|

Millet iradesini tahkir eden BDP yok hükmündedir

Başbakan'ın siyasi başdanışmanı ve Ankara Milletvekili Doç. Dr. Yalçın Akdoğan, Uludere konusunda “Hükümet sorumluların ortaya çıkarılması için her şeyi yapıyor” dedi. Akdoğan, “BDP'nin Başbakan'ın ve Genelkurmay Başkanı'nın meşruiyetinin olmadığı, onları tanımadıkları söyleminin millet iradesini tahkir ettiğini ve millet nezdinde yok hükmünde olduğunu” söyledi.

Murat Aksoy
00:00 - 9/01/2012 Pazartesi
Güncelleme: 22:07 - 8/01/2012 Pazar
Yeni Şafak
Millet iradesini tahkir eden  BDP yok  hükmündedir
Millet iradesini tahkir eden BDP yok hükmündedir


Türkiye'de, yaşanan pek çok şeye “ilk” deniyor ne yazık ki? Oysa olanlar demokratik hukuk devletinde “sıradan”, “olması gereken” şeyler. 12 Eylül Darbesi'ni yapanlara ilişkin iddianame hazırlanması, eski Genelkurmay Başkanı'nın tutuklanması gibi. Türkiye henüz demokratikleşme sürecinde olduğu için yaşananlar “tarihi” ve bir çok açıdan da “ilk” oluyor. Türkiye bir yandan demokratikleşirken, diğer taraftan tersi yönde eleştiriler de yükseliyor. Askeri vesayetin yerini güvenlik, polis vesayeti mi alıyor? Kürt sorununun çözülmesi sadece güvenlik politikalarına mı indirgendi? Uludere bundan sonraki süreci nasıl etkiileyecek? Yeni demokrasi paketi gelecek mi?
Bütün bunları Söyleşi-Yorum'da Başbakan'ın siyasi başdanışmanı ve Ankara Milletvekili Doç. Dr. Yalçın Akdoğan ile konuştuk. Akdoğan, Uludere'nin kardeşliğin milat olacağını söyledi.

Geçen haftanın en sıcak iki gelişmesinden başlayalım. Önce 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasının yolunu açan iddianame hazırlandı. Ne ifade ediyor bu size?

Askeri müdahaleler, hem demokratik sisteme ağır darbe vurmuş, hem de binlerce insanın eziyet görmesine sebep olmuştur. Bunlardan hesap sormamak veya yapılanları mazur görmek büyük bir yanlıştır ve bunun sorumluluğu sadece o dönemde yaşayanların değil bugün yaşayanların da üzerinedir. Bunun sembolik bir önemi vardır. Geçmişte de yaşansa zulmü lanetlemek durumundayız, benim inancıma göre mazlumun ahı, arşı a'la'yı titretir. Geçmişi kurtaramayabiliriz ama geleceğe yönelik bir hassasiyet oluşturabiliriz. Bu işe tevessül edenler bilmeli ki, kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz.

12 Eylül darbecileri yargılanırsa, 12 Eylül ile hesaplaşmış mı olacağız?

Geçmişteki acı olaylarla yüzleşmek de, yapılan yanlışlardan hesap sormak da toplumsal hafızamızı ve vicdanımızı arındırır.

Bir diğer önemli gelişme de eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un hakim karşısına çıkması ve tutuklanması...

Devam eden bir yargılamayla ilgili yorum yapmamız doğru olmaz. Bu davada iddiaların önemli kısmının demokratik iktidarı devirmeye yönelik olduğunu anlıyoruz. Yani hükümet bu iddiaların mağduru konumundadır. AK Parti de ayrıca bu davada 'müdahil'dir. İddialar mutlaka aydınlatılmalıdır, şahıslarla ilgili değerlendirme yapmamız ise doğru olmaz. Süreçler zor ve sıkıntı verici görülebilir ama sabırla yargılamanın sonuçlanmasını, adaletin tecelli etmesini beklemek durumundayız.

ULUDERE ORTAK ACIMIZDIR

Ergenekon, Balyoz, Amirallere Suikast, İnternet Andıcı birçok dava var. Bütün bu davaların sizce özü ne, hedef AK Parti mi, demokratik siyaset mi?

AK Parti kurulduğu günden itibaren irtica, gizli gündem, takiyye gibi tartışmalarla zayıflatılmaya çalışıldı. Bu psikolojik harekât girişimlerinin hedefinin sadece bir parti olmaktan ziyade yaşanan demokratikleşme süreçleri olduğu düşünülebilir. 28 Şubat süreçlerinde, 12 Eylül'de AK Parti yoktu, ama aynı statükocu vesayet özlemcileri vardı. AK Parti kendi varlığıyla birlikte, milli iradeyi, demokratik sistemi ve hukuk devleti anlayışını korumanın ve geliştirmenin mücadelesini verdi. Bu davalarda birçok iddia var, bunların aydınlığa kavuşturulması hukukun gereğidir ve aynı zamanda demokrasinin de geleceğini şekillendirecektir.

Gelelim Uludere'de yaşanan acı olaya. Siz Uludere'yi nasıl tanımlıyorsunuz?

Uludere'de ateş, hepimizin yüreğine düşmüş, hepimizin yüreğini dağlamıştır. Bu acı, ortak acımızdır, solan canlar, hepimizin canından bir parçadır. Adli ve idari incelemenin, tüm boyutlarıyla olayı aydınlatmasını beklemek durumundayız. Ancak 'devletin kasten vatandaşını öldürdüğü' veya 'Kürtlerin hedef alındığı' gibi yorumlar, son derece yanlıştır. Cenazeleri Türk-Kürt diye ayırmak, meseleyi ırkçı zemine taşımak ve ayrımcılık yapmak demektir, insafsızlıktır. Bu millet, böyle bir ayrımcılığa gitmediği için birliğini korumakta, kardeşlik hukukuyla birbiriyle kaynaşmaktadır. Van'da depremden sonra millet olarak ayağa kalktık, yardım elimizi uzattık, ölen insanların etnik kökenini sorguladık mı? İzmirli de, Trabzonlu da kardeşlik bilinciyle hareket etti. Uludere olayından sonra kullanılan etnik dil de problemlidir, katliam gibi yakıştırmalar da problemlidir. PKK'nın “ceberut, cani, katil” diye tanımlayarak üretmeye çalıştığı 'düşman devlet' argümanına çanak tutmak büyük bir sorumsuzluk olur. Devlet geçmişte bir kısım hatalar yapmış olabilir, ama bugün halkına şefkat elini uzatan ve inkarcı anlayışını değiştiren bir devlet kurumu var.

Hükümet nasıl bir sınav verdi sizce?

Hükümet sorumlu ve duyarlı şekilde hareket ediyor. İlk andan itibaren hem inceleme için start verilmiş, hem samimi üzüntüler ortaya konmuş, hem de hükümet heyeti aileleri ziyaret ederek insani vazifesini yerine getirmiştir. BDP'nin etnik kimliği kaşıyan tahrikleri, PKK'nın terörle mücadeleyi zaafa düşürmeye çalışan manipülasyonları ve medyadan gelen insafsız eleştiriler işin farklı bir mecraya akmasına sebep olmuştur. Hükümet insani açıdan da, siyasi ve hukuki açıdan da doğru yerde durmaktadır. AK Parti iktidarı ne yapılan yanlışlıkları örtbas eder, ne de işi başka yerlere çekmeye çalışanlara fırsat verir. Sivilleşmenin gereği her alanda şeffaf ve hukuki süreçlerin işlemesidir. Bugün hiçbir yanlış halının altına süpürülmemektedir. Hem medyanın sorgulayıcı tutumu sayesinde toplumsal bilinç yükselmiştir hem de siyasi iktidar uygun zeminde hesap sorar hale gelmiştir.

ÖZÜR İSTİSMAR ARACI OLMAMALI

Özür konusunda kamuoyunda bir hassasiyet var. Bu konuda bir gelişme olacak mı?

Hükümet en üst düzeyde ve en güçlü şekilde üzüntüsünü ortaya koymuştur. Bu tür konuların siyasi sıkıştırma ve polemik vesilesi haline getirilmesi işin özünü ve samimiyetini ortadan kaldırıyor. Dersim konusunda özür dilenmesi gerektiğini söyleyen Kılıçdaroğlu'nun, Başbakan'ın özür dilemesinin ardından takındığı tavır ibret vericidir. Muhalefet ciddi konuların içini boşaltarak istismar aracına dönüştürüyor.

Uludere'de yaşananlar bundan sonraki süreci nasıl etkiler?

Uludere'de ne olduğu kadar, bunun ne gibi sonuçları olabileceğini de elbette değerlendirmek durumundayız. Kimi provokatörlere göre bu olay 'bölünmenin yolunu açan bir milat'tır. BDP'nin sorumsuz beyanlarıyla ortaya konan bu görüş, buram buram istismar kokmaktadır. PKK elebaşısı Murat Karayılan'ın 'göbekten bağlı değiliz' diyerek başlattığı 'bağımsızlık' tartışmasına geçen haftalarda Leyla Zana da 'özerklik yetmez' diyerek katıldı. Uludere olayı da bu siyasi projeye ulaşmak için basamak olarak kullanılmaya çalışılıyor. Hükümet kesinlikle bu tür istismar arayışlarına geçit vermeyecektir. Nasıl Van depreminden sonra devlet gereken adımları atmış ve istismar zeminini ortadan kaldırmışsa, Uludere konusunun istismar edilmesine de fırsat vermeyecektir. Uludere olayı bölücülük adına değil, kardeşliğimizi pekiştirmek adına doğru değerlendirilmelidir.


BDP Uludere'de nasıl bir sınav verdi?

BDP, her zamanki gibi tahrik, tahrip ve istismar siyaseti izliyor. Bu soruna tüm partiler sahip çıkabilir, bölge halkını kucaklayacak çalışmalar yapabilir. Ancak BDP'nin üslubu ve tavrı, sorunu kaşımak ve Kürt meselesini derinleştirmek için istismar etmek şeklinde tezahür ediyor. Düne kadar hain ve işbirlikçi diye tahkir ve tehdit edilen korucu aileleri bu oyuna gelmeyecek ve sağduyudan ayrılmayacaktır.

BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş Başbakan Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Özel'in meşruiyeti olmadığını ve tanımadıklarını söylüyor?

Şuursuzca laflar etmek insanı kabili hitap olmaktan uzaklaştırır. Yüzde 50 oy alan Başbakan'ın meşruiyetini sorgulamak veya devletin başındaki insanları tanımadığnı söylemek öncelikle millete saygısızlıktır, demokrasiyi özümseyememektir. Devlete ve ülkeye aidiyet hissetmeyenler, milletin iradesini tahkir edenler millet nezdinde yok hükmündedir. Bu küstahlığı ve densizliği BDP'ye oy verenlerin takdirine bırakıyoruz. Hiçbir partinin seçmeni böyle çapsız siyasetçilere mahkum olmamalıdır. Tahrik ve tahkir siyaseti, partileri marjinalliğe, siyasetçileri çürümeye mahkum eder. Miadı dolan bu siyaset tarzının ne ülkeye ne kendi kitlesine hiçbir faydası yoktur.


AK Parti 2009'da demokratik açılım başlattı. Son dönemde güvenlik politikaları öne çıktı. Strateji değişikliği mi var?

AK Parti iktidarının sadece güvenlikçi anlayışla bu meseleyi çözmeye çalıştığı düşüncesi gerçeği yansıtmıyor. Bu meselenin sadece güvenlik politikalarıyla çözülmeyeceği düşüncesiyle iktidar çok boyutlu çalışmalar başlattı. Hem Kürt meselesinde her boyutu gözeten çalışmaları öne çıkardı, hem de terörle mücadeleyi çok boyutlu olarak ele aldı. Terörle mücadelede etkisiz kalmak hem sorunu derinleştiriyor, hem çözüm süreçlerini sabotaja açık hale getiriyor. Teröristin karakol basmasına, şehirde haraç toplamasına, parti temsilcilerini ve kamu görevlilerini dağa kaldırmasına, kurtarılmış bölgeler oluşturma girişimlerine karşı ne yapılabilir? Devletin güvenlik politikalarını öne çıkarması yaşananlar sebebiyle kaçınılmaz bir durumdur. Devlet öldürmeyi değil yaşatmayı amaçlar, ama öldürmeyi tek yol bilen terör örgütüne karşı yapılabilecekler de sınırlıdır.

STATÜKO AK PARTİ'YE TERS

Devletleşme iddialarına ne diyorsunuz?

AK Parti'nin siyaset felsefesi 'önce devlet' değil, 'önce insandır' ve insanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışıdır. AK Parti'nin rotasını millet çizer. Devletleşme statükoculaşmaysa, bu AK Parti'nin doğasına terstir, çünkü AK Parti Türkiye'deki değişim siyasetinin adresidir. Partinin varlık sebebi, milletin iradesi çerçevesinde değişimi ve demokratikleşmeyi sağlamaktır. Birileri 'devlet' kavramına kategorik olarak karşı olabilir. Bence soyut devlet kavramının buharlaşarak yerine sivil iradeyi temsil eden gerçek tüzel kişilerin varlık göstermesi, sivilleşmenin gereğidir. AK Parti de bunun uğraşını vermektedir. Terörle mücadele de her alan gibi sivil iradenin denetim ve kontrolünde olmak durumundadır. Geçmişte siviller işi askere havale ederler, mücadeleyi tribünden izlerdi. Yapılan yanlışların bir çoğu bu ilişki biçimi sebebiyle ortaya çıkmakta veya hesap sorulamamaktaydı.

DEMOKRATİKLEŞMENİN SONU YOK

Şimdi durum değişiyor mu?

Son dönemde bir normalleşme yaşıyoruz ama bunu bir geçiş süreci gibi görmek de mümkün. Hükümetin, terörle mücadeledeki etkinliği arttıkça, süreçleri yönlendirmesi de, yaşananları savunması da kaçınılmaz olacaktır. Bu devletleşme değildir. Önemli olan süreçlerde etkili olarak yanlışların ortaya çıkmamasını sağlamak ve yanlış yapıldığında da hesap sormaktır.

Demokrasi paketi konuşuluyor. Var mı öyle bir paket?

Ben yıllardır söylüyorum, bu bir paket değil süreçtir. Demokratikleşme sonu olmayan, sürekli gelişim gerektiren bir süreçtir. Bazen ufak bir jest, büyük bir anayasa paketinden fazla anlam taşır. Yeni anayasa meselenin nihai çözümü için önemli bir zemindir, bu fırsatı heba etmemeliyiz.


Uludere, güvenlik politikalarını etkiler mi?

PKK'nın amacı, bu olay üzerinden güvenlik politikalarında bir gedik açmak ve devletin mücadele azmini kırmaktır. Güvenlik politikaları bir ihtiyacın gereğidir ve aynen sürecektir. PKK terörü olduğu sürece ve bölge halkı terör örgütünün baskısına maruz kaldığı müddetçe terörle etkin mücadele de sürmek durumundadır.

Nasıl Habur'dan sonra yaşananlar bir süreci havaya uçurduysa, nasıl Silvan saldırısı yeni süreçleri tetiklediyse, Uludere'nin de yeni bir süreci başlatıp başlatmayacağı üzerinde durulabilir. Habur'da bir siyasi sürecin akamete uğratılması gibi, Uludere'de de bir mücadele sürecinin boşa çıkarılması istenmektedir. Ancak Uludere kerdeşleğin miladı olacaktır.

PKK ve BDP'nin hedefi bu mu?

Uludere olayı üzerinden devam etmekte olan terörle mücadelenin akamete uğratılacağını düşünenler yanılırlar. Son dönemde izlenen strateji başarılıdır ve devam edecektir. Bugün uygulanan güvenlik politikalarını 90'lı yıllardakiyle benzeştirmeye çalışmak boştur. Bugün nizami, hukuk içinde, insani perspektifi kaybetmeyen bir mücadele stratejisi izleniyor. Canlı yakalanan örgüt üyeleri görüntüleri, askerin ve polisin örgüt mensuplarını ikna çabaları, şefkat ve merhametin kaybolmadığı operasyon görüntüleri farklı bir durum olduğunu ortaya koyuyor. Rahatsızlığın bir kaynağı da budur. Güvenlik politikalarının öne çıkmasını kendi açısından leyhe çevirmek isteyenlerin başında PKK gelmektedir. Çünkü 90'lı yıllarda devlet vurdukça PKK büyümüştür. Ama bu kez öyle olmamaktadır. Ne faili meçhuller yaşanıyor, ne köy boşaltmalar, ne yok etmeye endeksli operasyonlar...


KCK operasyonları BDP'yi ya da Kürtleri örgütten özgürleştiriyor mu?

KCK operasyonları, hukukun gereği olarak yapılmakta ve PKK'nın kurmaya çalıştığı tahakküm düzenini ve korku imparatorluğunu yıkmaktadır. Bundan hoşnut olanlar veya gönüllü şekilde bu esarete girmek isteyenler elbette olabilir ama devletin görevi vatandaşını her türlü baskı ve tehditten korumaktır. Silahlı bir örgütün bölgede otorite ve hakimiyet kurma girişimine göz yumulabilir miydi? Bölge halkı KCK'nın zulmünden bıkmıştır ve KCK'nın masum bir yapılanma olmadığı Türkiye toplumunun çoğunluğu tarafından doğru bir şekilde algılanmıştır. Anketlere göre KCK operasyonlarına halk desteği çok yüksektir.

KİŞİLER CEZALANDIRILMALI

BDP'nin kapatılması gündemde. Parti kapatılmasının, kişiler yargılansın görüşünün dayanağı ne? Ya da BDP'lilerin çoğu hakkında dava açılırsa ne olacak?

AK Parti'nin ilkesel duruşu, tüzel kişiliklerin değil gerçek kişilerin cezalandırılması, yani partilerin kapatılmaması yönündedir. Bununla birlikte parti kapatılmasıyla ilgili kriterler Avrupa'da da vardır. Türkiye'de ise parti kapatmayı zorlaştıran anayasa değişikliği, diğer partilerin destek vermemesi sebebiyle hayata geçirilememiştir. Şu an parti kapatılmasını gerektirecek haller bellidir. Biz partiler kapatılmasın diyoruz ama bazı partiler hukuk sistemine meydan okur gibi davranışlar sergiliyorlar. Böyle bir durumda meseleyi değerlendirme mercii yargıdır. Dava açılan kişilerin sayısı hukuki mevzuatı askıya alır mı ya da çok sayıda kişi terör örgütünü sahiplenirse o örgüt meşru hale gelir mi?


Cumhurbaşkanlığı meselesiyle ilgili tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz. Sayın Abdullah Gül'ün siyasete dönmeyebileceğine dair söylemleri oldu?

Sayın Cumhurbaşkanımız'ın bulunduğu konum gereği farklı bir söylem ortaya koyması mümkün müdür? Halen Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan bir kişiyi bu tür polemiklerin içine çekmeye çalışmak çok yanlış olur. Zamanından önce bu meseleyi tartışmaya açmanın iyi niyetli bir girişim olmadığını düşünüyorum. Vakti zamanı gelince bu mesele değerlendirilir ve karar verilir.

Bu tarih 2014 müdür?

Öyle olduğunu düşünüyorum.

Sayın Erdoğan da, Sayın Gül de bugüne kadar hiçbir konuyu kişiselleştirerek değerlendirmemiş ve şahsi mesele olarak görmemiştir. Kendisini aşan bu şahsiyetleri yeni sınavlara tutmaya çalışmak boştur. Ayrıca topluma mal olmuş kişilerin kararları, kişisel tercihlerin ötesinde toplumsal talep ve hissiyatla alakalıdır. AK Parti teşkilatının ve toplumun umumi efkarı istikameti belirler, bu isimler de ortak aklın yüklediği sorumluluktan hiçbir zaman kaçmamışlardır.






12 yıl önce