|

Kılıçdaroğlu ile yaşanan değişim değil botokstur

AK Parti Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, CHP'nin BM Raporu'na ilişkin tavrını eleştirdi. CHP'nin “dünyayı pergel, cetvel ve gönye ile yönetebileceğini sandığı için AK Parti'nın dış politikasını anlamasının mümkün olmadığını” söyleyen Çelik, CHP'de yaşanan süreç için de; “Kılıçdaroğlu ile yaşanan değişim değil botokstur” dedi.

Murat Aksoy
00:00 - 12/09/2011 Pazartesi
Güncelleme: 00:05 - 12/09/2011 Pazartesi
Yeni Şafak
Kılıçdaroğlu ile yaşanan değişim değil botokstur
Kılıçdaroğlu ile yaşanan değişim değil botokstur
Son haftalarda Kürt sorununun yeniden şiddetin yükselmesini konuşurken Mavi Marmara Baskını ile ilgili olarak BM'nin hazırladığı Palmer Raporu geldi.
Rapor önce sızdırıldı sonra açıklandı. Rapor açıklanmadan önce Türkiye sorunun diplomatik çözümü için sürekli çaba harcadı. Ama sonuçsuz kaldı. Rapordan sonra Türkiye hemen B Planı'nı açıkladı. Türkiye'nin açıklamalarına birçok ülke ve uluslararası kurum destek verdi.
Bu hafta Söyleşi-Yorum'da AK Parti Dış İlişkilerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik var. Çelik, İsrail'den Kürt sorununa ve BDP'ye, CHP'den yeni anayasaya kadar önemli konuları konuştuk. Çelik sadece siyasi kişiliği ile değil entelektüel yönü ile de önemli tespit ve açıklamalar yaptı.

Türkiye-İsrail arasında yaşanan duruma ne ad vereceğiz?

İsrail ile Türkiye arasında yaşananlara kriz gibi bir ifade doğru değil. Açıkça İsrail'in hukuk tanımaz saldırganlığı sözkonusu. İsrail ve Türkiye arasındaki kriz gibi ifadelerle konuya yaklaşmak bile hala İsrail lehine denge arayışlarının mahsulü. Bizim İsrail devletiyle ve halkıyla bir sorunumuz yok. Mesele İsrail hükümetinin düzenli ordusuna emir vererek uluslararası sularda masum insanları terörist bir eylemle katletmesidir. Geçmişte buna benzer eylemlere çok imza attı İsrail.

Neden o zamanlarda böyle bir itiraz olmadı, zamanında sessiz kalındığı için mi bu noktaya gelindi?

Evet. Her defasında muhatapları sustu. Şimdi susmayan bir Türkiye var. Bunu karşılıklı üretilmiş bir kriz gibi sunmak, uluslararası sistemin gizli kodlarını ya da birilerinin zihnindeki İsrail her zaman haklıdır düşüncesini çıplaklaştırıyor. İsrail bir katliama imza atmıştır.

Ama Türkiye'nin beklentileri hala karşılanmadı...

Zaten şu andaki durumun nedeni de bu. Yani İsrail yaptığı bu katliam karşısında özür, tazminat ve Gazze ablukasının kalkması şartları yerine getirilmelidir. Aksi halde İsrail Türkiye ilişkileri asla normalleşmeyecektir. Türkiye meşru bütün siyasi ve hukuki zeminlerde İsrail'in karşısında yer alacaktır.

GAZZE MİLLİ MESELEMİZDİR

Gazze'deki ablukanın kalkması da bu şartlardan biri mi?

Evet. Bu noktada Başbakanımızın Gazze ablukasının kaldırılmasını bir şart olarak ortaya koyduğunun altını çizmek gerekir. Başbakanımız Gazze'deki insani dramın Türkiye'nin milli meselesi olduğunu ilan etmiştir. Bu son yarım asırlık dış politika zihniyetinde bir devrime işaret ediyor. Türkiye artık sınırları içindeki meselelerle sınırlı bir milli mesele tanımına sahip değil. Bilinen milli meselelerde bile statik pozisyonda kalmayı yeğleyen dış politika anlayışı bakımından bu dinamik bir yaklaşımdır.

Milli sorun tanımının değişimimi bu?

Geçmişte Özal'ın Bosna'ya yaklaşımında da sınırları aşan, soydaş ve dindaşlarımızı ilgilendiren meseleleri milli duruşun parçası yapma arayışı vardı. Ama bu her zaman çekimser ve angaje olmayan bir tutumla ele alındı. Şimdi ise Türkiye Gazze meselesine angajedir. Gazze artık milli meseledir. Bu dış politika anlayışımızda devrimdir. Bu zihniyet değişikliğine hazır olmayan yerli analistlerin bir kafa karışıklığından öte ürküntü içine girmeleri dikkat çekici. Türkiye'nin yüksek performanslı dış politikası karşısında rakip bazı devletlerin operasyonlarını dikkatle takip ediyoruz. Bu doğal bir durum ve gerek yumuşak güç ile gerekse başka meşru mekanizmalarla bu faaliyetleri bertaraf edecek kabiliyet ve güce sahibiz. Fakat dış politikamızı aritmetik dört işlem mantığı içinde tutmaya çalışan yerli odakların durumları çok daha vahim.

4 KEZ 'ÖZÜR'E YAKLAŞTILAR

Rapor öncesinde hep diplomasi devredeydi, neden olmadı?

Unutmayalım ki, Türkiye sonuna kadar diplomatik çözüm kapısını açık tuttu. İsrail dört kere özür dileme aşamasına geldi. Ama her seferinde iç politikasının kısır denklemlerinde boğuldu. Bugün İsrail kendi hükümeti tarafından abluka altına alınıyor. Kendi hükümeti İsrail'i gerçeklerden ve dünyadan izole ediyor. Bu İsrail'in geleceği için en büyük tehdittir. Bugün İsrail'de yüzbinler hayat pahalılığına karşı yürüyor kendi çocuklarının geleceğini garanti altına almak için. Ama esas kendi Hükümetlerinin korsan eylemlerle İsrail'i damgalayan politikalarına karşı yürümeliler. Museviler insanlık tarihine büyük dehalar armağan etmişlerdir. Müzikte, felsefede, düşünce dünyasında, sanatın diğer alanlarında büyük dahiler Musevi kültür mirası içinden çıkmıştır. Bu birikim insanlık adına saygıdeğerdir. İsrail şimdi bu büyük mirası Lieberman gibilere devretmek istiyor, buna en çok karşı çıkması gereken Musevi dünyasıdır. İsrail hükümetinin zihniyeti saygın değildir.

Peki sonuç ne olacak?

İsrail'in uluslararası sularda masum insanları katletmesi ne tür kara propaganda yapılırsa yapılsın ört bas edilemeyecek. Bazı formatlanmış zihinleri manipüle etse de İsrail vicdanları etkileyemez. Üstelik yeni bir devrim çağına girdik artık vicdan ve akıl arasındaki mesafe kalkıyor. Yeni vicdani akıl bu saldırgan zihniyeti mahkum etmektedir. Buna karşı İsrail hala eski taktiklerle yol gideceğini sanıyor. Palmer Raporu'nu defalarca erteleterek, Türkiye ile anlaşma yolu arıyormuş gibi bir izlenim yarattı. Klasik taktiklerini uyguladı. Sonuçta öyle bir rapor çıktı ki...

RAPORUN KARŞILIĞI YOK

BM'nin ruhuna aykırı eleştirisi var....

Rapor, Gazze ablukasını meşrulaştırarak bütün Doğu Akdeniz'i İsrail'in gölü haline getiriyor. Yani İsrail İspanya'dan yola çıkmış bir yardım gemisini İspanya karasularının hemen dışında bombalayabilir bu raporun mantığına göre. Gerekçe ne? Gazze ablukası. O abluka gayrı meşru ve gayrı insanidir. Uluslararası hukukta ve teamüllerde yeri yoktur. Zaten İsrail sadece 1908 yılında İngiltere'nin uyguladığı bir ablukayı referans gösteriyor. Buna karşı iki cevabımız var. Birincisi abluka gayrı meşrudur ve gayrı insanidir diyoruz ve Lahey Adalet Divanına gideceğiz. İkincisi Akdeniz'i İsrail'in gölü haline getirmeye çalışan, korsanlık sahnesi haline sokmaya çalışan bu tutuma karşı seyrüsefer güvenliği için gereken tedbiri muktedir bir devlet olarak alacağız.

Bölgede büyük bir değişim yaşanırken İsrail kendini izole etmeye devam ediyor. Neden?

İsrail saldırganlığı aynı zamanda bölgedeki yeni durumda kendini daha izole eden bir çerçevenin ortaya çıkmasına yol açıyor. Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki değişim dalgaları zamanın ruhunu temsil ediyor. İsrail ise zamanın ruhunun tersine ilerliyor. İsrail'e yönelik tepki antisemitist bir tepki değildir. İsrail'e dönük tepki, diktatörce davranmasından ve diktatörlerin hamisi olmasından kaynaklanıyor şu an. İsrail kaderini diktatörlere endeksliyor, diğer halklar ise kendi kaderlerini diktatörlerden kurtarmaya çalışıyor. Bu nedenle bugün halkların gözünde İsrail hükümetinin politikaları bir politika olma meselesini aşmıştır.

Ne demek bu?

Artık halkların varoluşlarına karşı gaspçı bir tutumu simgeliyor. Değişimin ruhu ve devrimci ahlak bunu kabul etmiyor. Bir yanda adalet, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik diyen halklar öte yanda ise bunları kendi düşmanı ilan etmiş bir İsrail hükümet zihniyeti var. Gerilim ve çatışma alanı politik olmaktan önce ahlakidir. Bu adalet ve özgürlük ahlakından beslenen politik değişimin karşısında kimse duramaz. Sadece birileri bunu gaspetmeye çalışır.

FİRAVUNLAR KIZILDENİZ'DE BİR KEZ DAHA BOĞULACAK

Bölgedeki değişimin anlamı ne?

Ortadoğu'daki değişimin anlamı, halklar özgür olmakta özgür olduklarını ilan etmişlerdir. İstihbarat devletleri sosyal medya tarafından yıkılıyor. Diktatoryal istikrar kavramı demokratik değişim tarafından mağlup ediliyor. Develere binerek ellerinde sopalarla ve silahlarla halkı katleden zihniyete karşı twitter devrimi yeni çağın kapısını açtı. Firavuna karşı Musa, silaha karşı asa her gençte temsil ediliyor. Kızıldeniz yarıldı ve halklar varoluşşsal yürüyüşlerinde hiçbir engel tanımayacaklarını ilan ettiler. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Adalet, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik aleyhine siyaset yapılamayacak ve düzen kurulamayacak. Özellikle Mısır'daki bitmeyen devinim, inişlerin ve çıkışların ötesinde, Kızıldeniz'in geçileceğini, Firavun ve ahalisinin Kızıldeniz sularında boğulacağını gösteriyor.

Suriye'deki gelişmeler ne olacak?

Esad ve benzerlerinin direnişi, onların yanında güya Batı'ya ve emperyalizme karşı yeni bir cephe kaptırmayalım diye saf tutanların duruşu artık bir trajedinin sayfalarıdır. Kendi halkına silah çeken, kanla iktidarda kalmaya çalışanların son temsilcileri de dünyadan gidiyor. Bu dalga Doğu'yu da Batı'yı da sanılanın çok ötesinde etkileyecek. Türkiye Ortadoğu'daki devrimci değişimin kalbindedir. Değişimin kimyasal yoğunluğu Türkiye formülüdür. Rol modeli Türkiye modelidir. Bunu biz söylemiyoruz. Halkların tercihi budur. Türkiye'de hayat bulan sentez bu değişim dalgalarının kimyasal terkibini oluşturuyor. Bu bölgelerden gelen gençlere gece gündüz Türkiye modelini anlatıyoruz. Milli mücadele sırasında mazlum halklara kurtuluş savaşları için ilham veren Türkiye, bugün bir kere daha mazlum halklara ilham vermektedir. Dün kurtuluş için ilham verirken bugün onurlu bir gelecek için ilham kaynağı oluyoruz. Türkiye'nin emperyalist olmayan amaçlarla bölgeye ilgi gösterdiğini en çok bölgedeki halklar anlıyor ve ifade ediyor.

Başbakan Mısır'da ne mesajı verecek?

Çok önemli mesajlar verecek. Hem Kahire Üniversitesi'nde hem de Arap Ligi'nde çok tarihi iki konuşma yapacak Başbakanımız.


Kürt sorununda neden yeniden çatışma sürecine girdik?

Kürt sorunu konusunda bu dönemde alınan mesafe hiçbir dönemde alınmadı. Mesafeden daha önemlisi eksendir. Bu dönemde Kürt sorununda çözüm ekseninin demokratik perspektif olduğu devlet politikası olarak tescil edildi. Otoriter yöntemlerden demokratik yönteme doğru meşru bir eksen kayması yaşandı. Bu Türkiye'de Kürt sorununun çözümü açısından atılmış en temel adımdır. Demokratikleşmenin ise sürekli bir politika olacağı her vesileyle vurgulandı ve uygulandı. Hakikaten inkar ve asimilasyon politikalarına karşı Hükümetlerimiz kararlı bir mücadele verdi. İnkar ve asimilasyon politikalarının paradigması kadar, bunun uygulayıcısı mekanizmalar da kaldırıldı. Ayrıca bu politikalar adına devlet içinde devletleşmiş çetelerle en kararlı ve cesur mücadele bizim dönemimizde veriliyor. Bu bir varlık yokluk mücadelesi olarak ele alındı.

Çözümü de o kontekste mi ele alıyorsunuz?

Bu bir iktidar mücadelesi değildir. Millet adına verilen meşru bir mücadeledir. Meşru devlet düzenini tesis etmenin bedelinin darağacı olduğu dönemler cesaret ve vizyonla geçildi. Hiç de kolay olmadı. Bu mücadelenin kamuoyuna yansıyan kısmı gerçeğin binde biri değildir. 150 yıllık bir yol 10 yılda yüründü. Bu noktada meşru devlet düzenini zedeleyen her şeye son verildi, veriliyor. Kürt sorunu devletin Kürt vatandaşlarına meşru devlet düzeni dışındaki yaklaşımlarının neticesidir. Bunun ilacı meşru devlet düzeni içinde demokrasinin standartlarının yükseltilmesidir. Bu noktada inişler çıkışlar olması normaldir. Toplumsal nitelik kazanmış olayların gidişatı öyle navigasyona verileri yükleyip arabanın nereye gideceğini ekrandan görmek gibi kestirilemez. Esas olan doğrultuyu korumaktır.

BDP ANAHTAR OLMA ŞANSINI KAYBETTİ

Peki BDP ne yaptı?

Bu noktada BDP çok kötü bir sınav verdi. BDP demokratikleşmeyi hak ve hürriyetler düzeninin tesisi gibi algılamadı, bir cephe savaşı gibi algıladı. PKK adına mevzi kazanma mücadelesi olarak siyaset üretti. Bugün dışarıdan biri gelse ve Kürt sorunu adına siyaset ya da eylem yapan PKK, DTK, KCK ve BDP gibi odaklardan hangisini izlemesem bir şey kaybetmem dese, bu BDP'dir derim. Çünkü BDP hem siyasi muhatap olmak istiyor hem de kendisini hiçbir şey haline getiriyor. PKK-KCK-DTK çizgisinin tercüme bürosu olarak işlev üretiyor BDP. Oysa siyaset sahnesinde demokrasi ekseninde çok ciddi katkılar sunabilir.

Mesela...

Dün devlet asimilasyon yapıyordu, bu sona erdi bugün PKK Kürtlere asimilasyon uyguluyor. Bin yıllık otantik Kürt kimliği PKK tarafından yok ediliyor. Geçmişte JİTEM'in imza attığı işlere bugün KCK imza atıyor. Yani Kürt sorununu çözmek isteyen taraf devlet oldu, Kürt sorununu üreten taraf PKK oldu. Dolayısıyla BDP Kürtlere karşı affedilemez tarihsel bir kusur içindedir. Kürt kimliğine karşı PKK-KCK tarafından atılan mütecaviz adımların meşrulaştırıcısı rolünü oynaması BDP için kendini öteleyeceği en kötü yer. Meclise gelip gelmemeyi bile cephe savaşı taktiği içinde ele alıyorlar. Düne kadar devlet ve PKK arasında sıkıştıklarını söyleyen Kürt milliyetçisi siyasiler bugün Kandil'deki PKK, KCK ve Avrupa'daki PKK arasında sıkışmış durumdalar.

PKK POL-POT ZİHNİYETİNE SARILDI

Açılım durdu mu?

Hükümetimiz demokratikleşme perspektifinden vazgeçmiş ya da taviz vermiş değildir. Zerre kadar sapma ya da gerileme yoktur. Demokrasimizi tahrip etmeye çalışan terörist silahlı unsurlara karşı meşru savunma hakkı devletin vatandaşlarına karşı mükellefiyetidir. PKK Kürt sorunu adına eylem yapmıyor. Kürt sorunu adına eylem yapacak bir zemin yok. PKK, mikro düzeyde Kürt sorununun demokrasi yoluyla çözülmesini engellemek için makro düzeyde de, Türkiye dış politikasından rahatsız olan odakların planları adına eylem yapıyor. Bu noktada bin yıllık otantik Kürt kimliğini asimile ederek bu tutumuna robot gibi bağlı bir kitle yaratmaya çalışıyor. Kamboçya'daki Pol-Pot'un istediği gibi bir kitlesi olsun istiyor.


CHP'nin Palmer Raporu ile ilgili tepkisine tepkiniz sert oldu. Neden?

CHP siyaset bilimindeki tanımıyla siyasi parti değil. Herkes CHP'nin sosyal demokrat parti olmasını tartışıyor ama CHP parti değil ki. Anti siyaset üzerine kurgulanmış bir örgüttür. Düşünün otoriter siyasetin sembol ismi İsmet İnönü bile CHP üyesi olarak ölmedi. CHP'nin Ankara'nın başkent olmasını bile değiştirebileceğini söyleyerek 1972'de CHP'den istifa etti.

CHP'nn sosyal demokrat olma şansı yok mu?

CHP demokrasi ilişkisini tartışmak da boşuna çünkü önce siyasetle ilişkisi olması lazım. Anti siyaset bir yapının demokrat olması beklenemez. Demokrasinin oksijeni siyasettir çünkü.. Bugünkü CHP kuruluşunun 88. yılını kutluyor ama siyasal tutarlılık açısından bu doğru değil. Bugünkü CHP, 1960 ihtilalinin silahsız kuvvetler örgütü olarak doğdu. O yüzden Kılıçdaroğlu ile yaşanan bir değişim değil botokstur. Demokrasi ve özgürlükler meselesinden önce CHP halkın özgür olmakta özgür olduğunu kabul edemez. Halkın nasıl istiyorsa öyle yönetilmesi gerektiğini kabul etmek CHP'nin varlık sebebine aykırı. O nedenle kısmi demokratikleşme adımlarına desteği ya da söylemsel yakınlığı gözükse de temel konularda gerçek bir siyasi parti gibi davranması sözkonusu değil.

CHP dış politikaya nasıl bakıyor?

CHP dünyayı pergel cetvel gönye ile yönlendirilebilecek bir dünya ve Türkiye olarak algılıyor. O nedenle yeni dış politikamızı anlaması mümkün değil. Türk dış politikası artık aritmetik bir işlem değil, bir cebir denklemidir. Bu denklemin 'X'i Türkiye'dir. Bu bölgede Türkiye'siz hesap olmaz da tutmaz da. Ama dış politikayı hala aritmetik işlem gibi algılayanlar İsrail'in Türkiye'nin neredeyse yol haritası olduğunu zannediyorlar. CHP'nin İsrail konusundaki savrulması bundandır.


Anayasa konusunda nasıl bir süreç işleyecek?

Anayasa konusunda halkın söz söyleme gücünü artıracak ve etkili kılacak mekanizmalar olsun istiyoruz. Anayasa halkın istediği değişimin ve yeni Türkiye'nin nüfus cüzdanı olmalı. Metin tartışmasını TBMM'deki uzlaşma komisyonu yapmalıdır. Sihirli kavram katılımdır. En yüksek katılım ve katkı ile doğmalı yeni anayasa. Yeni anayasa, 82 anayasasının yeni bir revizyonu olmamalıdır. Sil baştan, kuvvet dengesini halk lehine düzenleyen bir metin olmalıdır.





13 yıl önce