|

Kürt siyaseti yeni bir dalgaya evriliyor

Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Hüseyin Yayman, bölgede yaşananları Kürt siyasetinde yeni dalga, paradigma değişimi olarak tanımladı. Yayman, “Yeni dalgada 'şiddet' yer almıyor. Ancak bu yeni dalganın önünü kesmek isteyenler yeniden şiddete müracaat ediyorlar” dedi.

Murat Aksoy
00:00 - 23/05/2011 Pazartesi
Güncelleme: 00:41 - 23/05/2011 Pazartesi
Yeni Şafak
Kürt siyaseti yeni bir dalgaya evriliyor
Kürt siyaseti yeni bir dalgaya evriliyor
Seçimlere az bir süre kala seçimlerden çok Kürt sorununu konuşmaya başladık son iki haftadır. Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde tırmanan siyasi gerilim tüm Türkiye'yi etkiliyor. Artan askeri operasyon, PKK'nın saldırılarını Türkiye'nin batısına yöneltmesi birçok soruyu beraberinde getirdi. Özellikle Kürt sorununun çözümü konusunda İmralı'da devlet ile Öcalan görüşürken bütün bunların yaşanması kuşkuları daha fazla attırdı.

Bu hafta Söyleşi-Yorum'da Kürt sorununu yakından (neredeyse her hafta bölgeye gidecek kadar) takip eden Gazi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü'nde Öğretim Üyesi olan Hüseyin Yayman var. Hüseyin Yayman'ın kısa süre önce SETA Vakfı tarafından "Türkiye'nin Kürt Sorunu Hafızası" isimli bir çalışması yayınlandı. Eser, bir anlamda Türkiye'nin Kürt sorunu envanterini çıkarırken, sorunla ilgili bir ansiklopedi hüviyeti taşıyor. Yayman için Kürt sorununu yakından izliyor demek biraz haksızlık olur, içinden izliyor deyimi daha doğru bir tanımlama olacaktır şüphesiz.

Kendisi Van ve Hakkari'de Başbakan'ın mitinglerini izledi. Onunla sıcağı sıcağına son gelişmeleri ve kitabını konuştuk.


Sıcak izlenimle başlayalım. Nasıldı Başbakan'ın Van ve Hakkari mitingleri?

Van mitingi Başbakan Erdoğan'ın kişisel tarihinin en parlak mitingi oldu. Özellikle kalabalık ve coşku had safhada idi. Ancak Hakkarı için aynı şeyi söylemek zor. İki ilde iki farklı tablo ile karşı karşıya olduğumuzu söylebiliriz. Ama hemen şunu ifada edeyim ki Kürt sorunu konusunda kritik günlerdeyiz.

Son dönemde artan gerilime bakarak mı söylüyorsunuz bunu?

Bu sorunun uzun bir cevabı var. Ancak yalın olarak ifade etmek gerekirse Kürt sorunu iyi bir noktaya gitmiyor. Bu tespitte bulunurken son dönemde Güneydoğu'da yaşanan olaylar üzerinden bir okuma yapmıyorum. Bölgeyi sürekli takip eden bir akademisyen olarak 'dip dalgaların' SOS verdiğini görüyorum. Sivil itaatsizlik eylemleriyle Kürt siyaseti yeni bir dalgaya geçti ve paradigma değiştirdi. Bunun yansımalarını önümüzdeki dönemde daha fazla göreceğiz.

PKK, sivil itaatsizlik eylemleriyle bölgedeki toplumsal basıncı/gerilimi yükselterek Ankara üzerinde bir baskı kurmaya ve bağlayıcı bir söz almaya çalışıyor. Bunda yeni Anayasa sürecinde Kürt siyasetinin aktif bir rol almak istemesinin de etkisi bulunuyor. Kürt siyasetini yakından takip edenler, olayların ardında daha karmaşık, daha kapsamlı ve daha derin bir toplumsal sürecin olduğunu görüyorlar.

HEDEF SESSİZ ÇOĞUNLUK

Ne gibi?

Öncelikle örgüt eylemlilik çıtasını yükselterek pazarlıkta elini güçlendirmek istiyor. Bence Ankara bunu görüyor ve bir parça da bu taktik hamleyi boşa çıkarmak ve Kürt siyasetini kendi gündemine angaje etmek istiyor. İkinci olarak Ankara Kürt siyaseti tarafından karar anına zorlanıyor. Sivil itaatsizlik eylemlerinin ve özerklik tartışmalarının ardında Kürt siyasetinin 'çözüm' konusunda Ankara'yı karar anına zorlaması ve seçim öncesi bağlayıcı bir söz alma stratejisi yatıyor.

Üçüncü olarak PKK 'sessiz çoğunluğu' yanına çekmek istiyor. Biraz önce bahsettiğimiz 'yeni dalga' veya makas değiştirme içinde PKK kendisine mesafeli duran 'muhafazakâr ve dindar' Kürtleri, örgütün çatısı altında toplamayı amaçlıyor. Şerafettin Elçi, Altan Tan gibi isimlerinin adaylıklarını bu stratejinin bir adımı olarak görmek lazım.

YENİ DALGADA ŞİDDET YOK

Bu süreç bizi yeniden 1990'lara mı götürür?

Kürt sorununda yaşanan 'dehşet dengesi' istenilse de doksanlara dönülmezine izin vermez. Ayrıca demokrasimizin geldiği aşamada Türkiye'nin yeniden bu alacakaranlık yıllarına dönmesine müsaade etmez. Bazı odaklar Kürt sorunu üzerinden Türkiye'nin istikrarsızlaştırılmasını arzulasalar da toplum buna izin vermez. Kürtler ve Türkler doksanlarda çok büyük acılar yaşadılar. Türkiye'nin o yıllara dönmesi söz konusu değildir. Ancak 1990'lar üzerinden bir korkutma ve karamsarlık yayma amaçlanmaktadır. Aslında yeni dalgada 'şiddet' yer almıyor. Ancak bu yeni dalganın önünü kesmek isteyenler yeniden şiddete müracaat ediyorlar. Yeni aşama örgütün siyasallaşma arzusu doğrultusunda "ovada" büyümek istediği bir dönem. Yeni dalganın anahtar kavramı 'sürekli eylemlilik'.

Çok Stalinist bir söylem. Sürekli Devrim teorisi vardı, onu çağrıştırıyor?

Aynen. PKK, devrimci siyasetin 'sürekli devrim' teorisini, 'sürekli eylemlilik' tezine dönüştürerek halkı sokaklarda tutarken, toplumsal tabanını genişletmeyi ve diğer aktörleri sahnenin dışına itmeyi amaçlıyor. PKK bölgede yaşanan normalleşmenin devam etmesi durumunda, Kürtlerin kendi kontrolünden çıkmasından endişe ediyor. Örgüt, devrimci şiddetle elde ettiği 'psikolojik üstünlüğü' seçim sandığına tahvil etmekten daha çok kitleleri kendisine bağlamayı amaçlıyor. Örgütün sürekli 'eylemlilik teorisi' Ankara aşırı sert tepki vermez ve soğukkanlılığını kaybetmezse geri tepebilir. Kürt siyaseti sürekli eylemlilikle 'vites büyütmek isterken, Ankara frene basıp' kontrolü elden kaybetmek istemiyor.

Bu dönüşümün anlamı ne?

PKK'nın son 30 yılda Kürt siyasetinde özgüven sağladığını ve korku duvarlarının aşılması gerçekleştirdiğini görmek gerekiyor. Kürtler önemli ölçüde "ağadan ve şeyhten" koptular örgüt şimdi Kürtleri devletten koparmak istiyor. Ancak bu yeni dalganın Ankara tarafından doğru okunduğunu sanmıyorum. 1990'larda yapılan yanlışların etkisiyle Kürt ulusalcılığı bugün umulanın ötesinde bir toplumsal tabana kavuştu ve bu tabanın tatmin edilmesi gerekiyor. Bunun yanında 'düşük yoğunluklu' şiddetle büyüyen yeni jenerasyon eylemlilik çıtasını yükselterek ve hafızayı sürekli canlı tutarak hem Ankara'ya hem de Öcalan'a mesaj vermek istiyor. Son sokağa çıkma yasağı uygulamasına ve şehit cenazelerindeki görüntülere bakınca bu değişim net olarak görülecektir.

BDP MASADA OLMALI

Bölgede Öcalan'ı aşan yeni bir ulusalcılık dalgasının geldiğini görmek gerekiyor. Yeni kuşak, Türkçe konuşuyor ancak Öcalan'dan daha ileri talepleri dile getiriyor. Yeni sürecin doğru okunması Türkiye'nin birliği ve barışı bakımından hayati önem taşımaktadır.

Devlet neyi ıskalıyor?

Murat Bey, bütün yaşananlar bir yana devletin sorun karşısında bir siyaseti yok. Devlet ödevine çalışmayan öğrenci gibi. Dün PKK'nın ortaya çıkışını ve uyguladığı 'şiddeti' doğru okuyamadı bugün ise 'sivil itaatsizlikle' başlayan süreci doğru okuyamıyor ve hafife alıyor. Geçmişte olayın hafife alınması sorunu bu aşamaya getirdi. Bugünkü ihmaller ise sorunu öngörülmeyen bambaşka bir yere götürecektir.

Muhatap almama mı temel hata?

Ben doğrusu bu noktanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Son 10 yılda Kürt sorununun çözümü konusunda 'devrim' sayılabilecek adımlar atılmasına rağmen bugün beklenen iyileşme sağlanamamışsa neden böyle oldu diye düşünmek gerekiyor. Ankara ile Kürt siyaseti arasındaki güven krizi Kürtlerde 'tasfiye' duygusunun depreşmesine yol açıyor. AK Parti bu meselede devletin Kürt siyasetini değiştirmiş olsa da bunun bölgeye yansıması KCK operasyonları üzerinden olmaktadır. 'Yok sayma ve muhatap almama' yaklaşımının Kürt siyasetinin eylemlilik çıtasını yükseltmesine ve daha da hırçınlaşmasına sebep olduğunu söylememiz lazım. PKK dikkat çekmek isteyen yaramaz çocuk gibi daha fazla sorun çıkarırken, devlet ise sorun çıkaran çocuğu daha fazla cezalandırarak, hırçınlığını ve öfkesini yükseltiyorlar.

Muhataplık nasıl olacak, BDP yi mi muhatap alacağız?

Bu çok önemli bir soru. Ankara kimi muhatap alacağına ve nasıl bir süreç izleyeceğine karar veremiyor. Bu kararsızlık hali sürecin yol kazalarına uğramasına yol açıyor. Ankara, BDP'nin de bazı hataları nedeniyle bu partiyi masada tutamazken doğrudan İmralı üzerinden sorunu çözmeye çalışıyor. Ben bu stratejinin doğru olmadığını düşünüyorum. Öcalan seçeneğinin hızla tüketilmesi sorunu içinden çıkılmaz hale getirecektir. Ona sebep burada ne yapıp edip BDP'yi masaya getirmek icap ediyor.


Geçtiğimiz ay Kürt sorunu konusunda bir anlamda başucu kitabı olacak bir çalışmanız çıktı. Kitabı nasıl özetlersiniz?

Bu kitap, dünden bugüne Kürt sorunu hakkında kaleme alınmış tüm belge ve raporların bir araya getirildiği hem analitik, hem de ansiklopedik bir kaynak saylabilir. Çalışma, 23 Nisan 1920 TBMM'nin açılışı ile başlayıp, Demokratik Açılım süreciyle son bulan 90 yıllık bir öyküyü belgeler üzerinden ele alıyor.

1925'ten 2010 yılına kadar Kürt sorunu hakkında kaleme alınan 70 rapor tarihsel arka planı, aktörleri ve metin analizleriyle irdelenirken, konuyla ilgili ilk defa böylesine toplu ve analitik bir eser kaleme alınmış oluyor. Kitabın önemli tezlerinden birine göre, Türkiye bu konuda çokça konuşuyor, ancak kararlılık gösterip sorunu çözecek ortak iradeyi sergileyemiyor.

Bu süreçte PKK ile mücadeleye harcanan parayla 120 (yüz yirmi) adet Boğaz Köprüsü yapılabilirdi.

Soruna yaklaşım konusunda nasıl bir bakış var?

Bütün çalışmada soruna bakış konusunda iki temel yaklaşım söz konusu. Bunlardan birincisini güvenlikçi yaklaşım, diğerini ise demokratik yaklaşım olarak tanımlayabiliriz. 1990'lı yıllar Kürt sorununda bir milat. Bu tarihten sonra sorun hızla toplumsallaşmaya evrildiğini ortaya koyuyor.

Neden bugüne kadar çözülemedi?

Çünkü, Türkiye'nin bir Kürt siyaseti olmadı. Kişilere bağlı bir bölge siyaseti uygulandı, kişiler değişince strateji de değişti. Bu noktada AK Parti'nin demokratik açılım süreciyle başlattığı süreç Kürt siyasetinde önemli bir paradigma değişikliği getirdi. Bundan sonra bunu geliştirmek lazım.

Peki bugüne kadar talep edilen ama gerçekleşemeyen öneri nedir?

Kürt sorununda 1990'lı yıllarda dile getirilen önerilerin bugün yüzde 90'ı karşılandı. 1990'larda dile getirilen önerilerden sadece anadilde eğitim ve af konusu çözülmemiştir. Son on yılda ve özellikle AK Parti iktidarı döneminde yapılan iyileştirmelerle Kürt sorunuyla ilgili taleplerin önemli bir kısmı karşılanmış ve Kürt sorunu, Kürtçe sorununa dönüşmüştür.

Ama bu düzenlemeler zamanında yapılmadığı için beklenen fayda sağlanamadı.


Bölgede artan gerilimin hedefi seçimlerde Kürt oylarını bloklaştırma amacı da varmı?

Doğrusu ben bu olayların birincil amacının seçimler olmadığını düşünüyorum. Yaşananların temel hedefinin, örgütün kendisine mesafeli duran "sessiz çoğunluğun" sempatisini kazanmak olduğunu hissediyorum. 29 Mart 2009 yerel seçimleri ve 12 Eylül 2010 referandum sonuçlarına dikkatli bakıldığında ne demek istediğim çok daha iyi anlaşılacaktır.

Tabiî ki bu gerilimin sandığa yönelik bir amacı var. Ama esas hedef başkadır. Bölgede yaşananları sandık üzerinden değerlendirmenin eksik ve hatalı bir değerlendirme olduğunu düşünüyorum. Bu yaklaşım Ankara'nın işine geliyor. Ankara gerçekle yüzleşmek istemiyor.

Hedef seçimler değilse, neden 7 ay önce değil ya da 4 ay önce değil, son iki ay?

Murat Bey, kamuoyu son iki aydaki olayları görüyor. Halbuki KCK operasyonlarıyla birlikte son iki yıldır bölge sürekli sokakta. Ama bu şimdi görülüyor. Neden? Çünkü seçim var ve algıda seçicilik oluşmuş durumda. Son olaylar Nevroz'la başladı ve ara vermeden devam ediyor. Ben tam da bunu anlatmaya çalışıyorum. Olaylar yeni değil ve seçimlerden sonra da artarak devam edecek...

Neden?

Çünkü Kürt siyaseti son 30 yılda çok mesafe aldı, özgüven kazandı. Ankara bunu görmüyor. Kabul edelim veya etmeyelim artık bölgede bir toplumsal akıl oluştu.

'Devlet-Öcalan' görüşmeleri devam ederken, PKK'nın Kürt sokağını paralize etmek istemesi çelişki değil mi?

Dışardan bakıldığında çelişki gibi gözükse de son tahlilde bütün bu yaşananlar Öcalan'ın elini kuvvetlendiriyor. Öcalan, devlete karşı PKK'yı, PKK'ya karşı devleti pazarlık masasına sürerek 'önderliğini' pekiştirmek ve 'tek adamlığını' güçlendirmek istiyor. Kürt sorunu askerin inisiya-tifinden çıkarken, PKK inisiyatifini terk etmek istemiyor.

ÇÖZÜM GÜVENE DAYALI İŞBİRLİĞİNDE

Kürt siyaseti ne istiyor? BDP-DTK ne istiyor, PKK ne istiyor, İmralı ne istiyor?

Devletin kararsızlığı, örgütün cesaretini artırırken yapılan taktik hamlelerle Kürt siyaseti sürekli alan genişletmesine yol açıyor. Kürt siyaseti güvene dayalı bir ilişki kurulmasını ve kendilerinin yok sayılmamasını istiyor.

Türkiye bu aşamadan sonra neler yapmalı?

Türkiye bu meselede serbest tartışma ortamını muhafaza etmelidir. Tartışma ortamı, doğruları ve yanlışları ortaya çıkartacak, gerçeklerin daha kolay görülmesine imkân sağlayacaktır. Tartışmayı engellemek, gerçekleri saklamak, meseleyi azaltmayacak aksine tedbirler yanlış olacağı için giderek büyüyecektir.

Sorunun çözümü demokratik standartların yükseltilmesi ve herkesin eşit ve birinci sınıf yurttaş olmasında yatmaktadır. Demokrasinin Türk'ün de, Kürt'ün de hakkı olduğu unutulmamalıdır.

Ne yapılamalı bu süreçte çözümü hızlandırmak için?

En başta Ankara ile Kürt siyaseti arasında güvene dayalı bir ilişki kurulmalı. İletişim kanalları açık tutulmalı ve Kürt meselesinin zamana yayılarak çözüleceği anlayışından vazgeçilmeli. Bu ilkesel tutum yanında Kürt sokağını paralize eden KCK tutuklamaları son bulmalı. Türkiye PKK'yı dağdan indirmeye mi yoksa KCK'yı dağa çıkarmaya mı çalışıyor buna karar vermeli…

Başbakan'ın mitingleri umut verici mi?

Şu anda herşey sanki 15 Haziran'a endekslenmiş görünüyor. Başbakan çözüm konusunda strateji değil ama taktik değiştiriyor ve oluşan beklentileri normalleştirmeye çalışıyor. Ama bunun arkasında 12 Haziran'dan sonra yeni açılımlar gelebilir.


Türkiye bugüne kadar terörle mücadele için yaklaşık 300 milyar dolar harcadı. Bununla, 120 Atatürk Barajı, 150 Boğaz Köprüsü yapılabilirdi.

* 1984 yılından bu yana terörle mücadeleye ayrılan kaynağın 300 milyar dolar olduğu öne sürülmektedir. Terörle mücadeleye ayrılan 300 milyar dolarla, 15 bin adet 24 derslikli okul, 900 adet 400 yataklı tam teşekküllü eğitim ve araştırma hastanesi, 150 adet Boğaz Köprüsü, 120 adet Atatürk Barajı yapılabilirdi.

* Türkiye 120 adet Atatürk Barajı'nı bölgeye yapmış olsaydı bugün zaten böyle bir sorunu olmayacaktı. Türkiye sorunla gerçek anlamda yüzleşmediği için geçici ve günübirlik tedbirlerle problemi çözmeye çalışmaktadır.

* Osmanlı'dan günümüze toplam 29 Kürt isyanı çıkmıştır. İsyanların en yoğun olduğu dönem 1925-1937 arasıdır. En uzun isyan 33 yıldır devam eden 29. isyandır.

* TBMM Göç Komisyon'un raporuna göre, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde güvenlik nedeniyle boşaltılan yerleşim birimi sayısı 3 bin 428'dir. Bu yerlerde yaşayan 2 milyona yakın yurttaşımız zorunlu göçe maruz kalmışlardır.

* Türkiye terörle mücadele amacıyla bugüne kadar irili ufaklı toplam 25 sınır ötesi operasyon yapmıştır.

50 BİN CAN KAYBI

* Türkiye Cumhuriyeti Devleti PKK ile mücadelede Kurtuluş Savaşı'ndan daha büyük kayıplar verilmiştir. Genelkurmay Başkanlığı'nın verilerine göre Türkiye Kurtuluş Savaşı'nda 10 bin 885 şehit verilirken PKK ile mücadelede 11 bin 735 şehit verilmiştir. Benzer bir durum Mete Tunçay'ın ifadesiyle Şeyh Sait isyanı için de geçerlidir.

* PKK ile mücadelede verilen kayıplar konusunda farklı istatistikler bulunmakla birlikte bütün bu rakamlar alt alta toplandığında Türkiye Cumhuriyeti kimliği taşıyan 50 bin insan hayatını kaybetmiştir.

* 1984 yılından bu yana 5 Cumhurbaşkanı, 8 Başbakan, 8 Genelkurmay Başkanı, 22 İçişleri Bakanı görev yapmış, 15 hükümet değişmiş, Olağanüstü Hal Bölge Valiliği kurulup kapatılmış ancak sorun hep yerinde kalmıştır.


13 yıl önce