Hayat bizi ikiye ayırıyor.
Direnenler ve teslim olanlar.
Direnenler;
Zaman, mekan ve olayların diline vakıf olup değişimi önceden fark ederek ona yön verenler.
Teslim olanlar;
Eskiye, eski tarza, eski ilişkilere takılı kalıp değişimi ıskalayarak onun tarafından savrulanlar.
Tecdit hayatın dinamosudur.
Değişim elbette tek başına olumlu değildir. Akıl, bilgi ve değerlerle donatılıp istikameti belirlendiğinde anlam kazanır.
Birinciler sorun çözmeye, ikinciler sorunların kökü olmaya adaydırlar.
İnsanın, toplumun, devletlerin akıl odalarına çivilenmiş asılı duran başarısızlık levhaları, yenilmişlikleri, daha yumuşak ifadeyle sıradanlık kodları yere düşüp kırılmadan onların o 'halden' çıkmaları beklenemez.
Halin iyileşmesi ve değişimin değerler dünyasında anlam kazanıp toplumu bir üst noktaya taşıması kolektif akılı ve kolektif şuuru mayalayacak bireylerle olur.
Toplumuna teslim olmamış, onun önünden ileriye doğru koşanlarla.
Azimle inadı birbirine karıştırmayanlarla.
Olayları önceden görebilenlerle.
Zamanın ruhuna inebilenlerle.
Bir kitaba isim olan ve benim çok tuttuğum 'ömrümden uzun ideallerim var' cümlesini güzelleştiren asil direnişin sahipliğiyle.
Topluma, kendine, alışkanlıklara, ideolojilere, statükoya direnmekle…
Toplumsal değişimler ve büyük devrimler kendi aktörlerini çıkarır hayatın içinden.
Aktör olmaktan düşüp kaybolanlar gövdelerinin gölgesine sığınan aile, toplum ve devlet hayal edenlerdir.
Gölgenin gölgesi olmaz.
Onların heykelleri kolay kolay dikilmez.
İnsanı; 'değer ömrü' ve 'önem ömrü' olarak da bir kere daha tasnif edelim.
Kim önemlidir kim değerledir onu da zamana bırakılım. Zamanın sayfalarında okunuyor mazi. Görülen o ki, önemliler o kadar önemli değil, değerliler de o kadar değerli değil.
Çok az insan bir ışık gibi parlıyor orada.
Ne kadar çok aldanmışız...
NOT: Bu cümleler gerçek olay ve gerçek şahısları konu almamıştır. Tamamen hayal ürünü durumlardan esinlenmedir. Gerçek olan KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile konuştuğum ve Kıbrıs'ta çözüm arandığıdır.
Benim Kıbrıs Türk halkının veya Türkiye'nin çıkarlarını rencide edeceğime dair kaygı taşınmıyor bugün. Bazılarında hala 'güvensizlik' varsa o da bir vehimdir. Vehimleri aşmak kolay olmuyor. Ben kendimi biliyorum. Kıbrıs'ta yürüttüğüm politika sadece Kıbrıslı Türklerin değil Türkiye'nin de önünü açacak bir politikaydı. Muhalefetteyken söylemiştim; gün gelecek Türkiye bu politikayı takdir edip bana da teşekkür edecek. O gün yakındır.
Büyük ölçüde…
Bir çok fonksiyonuyla bağımsız bir devlet olarak çalışıyoruz. Ama dünya ile doğrudan uluslararası ilişkimiz olmadığı için Türkiye'nin etkisi çok fazla KKTC'de. Uluslararası ilişkiniz bir tek ülkeyle olunca haliyle ondan etkilenmeniz ve ona bağımlılığınız artıyor.
Oluyor tabii. Türkiye'nin yanlış ekonomi, yanlış siyasi politikası varsa ondan etkileniyorsun. Dünyanın bütün ülkeleri ile temasımız olsa bu yanlışları daha az hisseder, başka bir ülkenin doğrusunu alırız. Ama bu olanağımız olmayınca o sıkıntıyı yaşıyoruz. Rumlar da Yunanistan'dan etkileniyorlar, ama bizimden daha az...
Eğer Türkiye'de bu değişim yaşanmasaydı, büyük ölçüde KKTC'de değişim yaşanmazdı. Çünkü Türkiye, bizdeki değişimi bastırırdı. İki değişim bir araya gelince uluslararası sistemin anlayabildiği ve benimseyebildiği dille ortaya koyduğumuz yeni politikamız dünya çapında anlam kazandı. Sayın Erdoğan'ın politikasının Türkiye'de egemen olması çok işimize yaradı.
İyi görüşüyoruz, Kıbrıs sorununa bakış açılarımız benzeştiği için çok daha iyi anlaşıyoruz. Çok büyük avantaj oldu.
Hepsiyle iyi diyebilirim. Askerle ilişkilerimiz hükümet üzerinden sürüyor. Hükümetle ilişkilerimiz iyi olunca askerle de iyi oluyoruz. Ülke hükümetten sorulduğuna göre…
Türkiye'nin kendi içinde bazı sorunları var ama dış temas açısından muhatap hükümettir.
Bize fazla yansımış değil. Askeri gündeme basın taşıyor. Genelkurmay başkanının orduda ciddi bir politika değişikliğine gittiğini görmedim.
Referandumda eğer biz hayır oyu verseydik çoktan işgalci konuma düşmüştü asker. Biz evet deyince ve Türkiye'de destekleyince, yani Kıbrıs sorunu çözülünce Türk askeri çıkacak dediğimiz için kimse 'işgalci' diyemiyor. Türk askeri adadan çekilsin diyen bir tek Avrupalı yok, bazıları biraz sayıyı azaltın diyorlar o kadar.
Zemin yoksa oluşturulmaya çalışılıyor. Bildiğiniz gibi Rum liderle 8 Temmuz'da bir anlaşmaya vardık. Ancak anlaşmanın uygulanmasında ciddi sorunlar yaşıyoruz.
Biz çözümden yanayız. Kıbrıs Türk hükümeti de Cumhurbaşkanı da kendini çözüme adadı. Çözümü başka bir bahara ertelemek isteyen Rum liderliği de 8 Temmuz anlaşmasını ya çarpıtarak, yada yapılacak çalışmaları erteleyerek süreci olabildiğince geciktirmeye çalışılıyor. Direnen Rum tarafıdır. Onların yüzden çözüm için gerekli zemin hazırlanamıyor.
Bu şekilde baktığınızda doğru. Ama ahlaki olarak ve uluslararası ilişkiler açısından Kıbrıs sorununun devamı uluslararası toplumu rahatlığa sevk edebilir mi!
Uluslararası toplum sonuçta bir çok başka ilişkiden de etkileniyor. Kıbrıs sorunun devamı örneğin Türkiye'nin AB ile ilişkilerini de zehirliyor. AB açısından Türkiye'nin önemini düşünecek olursak AB'nin Kıbrıs sorununun çözümünü istemesi gerekiyor. 700 bin kişilik bir ülkenin kaprisleri AB'nin dış politikasının ana ekseni olursa o zaman AB büyük sorunlarla karşılaşacak demektir. Bana göre Kıbrıs'ta çözüm için çalışmak uluslararası toplumun ya hedefi haline gelecek yada gelmiş durumda.
KKTC'deki limanlara tecrit devam ettiği sürece, Türkiye'nin limanlarını Rum tarafına açması bize çok şey kaybettirir. Geri adım olarak görülür ve büyük moral bozukluğu oluşturur. Rum tarafının mantıksız isteklerine boğun eğme olur. Son tahlilde limanlar tecrit kalkmadan açılırsa Rum tarafı ve Yunanistan her istediğimi alıyorum diyerek sınır tanımayacak ve işi Türkiye'nin Güney Kıbrıs'ı Kıbrıs olarak tanıması sürecine kadar götürecektir.
Veto tehdidini ileriye götürebileceklerini düşünmüyorum. Böyle olsa bile göze alınabilir. Türkiye'nin süreci düz bir yol değil, daha bir sürü sorunlarla karşılaşacak…
Ben hükümeti kurduktan sonra KKTC'nin politikası değişti. Çözüm için politika. Annan Planı'ndaki parametreler çerçevesinde...
Adını söylemiyor ama vazgeçmiş değil. 40 yıllık müzakerelerden sonra oluşmuş bir plan o.
Evet. Türkiye Kıbrıs'ı biraz fazla iç politika hususu haline getirdi. Bunun bir sürü nedeni var. Kıbrıs sorununun başlangıcından kaynaklanıyor. 1948'de Türkiye'de 'Kıbrıs Türk Kültür Derneği' kurulduğunda 'Türkiye'nin politikasına aykırı' diye kapatıldı. 1950'lerde Türkiye'nin Kıbrıs sorunu yoktu. 1954-56'da Türkiye Londra Konferansı'na davet edilince Kıbrıs sorunu Türkiye'nin sorunu haline geldi. Bunu da Türk halkı sağladı. Halk Kıbrıs sorunuyla doğrudan ilgili hale gelince politikacılarda oy için kullanmaya başladılar.
Hepsi kullandı. Hamasetin bir parçası olarak kullandılar. Tek kullanmayan şimdiki hükümet oldu. Sorunu çözmek isteyen Kıbrıs'ı kullanamaz, ama sorunu çözmek isteyenin aleyhine kullanılabilir, nitekim şimdiki AKP hükümeti aleyhine bazıları kullanıyor Kıbrıs'ı.
İnsan değişiyor, çünkü düzen değişiyor. Ben muhalefetteyken, iktidar Kıbrıs sorunun çözümsüzlüğünden, adanın bölünmesinden, Türkiye'nin AB sürecinin akamete uğramasından yanaydı. Onu oradan attık ve yerine geldik. Biz çözümden ve AB içinde yer almaktan yanayız. Hem koşullar değişti hem de pozisyonlar. Politikalarımda bulunduğum mevki itibarıyla değişiklikler olmakla birlikte genel düşüncemde bir değişiklik olmadı. Eskiden kendi iktidarıma muhalefet ediyordum, şimdi Güney'de aynı çözümsüzlüğü sürdürenlere muhalefet ediyorum. Bende muhaliflik sürüyor.
Çöktü. Eski savunucuları da artık savunmuyor onu. Bir tek Denktaş savunuyor, tek başına.
Türkiye ile bağlantılı olarak var.
Tanıştık… Bizdeki derin devlet güçlü değil, Türkiye desteği olunca güçleniyor.
Olmaz mı, zaman zaman oluyor…
Son derece zayıf. Güçlü bir muhalefet olsa iyi olurdu. Hükümet icraatlarındaki sıkıntıları, zayıflıkları, laçkalıkları ortadan kaldırırdı.
Teklif ettiler, size bir sıkıntı olmasın dedim. Olmaz dediler. Ben de kupayı verdim…
Niye hata olsun ki… 200'ün üzerinde ülkeden izlenmesine Rum kesiminin tepki göstermesi benim adımı değiştiremez, adım KKTC cumhurbaşkanıdır. Tanınmaması başka bir şeydir. Kupayı verdim diye de tanınmadı, sadece şu oldu; dünya Kuzey Kıbrıs'ta bir halk olduğunu ve orada bir Türk devleti olduğunu gördü. Rum tepkisinden dolayı dikkat çekti. Türkiye'deki bazı yazarlar büyük haksızlık yapıyorlar.
Ben iyi niyeti dışında bir nedeni olduğunu düşünemem.
Tabii ki. Türkiye buraya kaynak harcıyor, güvenliğini sağlıyor, uluslararası ilişkilerde, AB sürecinde sıkıntıya uğruyor... Nasıl yük değil diyeyim, yüküz işte..
Çok büyük katkısı var Ankara'nın, ama hedefimiz bunu azaltmak…
Bir dönem Bazı art niyetliler böyle kullanmak istemiş olabilir Kıbrıs'ı. Bana göre Kıbrıs Türkiye'nin koruduğu, sevdiği kardeşi…
Bana hamasi geldiği için kullanmıyorum. Doğru olan KKTC Türkiye'nin kardeş bir devletidir. AİHM, Kıbrıs'ın kuzeyini Türkiye'nin alt yönetimi olarak kabul etti. Yavruvatan - Anavatan edebiyatı bu yaklaşıma destek bir tanımlama olur. Bundan kaçınmak lazım.
İnsani düzeyde gayet iyi.
Sık olmasa da arıyor, mektup yazıyor. Kendisine gelen şikayetleri de iletiyor. Uygar bir ilişkimiz var.
Bana çok olumsuz bir şey yansıtmadı, ama zaman zaman serzenişte bulunuyor.
Denktaş bey, çözümsüzlüğü elde etmek için mücadele ediyordu. Ben çözüm için mücadele ediyorum Aramızda hiçbir şekilde benzerlik yok.
Denktaş'a hak verdiğim bir şey yok. Eski politikaların ne kadar yanlış olduğunu çok daha iyi anladım. Eğer Rum tarafı çözüm olmadan AB'ye girdiyse bunun sorumlusu eski politikalardır.