onlara yakın olduğunuzu göstermeniz şart. Ben onları anladım ve sesleri olmaya çalıştım. Kitabım İngilizce, İspanyolca, Portekizce, Yunanca, Flamanca ve Almanca başta olmak üzere 8 dile çevrildi ama pek çok ülkede boykot da edildi. Özellikle de Fransa'da. Sanılanın aksine Fransa'da özgür bir basın yok, çok fazla sansür var.


SİYONİST LOBİ ETKİN...

Fransa'da basın neden Filistinlilerin dramına ilgisiz?

Nedeni, Fransız basınının da kısmen Siyonist lobinin yönetiminde olması. Belki Amerika'da olduğu kadar değil ama ona yaklaşmış durumda. Bu Siyonist etki Amerika'da bilinirken, Fransa'da pek kimse tarafından bilinmiyor. (Fransız hükümeti bunu eleştiriyor ama baskı yüzünden pek bir şey yapamıyor.)


Fakat orada Müslüman azınlığın sayısı oldukça fazla. Bunun bir anlamı yok mu?

Fransa en büyük Yahudi ve Arap azınlığına sahip Avrupa ülkesidir. Yalnız bu iki azınlığın şöyle bir farkı var; sayıları 5 milyonu bulan Müslüman azınlığın kayda değer bir gücü söz konusu değil. Genelde önemsiz işlerde çalışıyorlar. Buna karşın Yahudiler eğitimliler ve güçlerini kullanmayı iyi biliyorlar. Üniversitelerde çalışıyorlar, medyayı ve toplumu ve hatta siyaseti kontrol eden güç durumundalar. Dolayısıyla bu boykota ben şaşırmıyorum.


İsrail'in 33 gün süren katliamına dünyanın seyirci kalması sizi nasıl etkiledi?

Bu çok korkunç bir şey ama İsrail'den de beklenen buydu. Çok üzücü ama Amerika'dan da beklenen tavır daha farklı değildi. Benim için İsrail ve Amerika'nın tavrından daha ürkütücü olanı Avrupa'nın yapılan katliama karşı çıkmaya korkması oldu.. Çünkü Avrupa da Siyonist etki altında ve artık gerçekleri göremiyor. Filistinlilere yapılanların ne denli korkunç olduğunu bir çocuğun bile anlayabileceği bu vahşeti Avrupalılar, medya yüzünden en az yirmi yıldır göremiyorlar. Buna rağmen gerçeği gören ve üzülen insanlar da var Avrupa'da. Ama onlar da ne yapacaklarını bilemiyorlar. Çünkü hükümetleri onlardan farklı hareket ediyor.


Türk toplumunda İsrail'e karşı gerçek bir tepki görebiliyor musunuz?

Türk hükümetinin sağlam bir duruş sergilediğini, Meclis Başkanı Bülent Arınç ve Başbakan Erdoğan'ın da doğrunun arkasında olduklarını görüyorum. Lakin, -bunu söylemek çok üzücü de olsa- Türkiye büyük oranda Amerika'ya bağımlı durumda. Bu da Türkiye'nin aynı zamanda İsrail'e de bağımlı olduğu ve özgür hareket edemediği anlamına gelir. Türk insanının Filistin ve Lübnan insanları yanında olduğunu biliyorum ama hükümet “dikkatli” olmak zorunda.


BARIŞ ÇOK ZOR...

Bugün için ateşkes sağlandı fakat sorun bitmiş değil. Lübnan için çözüm nerede duruyor?

Lübnan için çözüm kolay değil, çünkü Lübnan'ın bir Hıristiyan azınlığı problemi var ama bunu göstermekten kaçınıyorlar. Siyasi güce sahip olanlar hep Hıristiyanlar ama şimdi Müslümanlar da çoğunluk olmaya ve bu güce dahil olmaya başladılar. Bu ikilik bölgede kendini hissettiriyor. İsrail Lübnan topraklarından çıkar ancak Güney Lübnan'daki Şeba Çiftliklerini elinde tutmak ister. Hizbullah da “Şeba Çiftliklerini geri almadıkça silahsızlanmayacağım” dediğine göre sorunun ne kadar karmaşık olduğu ortada. Lübnan'ın düzenli büyük bir ordusu da yok, gönüllü askerlerden oluşan ordusunda gerçek bir bütünlük de yok. İsrailli bir arkadaşım “1967'de aldığımız, barış ve huzura mani olan bu topraklar onlara geri vermeliyiz. Mısır'la da barışmak istiyorsak onlara da Sina'yı geri vermeliyiz” dedi. Görüldüğü gibi zor bir durum. Ama çözülmek istenirse de böyle basit bir çözümü var işte.


“Amerika yıllardır savaş için para verebiliyorsa barış için de verebilir” diyorsunuz. Barış ihtimali var mı sizce?

Dünya şunu anlamalı ki, bu sorunu çözmeyi ne kadar geciktirirsek terörizm de o kadar büyüyecektir ve kazanacaktır. Ölenler ve kaybedenler sadece İsrail ve Filistin olmayacak, Batı da aynı şekilde kaybedecek. Bencilliğimizin ve kayıtsızlığımızın ahlaksızlık olmasının yanısıra çok tehlikeli bir tutum içindeyiz. Tepki göstermeyi ve siyasilerimizi harekete geçirmeyi öğrenmemiz gerekiyor… Amerika bu şekilde davranmaya devam ettiği ve neo-Hıristiyanlar (fanatik olanlar) tamamıyla İsrail'i desteklediği sürece bir barış şansı yok maalesef.


Barışı imkansızlaştıran ne?

Barış için Avrupa'nın bir rolü olabilir ama İsrail yanlısı medya tarafından yanlış yönlendiriliyor. Batı dünyası olarak biz tamamen bilinçsiziz. O yüzden Londra'da, Madrid'de ve Paris'te vuku bulan terör olaylarını şaşkınlıkla karşılıyoruz. Ama ne bekliyorduk ki? Bunlar genç insanlar ve ellerinden aileleri alınıyor, gözleri önünde işkence ediliyor, bir kaos içindeler ve gelecek adına umut verici hiçbir şeyleri yok. Tabii ki çılgına döner, karamsarlığa düşerler ve karamsarlığa düşen de her şeyi yapabilir. Sivilleri öldürmek gibi eylemleri elbette desteklemiyoruz, ama neden o yolu tercih ettikleri psikolojik olarak anlaşılabilir bir şey. Eğer tüm sevdiklerini kaybetmiş, umut adına hiçbir şeyi kalmamış birinin gözüyle bakabilirseniz onu intihar komandosu olmaya götüren süreç de netleşir. Toprağı işgal eden ordu ile toprakları işgal edilen insanların dramı var orada.


KADINLAR BARIŞ İSTİYOR

İsraillilerden duyduğunuz bir barış sesi olmadı mı?

“Bir gün ölürsek bunun tek sebebi işgal ettiğimiz topraklar olacak ve bu çok acı verici” diyen İsrailliler oldu. Filistinlilere yardım eden İsrailli küçük bir grup var. 30 yıldır Filistinlilere yardım eden kadınlara İsrailliler “Arapların hayat kadını” olarak bakıyorlar. İsrail'de zulüm ve işgalin farkında olanların işi çok zor.


Barışı en çok kimler istiyor?

Kadınlar. Çocukları ölmüş İsrailli kadınlar işgali protesto ediyorlar. Filistinli kadınlar çocuklarını barikatlarda kaybediyorlar ama barış istediklerini erkeklerden daha rahat söylüyorlar. Çünkü acıyı en çok anlar biliyorlar. Oğullarının, kocalarının akşam eve gelip gelmeyeceğinin endişesini artık taşımak istemiyorlar. Gençler bıkmışlar. Filistinlilerin evlerinin yıkılmasını engellemek için İsrail buldozerlerinin önüne geçen Jeff gibi İsrailliler var; “Filistinlilerin acınmaya da sempatiye de değil, yardıma ihtiyacı var” diyor ve onlarla birlikte direniyor. İşgal edilmiş topraklarda askerlik yapmayı reddeden İsrailliler de var.


İNTİHARA HAZIRLAR...

Umutsuz ve geleceksizlik onlara “Ölümden başka çare yok” mu dedirtiyor?

Konuştuğum pek çok Filistinli genç “intihar komandosu” olmaya hazır olduklarını söyledi. Çünkü tutunacak hiçbir umutları kalmamış ve bundan dolayı hepimiz suçluyuz aslında. Eğer Filistin'de yaşanılanları daha iyi yorumlayabilseydik, oradaki insanları daha iyi anlayabilseydik sokaklara çıkar, tepkimizi gösterirdik ve hükümetlerimiz de bize kulak verirdi, destek olurdu. Ama biz konforlu evlerimizde hiçbir şey yapmadan yaşamayı tercih ediyoruz. Ne diye şaşıp kalıyoruz ki bombalamalara.


Bu süreç daha büyük olayları tetikleyebilir mi?

Filistin'de yaşanılanlardan sonra, intihar komandolarının eylemleri ve terörde artma olması beklenirdi. Fakat terörün artmaması beni şaşırttı. Irak olaylarına sessiz kaldık, Filistin'e de aynısını yaptık, Lübnan'a da. Yarın belki Suriye ve İran'a da bu şekilde sessiz kalacağız, bilemiyorum. Tüm bu olanlara göz yumuyor, tatile çıkıyor, konfor içinde güzel hayatlar yaşıyoruz. Bunların karşılığında ne olacak hiç düşünmüyoruz. Elbette bir karşılığı olacak. Daha büyük terör olayları vuku bulacak Batı dünyasında.





Bir İsrailli bana 'Filistinlilere nefreti biz öğrettik' dedi


Filistin'de yaptığınız röportajlarda sizde kalan en çarpıcı hikaye nedir?

Tüm hikâyeler çok çarpıcıydı, hepsi birbirinden zordu. Küçük Filistinli çocuk mesela: okuldan geliyor ve İsrail askerleri üç dört el ateş ediyor. Çocuğun yaptığı hiçbir şey yok. Anlattığına göre ona ateş etme oyunu oynuyorlar İsrail askerleri. Bu çocuğa İsrail için ne düşündüğünü sordum; kiminin iyi, kiminin kötü olduğunu söyledi, “bana ateş edenler kötü, yardım edenler iyi” dedi. Bir daha hiç yürüyemeyecek 12 yaşındaki bu çocuğun bu olgunluğu çok etkileyiciydi.


Çocuklara rüyalarını sordunuz mu?

Bir İsrailli avukat bana şöyle dedi: “Filistinliler nefretin ne olduğunu bilmezdi, biz onlara nefreti öğrettik.” Çocuklar rüyalarını anlattılar bana. O kadar umutsuzlar ki, “ne istersin” dediğimde “portakal yemek” diye cevap veriyorlar. Evlerinin defalarca yıkıldığını, ailelerinin götürüldüğünü ve arkadaşlarına işkence edildiğini görmüşler.


Ölümden kurtularak, en yakınlarını kaybederek hayata kırık tutunan çocuklar, hayaline sinmiş olan, ölüm, savaş, bombalar ve enkaza dönmüş evleriyle büyüdüklerinde daha çok barışı mı intikamı mı hayal ederler?

Bu çocukların normale dönmesi elbette çok zor. Hatta imkansız. Çok güçlü ama nefret dolu olacaklar. Bu da onları intihar komandosu olmaya sürükleyecek. Böyle o kadar çok çocuk var ki Irak'ta, Filistin'de, Lübnan'da. Bu yüzden Batı dünyası böyle tehlikeli bir yer şimdi. Tabii ki bu çocuklar barışı istiyorlar ama kimse onlara barış vermiyor, aksine üzerlerine bomba yağıyor.


15 yıl Ortadoğu muhabirliği yaptınız. Bu sürede Ortadoğu'nun sizde bıraktığı iz nedir?

Muhabirlerin olanları doğru aktarmayışı beni rahatsız ediyor. Haber aktarımı çok çarpıtılabilir bir şey ve bunu yapan çok gazeteci var. Tüm dünyadaki ekonomik menfaatler yüzünden gazeteler bağımlı vaziyetteler, özgürce yazamıyorlar. Ben gazeteciyken daha farklıydı, daha özgürdük, gördüğümüzü yansıtabiliyorduk, şimdi böyle değil. O yüzden artık gazeteci değilim.


Ortadoğu'da Osmanlı döneminde sağlanan birliğe ne oldu?

Bu konu hakkında Avrupalı diplomatların, daha çok Fransızların bir yaklaşımı var, diyorlar ki: “artık Osmanlı İmparatorluğu'nun olmaması ne kötü. O zaman konuşmamız gerektiğinde bir kişiye gidiyorduk, şimdi öyle çok kişi var ki kime gideceğimizi bilemiyoruz.” Bu çok ironik çünkü bunu söyleyenler Osmanlı'ya son veren Avrupalılar.


18 yıl önce