|

Olağanüstü hal açılımın sonu olur

MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, riskli bir dönemde olduğumuzu söyledi. Her şeye rağmen esas hedefin barış ortamının yaratılması olduğunu ifade eden Öneş; “Olağanüstü hale geçiş, güvenlik kuvvetlerinin özellikle sınırlarımız dışında harekete geçmesi gibi tekliflerin mevcut şartlar ve konjonktür içerisinde doğru olmadığını” söyledi.

Murat Aksoy
00:00 - 21/06/2010 Pazartesi
Güncelleme: 01:31 - 21/06/2010 Pazartesi
Yeni Şafak
Olağanüstü hal  açılımın sonu olur
Olağanüstü hal açılımın sonu olur

Geçtiğimiz günlerde Yorum sayfamızda mülteciler üzerine çalışan parlak bir akademisyen adayı olan Recep Korkut'un bir yazısını yayınladık: “Değişimin öncüleri: Entelektüel bürokratlar”. Korkut'un yazısında ifade ettiği bürokrat örneklerine iyi bir örneklerden birisi emekli olsa da Cevat Öneş. MİT eski Müsteşar Yardımcısı. 2005 yılında emekli olduktan sonra evine çekilmedi Öneş. Bilgisi ve birikimi ile yepyeni bir yolculuğa çıktı. Türkiye'nin en temel sorunu olan Kürt meselesi ile ilgili bir çok açık ve kapalı toplantıya katıldı, katkılar sundu. Kendisi bu çabalara sıradan bir vatandaş olarak yapıyorum dese de, katıldığı her toplantıda en çok soru ona soruldu. Biz de son gelişmeleri kendisiyle konuştuk




e oluyor, şiddet neden arttı bir anda?

Türkiye son bir yıl içinde çok önemli bir projeyi yürütmeye başladı. Bu demokratik açılım projesi idi. Ama başta siyasilerin, partiler üstü olması gereken açılım sürecine, iç siyasi çıkar hesaplarıyla yaklaşması; ayrıca hükümetin bu süreci taşıyacak yeterli çalışmayı hayata geçirememesi bizi gerçekten çok tehlikeli bir noktaya getirdi. Güvenlik kuvvetlerinin rutin güvenlik tedbirlerinin Doğu ve Güneydoğu'da artırılması, operasyonlar ve karşılıklı çatışma şartlarının oluşmasıyla da böylesine riskli bir sürece girdik. Cidden riskli bir süreçteyiz.

Risk derken, açsanız biraz…

Bugünlerde yaşadıklarımız sanki 1990'lara tekrar dönüldü mü gibi kaygıları ortaya çıkarıyor. Ama bu kadar umutsuz olmamalıyız. Ancak şu gerçeği PKK'nın görmesi gerekiyor ki; bu süreçteki her ölüm geride bırakılan 25 yıldan daha acı travmalar ve daha derin toplumsal acı ve ayrışma tohumlarının serpilmesine yol açacaktır. Bu süreç ülkeyi gerçekten zihinsel ayrışmaya dönüştürebilir. Zaten zedelenmiş güven ortamını daha da olumsuz hale getirebilir. Ve böylesine bir tırmanış şu anda olmayan toplumsal çatışmayı dahi karşımıza çıkarabilir. Yani çok önemli bir süreçteyiz. Bunun için Türkiye siyasetinin her aktörüne önemli görev düşüyor. Bugün PKK eylemleriyle eleştirdiğimiz bir terör örgütü de, bu sürecin sonuçlarını düşünmek zorundadır. Bunu düşünmeyenin demokratik cumhuriyetten demokratik ulustan bahsetmesi gerçekçi değildir.

OLAĞANÜSTÜ HAL YANLIŞ OLUR

Bu ateşi düşürmek için ne yapmalı hemen?

Öncelikle sakin olmalıyız. Yaşayageldiğimiz 25 yılı aşan bir sürecin sonuçlarını ve verilerini, duygularımıza yenik düşmeden değerlendirerek karar vermek durumundayız. Türkiye halkının barış talepleri, Kürt kimliğini taşıyan vatandaşlarımızın barış talepleri, PKK'nın etkileyebildiği kitlelerde yükselen barış taleplerini cevaplandırmak ve şekillendirmek zorunda olduğumuzu görebilmeliyiz. Son aylardaki tedirginlik yaratan eylemliliğin, demokratik açılımdan değil, demokratik açılıma süreklilik kazandırılamamasından ve iç politikada iktidar ve güç mücadelesine araç yapılmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bugün karşılaşmakta olduğumuz olumsuz sonuçları değerlendirerek, bir öz eleştiri yaparak, somut şekilde bir yol haritasına bağlanan, nitelikli demokratikleşme (AB kriterleri ve evrensel değerler) projesinin şekillendirilerek toplumla paylaşılmasının, ihtiyaç duyulan güven unsurunu ve yeni bir Türkiye iklimini yaratabileceğini düşünüyorum. Keza bu çalışmaya paralel olarak geciktirilmeden PKK'nın silahsızlandırılması ve demokratik hayata entegre edilebilmeleri için özel bir projenin geliştirilmesi zorunludur. Burada muhataplık ve ihtiyaç duyulan temas meseleleri ise İRA, BASK sorunlarının çözümlerinde olduğu gibi resmi muhataplık ve resmi müzakere olmadan yapılabileceğini dünya pratikleri de göstermektedir.

Olağanüstü Hal ilin edilsin önerisi geldi...

Olağanüstü hale geçiş, güvenlik kuvvetlerinin operasyonel tedbirler ve takip faaliyetleri dışında, özellikle sınırlarımız dışında harekete geçilmesi gibi tekliflerin, önerilerin, mevcut şartlar ve konjonktür içerisinde doğru olmadığını değerlendiriyorum. Tüm çalışmalarda önceliğin barış şartlarının oluşturulmasına odaklanması gerektiği hususu önemini artırarak korumaktadır.

Asker bütün bu sürecin neresinde?

Kabul etmek gerekiyor ki asker Kürt meselesinin çözülmesinde kilit aktörlerden birisi. Ama sadece asker değil, diğer güvenlik birimleri de. Şu anda asker, demokratik açılım kapsamında siyasal sistemin kendisine çizdiği alanın içinde duruyor. Ve siyasi aktörlerle işbirliği içinde görevini yapmaktadır. Ben onların da çözümden yana olduklarını düşünüyorum.

TUTUKLAMALAR YANLIŞ

Demokratik açılım sürecinin en somut adımı olan Kandil ve Mahmur'dan gelenlerden 10'u tutuklanması düşündürttü mü sizi?

Şunu ifade ederek başlayalım. Demokratik açılımın en somut adımı, Mahmur ve Kandil'den gelen bu gruptur. Ve bu gelişler başlı başına bir olaydır. Evet devamı gelmedi ama gelmeyeceği anlamına gelmez. Barış şartlarının oluşturulması bakımından önemli bir adımdı. Ve bu insanlar devletin güvencesi içinde Türkiye'ye gelmişlerdir. Bu çok önemlidir. Ancak bu insanların bir kısmının şimdi tutuklanmış olması devlete olan güvenin sarsılmasına neden olabilir. Özellikle Doğu ve Güneydoğu'da Kürt vatandaşları olumsuz etkileyecektir. Evet Habur'da tasvip etmediğimiz görüntüler olabilir ve var. Ama şunu kabul edelim ki, sırf bu görüntüler barışa engel olmamalıdır. Unutmayalım barış zor bir süreçtir ve fedakârlık ister. Ancak bu tutuklamaları sakıncalı bulduğumu söyleyebilirim.

Bu tutuklamaları PKK koz olarak kullanabilir mi?

Evet bu pekala mümkün ve önemli bir propaganda aracı olabilir. Buna fırsat verilmemeliydi. Ama beni bu olayda asıl üzen ifade ettiğim devlete güvenin zedelenmesidir. Çünkü kabul edelim ki, demokratik açılım süreci, sadece güvenlik ve yargı boyutu içinde değerlendirebileceğimiz bir süreç değil. Burada öncelik güven inşası ve samimiyetin ortaya çıkarılmasıdır. Güveni artırarak devamlılığını sağlamak devlet açısından öncelikli olmalıdır. Tutuklamalar bu güveni zedelemiştir.

AÇILIM KÜÇÜK HESAPLARA FEDA EDİLMESİN

Peki, bu noktaya nasıl geldik? Cumhurbaşkanı'nın “Güzel şeyler olacak” sözünden geldiğimiz nokta şiddet. Nerede hata yapıldı?

Cumhurbaşkanı'nın “Güzel şeyler olacak” sözleriyle başlayan sonra Sayın Başbakan'ın demokratik açılımla başlattığı süreç gerçekten tüm Türkiye genelinde özellikle Doğu ve Güneydoğu'da bir umut ortamı yaratmıştı. Hatta bu umut belki de beklentilerin yükseltilmesine yol açmıştır. Son bir yıl içinde Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar Kürt meselesini tartıştı. Konuyu birçok boyutuyla tartıştık. O bakımdan ben bu süreci önemsiyorum. Eğer bugün demokratik açılım konusunda bir umutsuzluk ortamı doğmuşsa bunun en önemli sebebi, Kürt meselesinin çözümün iç politika tartışmasına indirgenmesidir. Yani, demokratik açılımı eleştirmek, şehitler üzerinden, kayıplar üzerinden siyasal beklenti içine girilmesi en büyük yanlışlıktır. Oysa siyaset üstü bir bakış, politika gerektiren bu meseleyi küçük siyasal hesaplarla, parti çıkarlarıyla, güç hesaplarıyla yaklaşmak yanlıştır. Bugüne kadar yapılan bu oldu.

AK Parti de siyasal bir bakışla yaklaşmadı mı olaya?

Ben siyasi iktidarın bu konuda çözüm iradesini göstermesini, başlı başına risk alması olarak okuyorum. Bu açıdan ben iktidarın samimi olarak çözüm istediğini ve yaklaşımının siyaset ve partiler üstü olduğunu düşünüyorum. Ancak burada yapılmayan bu iradede süreklilik olmaması idi. Özellikle Habur ile birlikte milliyetçi duyguların ortaya çıkan tepkileri ve bu tepkilerin oluşturduğu kamuoyu tepkileri sanıyorum ki siyasi iktidarı biraz ürküttü. Oysa iktidar başlı başına büyük bir adım atarak başlamıştı, gelişler sürebilmeliydi. Burada iktidar Habur'da ortaya çıkan görüntüleri önleyebilecek tedbirleri de alabilirdi. Bu açıdan siyasi iktidar olaya samimi olarak başlamış ama uzun vadeli siyasi irade konusunda gerekli planlamayı yapmamış olması temel eksikliktir. Unutulmaması gereken Kürt sorununun çözülmesi daha büyük bir çerçevede Türkiye'nin demokratikleşmesinin en büyük adımıdır.

MUHALEFETE DE SORUMLULUK DÜŞÜYOR

Yani siyasi iktidar demokratik açılımı demokratikleşme projesinin bir parçası olarak mı başlattı?

Benim inancım o. Onlarda biliyorlar ki, Kürt meselesi çözülmeden tam demokrasi mümkün değil. Bu vizyona uygun projeler üretimi ile birlikte kapsamlı bir hazırlığın yapılmasını gerektiriyordu. Daha önemlisi de bugün tutuklamalarda ortaya çıkan devlet kurumlarıyla siyaset arasında olması gereken bütünselliğin, birlikteliğin de yeterince oluşmadığı görüyorum.

Diğer partiler sürece destek oldular mı?

Kesinlikle hayır.

Mesela BDP ne yapabilirdi?

BDP, Kürt meselesinin çözümünde de Türkiye'nin demokratikleşme adımlarında da çok önemli bir aktör olabilme potansiyeline sahip. Ayrıca BDP, PKK'nın etkilediği kitleler üzerinde siyaset yapıyor. Bunu siyasetin istismar edici tartışmaları içinde BDP aleyhinde de kullanıyorlar. Aynı şekilde bu durum, barış şartlarının oluşmasında PKK çizgisinin demokratik siyaset süreci içine çekilmesi içinde BDP elinde güçlü bir fırsat. Ancak BDP, bunu yeterince yapamadı. Silahlardan bağımsız ya da silahlı eylemlere karşı bağımsızlığını koruyarak karşıt tavır alabilmesinde yeterli iradeyi ve iradesini kitlelere yansıtma konusunda etkili olamadığını görüyoruz. Ancak bunun kolay olmadığını da biliyoruz. BDP üzerinde PKK baskısını da biliyoruz. Ama buna rağmen legal siyaset yapan, hukuki, meşru yapıların nereden gelirse gelsin silahlı eylem karşısında devlet gücünden de gelse, PKK'dan da gelse aynı tarafsızlık içinde karşı duruş önem kazanıyor. Şiddetin arttığı bugünlerde bu daha da önem kazanmış durumda. Yalnız burada şunu da ifade etmek lazım,

Lütfen…

BDP ile AK Parti'nin Doğu ve Güneydoğu'da rakip parti olmaları bu süreçte iki parti arasındaki işbirliğini sağlamada sorun yarattı. Kurulması gereken diyalog, empati şartlarını oluşturamadı. Bu konuda AK Parti biraz daha cesur davranabilirdi. AK Parti'nin bu konuda daha cesur davranması BDP'yi daha fazla siyaset içine çekebilirdi. Böyle bir işbirliği PKK karşısında BDP'nin elini güçlendirirdi.



Şiddet arttı. Öcalan da 31 Mayıs'tan sonra yokum dedi. Bunun bir anlamı var mı?

Öcalan'ın verdiği mesajın anlamı şu: Benim muhataplığım dışında bir arayışta olmayın mesajı vermiştir. Bana göre burada da uzun vadeli bir bakış yok. Sadece Öcalan'ın kendisinin PKK üst kadrolarının kişisel durumlarını ön plana çıkaran, PKK muhataplığını ön plana çıkaran ve legal siyasette de PKK'nın etkin olmasını isteyen bir anlayış. Ancak bunun somut siyasette karşılığı ve anlamı olmaz. Bu yönüyle muhataplık konusunda Öcalan ve PKK'nın çıkması süreci tıkanmasına yol açan önemli sebeplerden birisidir aynı zamanda. Bu açıdan BDP'nin önünü açmaları kendilerine yapacakları iyilik olurdu. Eğer Öcalan ve PKK, demokratik cumhuriyetten, demokratik devletten, sivil ve demokratik bir Türkiye'den yanaysalar yapmaları gereken kendilerini fesih etmeleri ve BDP'nin meşru hukuki siyaset için önünü açmalarıdır. Dağdan inme meselesi tabiî ki çok özel bir konu ve onun içinde özel bir proje mutlaka hazırlanmalı.

PKK ile İsrail arasında bir ilişki var mı?

Her ülkenin zayıf noktaları, bölgesel ve küresel aktörler, komşuları tarafından değerlendirilir ve konjonktüre göre kullanılır. Bunu bir defa kabul etmek lazım. Tüm dünyadaki ülkeler bakımından bu böyledir ve böyle olmaya devam edecektir. Kürt siyasi hareketi bakımından da İsrail'in özellikle de MOSSAD'ın geçmişten zengin deneyimleri vardır. Bu imkânları konjonktüre ve şartlara göre kullanmıştır. Veyahut da muhtemel gelişmelere göre kullanma bağlantılarını kurmuştur. Bu açıdan Kürt meselesi ve PKK, Türkiye'nin yumuşak karnıdır. Ve 3. ülkeler bunu her zaman kullanmak isteyeceklerdir. İsrail'in PKK'yı kullanması konusunda somut deliler olmadan konuşmak doğru olmaz ..




Bitti mi demokratik açılım?

Hayır bitmedi ama bir duraklama dönemini girdik.

Ne yapılmalı demokratik açılımın sürmesi için?

Bu süreçte en fazla sorumluluk iktidara düşüyor. Öncelikle demokratik açılım konusunda gerçekten alkışlanması gereken bir irade koyuşu var. Bunu devam ettirmesi ve nerede hata yaptık, noksanımız neydi diye kendine sorması lazım. Aslında hükümet açılımın süreç olduğunu haklı olarak ifade ediyor ki doğru. Ama bu süreç içinde bazı somut adımların atılması, katılımcı bir süreç izlenmesi de bir o kadar önemli. Aşırı milliyetçi tepkilerden korkmadan, seçimde oy kaygısı taşımadan demokratikleşme projesinin bir parçası olarak işe yeniden başlamalı ve bunu kamuoyuna deklare etmelidir. Burada önemli bir mesele yeni bir toplumsal sözleme ve barış projesi olarak yeni bir anayasadır. Bence hükümet girmekte olduğumuz seçim sürecinin esas amacının anayasa olduğunu ilan etmelidir. Çünkü böyle bir girişim, hangi partinin demokratikleşmeden yana hangisinin çözüme karşı olduğunu da ortaya çıkaracaktır. Hükümetin başka da bir şansı yok görünüyor.

Neden?

Çünkü Türkiye'nin dış politikada hedeflediği gelişmeleri sağlayabilmesinin ve inandırıcı, güçlü olmasının yolu iç barışın sağlanmasından geçiyor. Kürt meselesini çözememiş, demokratik standartlarını derinleştirerek, toplumsal bütünlüğünü sağlayamamış bir ülkenin, bölgesel güç ve küresel aktör olabilme iddiası inandırıcı olamayacağı gibi gerçekçi de değildir.







14 yıl önce