|

Prof. Dr. Büşra Ersanlı: Asker eleştirileri bir isyan gibi görüyor

Prof. Dr. Büşra Ersanlı; "Asker kendisini sorgulamak yerine tehditkar davranmayı sürdürüyor. Devlet kurtarma psikolojisi daha öne çıkıyor. Bakın darbeci Kenan Evren bu toplumda itibar görüp dolaştığı müddetçe bu zihniyet kolay kolay değişmez. Hesap sormaya oradan başlamak lazımdı, Evren yargılanmalıydı ama onu yargılayacak bir demokratik zihniyet henüz bu ülkeye hakim olmadı" diyor

Mehmet Gündem
00:00 - 20/10/2008 Pazartesi
Güncelleme: 02:09 - 20/10/2008 Pazartesi
Yeni Şafak
Prof. Dr. Büşra Ersanlı: Asker eleştirileri bir is
Prof. Dr. Büşra Ersanlı: Asker eleştirileri bir is
Gerçek…

Gerçek her zaman ilgi çekicidir.

Bazı insanlar "gerçeği bulmak" için hayatlarını ortaya koyarlar.

Bazı insanlar ve daha ziyade bazı kurumlar "gerçeği gizlemek" için hayatlarını ortaya koyarlar.

Bu ülke böyledir "gerçek" üzerinden bir sınanma halindedir.

Bu ülkede onlarca yıldır gerçeklerin üstü örtüldü, pek çok şey aslından farklı ve formatlanmış bir şekilde gösterildi ve öylece inanmamız istendi.

Düşünme, sorma, sorgulama, kuşku duyma ne olduysa vardır bir sebebi, ama senin bilmen gerekmez.

Devletimiz güçlüdür, her sorunun üstesinden gelir denildi.

Fakat yıllar bize sorunların çözüm üretmeyen devletlerden daha güçlü olduğunu gösterdi.

Şimdi gerçeğin takipçisi olarak soruyoruz;

Devlet ne işe yarar?

Devlet ne zaman önemlidir?

Siyaset neden itibarsızlaştırır kendini?

Hükümetler neden iktidar olmayı istemezler?

Bürokrasi gücünü nereden alır?

Hukuk neden hızla devreye girmez?

Silahlı bürokrasi kime ne zaman ve nasıl hesap verir?

Bu ülkede ölümlerin hesabı hiç sorulmadı, bundan sonra da sorulamaz mı?

Şimdiye kadar hangi sorunlar askere havale edildi?

Güvenlik denildiğinde militarizmden başka neler gelir aklımıza?

Sık sık darbe yapan asker kime itaat eder?

Generalleri kışlada nasıl bir sistem, irade ve iktidar tutar?

Ergenekoncu paşaların yapıp ettikleri orduyu yıpratmadığı halde nasıl oluyordu, demokratların, düşünen insanların, vicdan sahibi yazarların soruları, Gabar'da, Aktütün'de ve daha yüzlerce yerde şehit düşen genç insanların neden korunmadıklarının sorulması alınganlıkla karşılanıp orduyu "sistemli yıpratma" girişimi bağlamında değerlendiriliyor?

Orduyu kim yıpratıyor, darbeciler mi, siyaset yapan askerler mi?

"Gerçek" bize söylenildiğinden ve bize ilan edildiğinden çok farklı.

Ve gerçek bugün çok yakınımızda duruyor.

"Gerçeğin gücü" hepimizi, hepimizin duruşunu, önemini değiştirecek…

"Gerçek" bir tasfiye edici olarak geliyor.

Sahte demokrat siyasiler bugün tarihin mezarlığında bir enkaz yığını olarak duruyorlar.

Darbeciler sanık sandalyesine oturup da hukuk önünde hesap vermemiş olsalar da onlar hem kendi vicdanlarında hem de kamu vicdanında çoktan yargılandılar.

Bugün hangi darbeci itibarlıdır, insan içine çıkabilir ki…

Darbe yandaşları da öyle…

Hepsi itibarsızdır.

"Gerçek" er ya da geç gücünü hissettiriyor herkese…

Yarın nasıl anılmak istiyorsanız öyle bir ilişki kurun gerçekle…

"Gerçeğe" ihanet edilmez.

"Gerçek" soruları cesaretle sormayanların da yüzü kızaracak yarın…

Onurlarından öte insanlar ne için yaşarlar ve insanlar ne için ölürler ki…

Ve biz kimleri yaşatıyoruz ve kimleri ölüme gönderiyoruz…

Hayatın ve ölümün hesabını veremeyen devlet nasıl yaşar ki…

Bugün sorunların üzerini örten, toplumunu susturan, devleti işlemez hale getiren, düşüncenin önünü kesen her kim olursa olsun onlar hem insana, hem de devlete ihanet içinde değiller mi…

Herkes için ilgi çekicidir gerçek…

Devleti için de ilgi çekici olmalı. Olmalı ki devlet içindeki "gerçeğin düşmanlarını" ayıklasın…

Doğudan batıya hepimiz rahat bir nefes alalım…


* * *




Laik-anti laik, alevi-sünni, Kürt-Türk, asker-sivil… Sık sık gün yüzüne çıkan çatışma fay hatları bunlar.

Fakat çatışma diye gördüklerimiz sadece bunlar değil, derinlerde daha başka şeyler var. Bu tartışmalar seçkinlerin ve medyanın ortamında dolaşan tartışmalar. Esas mesele üretim, emek, işsizlik, yoksulluk eksenli. O zaman Kürtlerin hali katmerli bir durum oluyor.

Bu tartışmalara ideolojik bakıp derinine inmiyoruz.

Her zamanki gibi Türk siyasi kültürünün seçkincilik ve pragmatizmiyle hareket ediyoruz. Özünde ciddi bir sınıf meselesi var. Türk-Kürt çatışması diye tercüme edilen konu da Türk, Sünni, erkek egemenliği ile Kürt, Alevi, kadın itilmişliği sorunudur esasında.

Biz gerçeklerin üstünü mü örtüyoruz?

Evet, küreselleşmeden sonra açığa çıkan bir uluslararası piyasa var, devletlerarası ilişkiler de bu piyasanın koşullarına göre şekilleniyor.

Yani?

Ben buna "Bush bakışı" diyorum, ne kadar paran var, benim paramın karına ne kadar katkı yapabilirsin…

İnsan, halk bu tablonun neresinde, devletin varlık nedeni de eksen kaybetmiyor mu?

Devlet halktan kopuyor, kutsallaşıyor. Buna zaten bizim toplumumuz yatkın, tek adam tavrı devam ediyor.

Uluslararası piyasa ve büyük güç Amerika kendi tezini mi dayatıyor?

11 Eylül'den sonra ABD diyor ki, ben soyut bir düşman ilan ettim, adı terör. Düşman da sizin bölgenizde onu orada vuracağım… Bizim siyasi kültürümüz de aynı söylemi destekliyor.

MİLİTARİZM HER YERDE

Türkiye'de bizim hayata, olaylara, sorunlara bakışımızda baskın olan sermaye ve militarizm… Bu durum bugün sorgulanabilir mi?

Mümkün değil, onların izin verdiği oranda konuşabilirsiniz. Dikkat ederseniz küresel krizle birlikte dünya bize benzemeye başladı, faşizme doğru bir gidiş, piyasa odaklı bir entegrasyon var. Bu entegrasyonun kurbanları da bizim oluşturmuş olduğumuz asimilasyon politikası. Buna sadece Kürtler girmez, Aleviler de girer, kadınlar da girer…

Bu yapı içerisinde militarizm nerede?

Her yerde ve her şeyde… Sorun çözme konusunda militarizmle militanlık arasında artık bir fark göremiyorum. Öldürerek hiçbir sorun çözülmüyor ki. Bu yöntem sürekli yeni mağdurlar üretiyor…

Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un, herkesi doğru yerde durmaya davet eden konuşmasını nasıl buldunuz…

Faşizan yaklaşımların her yerde olduğu gibi Türkiye'de de güçlendirdiğini gösterdi. Hizaya gelin gibi bir çağrı yaptı, ama onun doğrusuyla benim doğru aynı olmayabilir, bunu bilmiyorlarsa artık ne diyeyim… Siz nasıl bütün toplumu sizin gibi düşünmeye zorlayabilirsiniz ki… Siyasetten güç alıyor ki bu kadar ileri gidebiliyor. Büyük inisiyatif alınması gereken yerde siyaset geri duruyor.

Askerin yöntemleri, muhtıra çağrışımı yapan ve biraz da siyasi algılanan çıkışları büyük eleştiri aldı. Bu ortamda askerin kendisini sorgulaması mümkün mü?

Sanmıyorum, çünkü asker bu tür eleştirileri cılız algılıyor, üstesinden gelebileceği küçük bir isyan olarak görüyor, kendisini sorgulamak yerine tehditkar davranmayı sürdürüyor. Devlet kurtarma psikolojisi daha öne çıkıyor. Bakın darbeci Kenan Evren bu toplumda itibar görüp dolaştığı müddetçe bu zihniyet kolay kolay değişmez. Hesap sormaya oradan başlamak lazımdı, yargılanmalıydı ama onu yargılayacak bir demokratik zihniyet henüz bu ülkeye hakim olmadı.

Kürt sorunu ya da terör konusunda son sözü kim söylüyor?

Asker değil, daha geniş bir platform var…

Kürt sorunu neden çözülmüyor, yoksa bu soruna Türkiye'de etkin bazı kesimlerin ihtiyacı mı var?

Kürt sorununun varlığından beslenenler hep varoldu.

Eskiden terör diyorduk, son yıllarda Kürt sorunu demeye başladık. Kürt sorunu, Kürtlerin Türklerle mi yoksa Kürtlerin devletle arasındaki bir sorun mu?

Başta devletle aralarındaki bir sorun. Çünkü, kimliği ile paylaşmadığı bir karar alanı var, kimliği ile paylaşmadığı bir temsil alanı var.

DEVLET VATANDAŞINA KUŞKUYLA BAKIYOR

Devlet nasıl bakıyor Kürtlere?

Hizada tutulması gereken bir kitle olarak bakıyor. Devlet Türklerin çoğuna da öyle bakıyor. Devlet vatandaşından, öğrencisinden, hastasından, memurundan, aydınından, inananından, inançsızından sürekli şüpheleniyor.

PKK ve Kürt sorununa bakışta nerede yanlış yapıyoruz?

Sınıf tanımıyorsun, eğitimi eksik, yaşadığı yoksulluğu, işsizliği, emeğe saygısızlığı önemsemiyorsun, kimliği ve dili tanımıyorsun ve sıkıştırdığın adama "sen tehlikelisin" diyorsun. Militarizmin bakışı değil, demokratik siyasetin bakışı egemen olmalı. Siyasi otoriteler bütün yaratıcılığını kullanmalı ve bu sorunun askeri olmayan yollarla çözülmesini sağlamalı. Siyaset, askeri yollarla iş çözümlemek demek değildir.

Bunun örneğini gördüğümüz oluyor mu?

Arada bir görüyor gibi oluyoruz. Güneş beliriyor ama arkasından hemen üç tane bulut geliyor. Siyaset diyalog demektir, konuş konuş anlaş…

Siyaset kiminle konuşacak?

Konuşulması gerekenlerle, ezdikleriyle, horladıklarıyla, tanımadıklarıyla…

AKP biraz bu noktaları zorluyor, yani konuşmak istiyor değil mi?

Evet ama statükonun, siyasal kültürünün, şehirliliğinin, dünya piyasasının izin verdiği kadar zorluyor. Bunlar insanı kutu kutu yapıyor, içinde kalıyorsunuz. AKP için cumhuriyet hükümetleri arasında en demokratik olanı diyordum ama şimdi aynı fikirde değilim.

Devlet Kürtleri tam vatandaş olarak göremiyor mu?

Mevcut durumda Kürtler kendilerini güvenli vatandaş statüsünde hissetmiyorlar. Bu durum toplumun başka kesimleri için de geçerli. Türkiye'de vatandaşlıktan muaf tutulmuş kesim vatandaşlığın içinde yer alan kesimden çok daha fazla… Bu büyük bir çöküntüye kapı açar...

Kürt sorunu aynı zamanda etnik bir sorun mu?

Aynı zamanda etnik bir sorun, çünkü verilmiş bir kimliği yok. 15-20 yıl önce birkaç tane Kürtçe enstitü kurulsaydı şimdi TRT nasıl bir TRT olurdu acaba. Ama bugün spiker bile bulamıyor. Göreve getirdiği yönetici Kürtlerde Kürtçe bilmeyenlerin olduğu söyleniyor.

SOL, SORUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN ALTERNATİF ÜRETMEDİ

Kürt sorununun terör dışındaki mahiyeti nedir?

En büyük maliyeti insan kaybıdır, ölümlerdir. Ayrıca ağır bir ekonomik faturası vardır. Silaha verilen para eğitimden, şehirleşmekten, ekolojiden, demokrasiden, yaratıcılıktan kısılıyor.

Ve korku siyaseti tehdit ediyor, siyasi aklı kenara itiyor…

Bunda solun sorumluluğu büyük, hiç alternatif üretmediler.

Kürt sorunu bir "insanî sorun" olarak görülüp öylece algılanamaz mı, o noktaya gelemedik mi?

Böyle düşünen, hisseden insanlar, kesimler vardır ama karar vericiler, askerler, siyasiler o noktadan uzaktalar. Askeri yöntemlerle, güç kullanılarak çözme anlayışı daha ön planda.

Dağda ölen teröristi de şehit düşen askeri de bizim kaybımız olarak görmek çok mu zor?

Gerçekte öyledir aslında. Devlet hizmet üretseydi, adalet olsaydı belki bunların hiç birisi olmayacaktı. Unutulmasın, hiçbir militan annesi oğlu öldürüldüğünde "ben katil anasıyım" demez. Devlet bölgeye, Kürtlere hep hizaya getirmek, eğitmek kalıplarından bakıyor. Devletin demokratikleşmesi ve hukuk sınırları içine çekilmesi şart.

Hiç iyi bir şey yok mu?

Olmaz olur mu var, eskiden inkar, daha yoğun baskı ve asimilasyon politikası vardı, sorun ayrılıkçı terör olarak tanımlanır ve sadece askeri yöntemlerle üzerine gidilir, Kürt kimliği ile ilgili her türlü talep bölücülükle suçlanırdı. Bu tür yaklaşımlar önemli ölçüde kırıldı.

Fakat Kürt sorunuyla gerçek bir yüzleşme henüz yaşanmadı.

İnşallah gerçek yüzleşmeyi daha fazla kan dökülerek yaşamayız.

O yüzleşme değil kopuş olur.

Karar alıcılar bazen karar değiştirebiliyorlar. Bu gidişat eğer engellenmezse büyük bir travmaya yol açar.

Toplumsal çatışma potansiyeli var mı?

Memleketin değişik yerlerindeki linç girişimlerine baktığınız zaman var gibi gözüküyor. Şehirleşmiş, kendini yetiştirmiş, öz güvenini sağlamış, dilini öğrenmiş kesimlerle olmaz ama işsiz, çaresiz olan insanlar arasında bir çatışma olabilir. Çözüm demokratik adımların hızlanmasından geçiyor. Devlet bir takım noktalarda demokrasiye yatkınlık gösteriyor, öteki ve daha geniş alanda geleneksel yapıyı sürdürüyor. Devlet topluma karşı görevlerini erteliyor. Piyasa bozulmasın diye idare ediyor.

Tek tip Kürt yok.

Kürtlerin arasında da farklılıklar var, sol olup da PKK'yı sevmeyenler var, DTP'ye oy vermeyenler var, AKP'li olanları var, MHP'lileri var, Barzanicisi var, Amerikancısı var.

Hangi Kürtler sorusunu hiç sormadık?

Sormadık çünkü kendimizi onlarla eşit görmüyoruz. Türkler arasında ne kadar farlılık varsa Kürtler arasında da o kadar var.




Amerika Kürt sorununu ne yapmak istiyor?

Canlı tutmak istiyor. Bölgedeki çıkarlarını sağlama bağlamak istiyor. Türkiye'ye de ihtiyacı var. Bakın Mezopotamya'dan Hazar'a kadar bir çatışma alanı tespit edilmiştir. Amerika kendi çıkarları için bütün dünyayı savaşa alıştırmaya çalıştı, bir ölçüde de başardı.

Amerika bu bölgede bize kendi çözümünü mü dayatıyor?

Büyük ölçüde öyle.

Türkiye buna razı oldu mu?

Razı olmamış olsaydı Türkiye konu bazından ittifak kurardı. AB ile ittifak kurduğu noktalarla demokratikleşme yapardı, ABD ile de iş piyasasıyla ilgili ittifaklar kurardı. Fakat konu bazında çeşitli ve zengin ittifaklar yerine ABD ile topyekün birlikte düşünme durumu var. Birlikte düşünme komşularla, yakın çevreyle olur. Dünya anti komünizmi fazla abarttı ve çok zararlarını gördü.

Küresel ekonomik kriz kapitalizm açısından ne anlama geliyor?

Amerika'da insanlar borçlanma ve harcama üzerine yaşıyorlar. İnsanlar varoluşunu borçlanma ve harcama üzerine kurarlarsa orada kişilik, kimlik ve anlam kaybı yaşanır. Ömür boyu borçlu olan insanların evlerinden de olması büyük bir olay. 700 milyar dolar hiçbir işe yaramadı. Kapitalizmin mantığı, rekabet, piyasa ve acımasızlık. Bu tablo kötüye gidince acımasızlık ve rekabet on misline çıkar, sosyal hizmetlerde nakısa düşer ve patlamalar artar.

Bu ortamda güvenlik kavramı, yani militarizm yeniden öne çıkmaz mı?

Çıkıyor zaten. Bu bize de yansıyor ama güvenlik militarizmin dışında bir şey aslında. Bugün kışladaki insan da güvende değil.



Barış meclisi eski hızını yitirdi mi?

Biraz zayıfladı. İçinde toplumun her kesiminden aydınlar vardı ama kısmı eski ilgilerini sürdüremediler. Herhalde kendi hayat şartları onlara biraz engel oldu. Bir de her iki kesimden de beklenilen tepkiyi alamadık, yani silah bırak diyorsun ama güvenemiyorsun… Acıklı durumumuz.

Üzerinizde sinmiş bir mücadele yorgunluğu var gibi…

Ölümü önlemek için çarenin daha fazla öldürmek olmadığı mantığı hala anlaşılamadı. İnsan zaman zaman umudunu yitiriyor, olmuyor diyor. Ama kızmak başka bir şey, vazgeçmek, teslim olmak başka bir şey. Kızsak da teslim olmak yok…

Hesaplaşma duygusunu yoğun yaşayan bir kuşaktı sizinkisi…

Evet ama keşke öyle olmasaydık, bizim de onurumuz çok fazla kırıldı. Mutlaka daha verimli olabilirdik…

Bir yolda kalanlar, ölenler, bir de davayı terk edenler, dönekler vardır hayatınızda…

İkisi de vardır ama ben artık davayı terk edenler olarak görmüyorum, onlara adalet duygusunu yitirenler diyorum. Onlara karşı içimde elbette bir kırgınlık, kızgınlık var tabii…





15 yıl önce
default-profile-img