|

Sıkıntı çektik ama çilemiz artık bitti

Yazar Sadık Albayrak, Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar adlı kitabında meclisin bundan 100 yıl önce hangi düşüncelerle kurulduğunu anlatıyor. İlk meclisin ruhunun Lozan'dan sonra bozulduğunu söyleyen Albayrak, ilk mecliste daha güçlü konumdaki 2. grubun İslam İttihatı içindeki adamları susturup, sürgüne gönderdiğini dile getiriyor.

Emeti Saruhan
00:00 - 22/04/2012 Sunday
Güncelleme: 23:06 - 21/04/2012 Saturday
Yeni Şafak
Sıkıntı çektik ama çilemiz artık bitti
Sıkıntı çektik ama çilemiz artık bitti
Yazar Sadık Albayrak 2006 yılında bitirmiş olduğu Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar kitabını henüz yayınladı. İlk Meclis'i ele alan kitabının yeni anayasa çalışmalarının yapıldığı şu dönemde yayınlanmasını uygun bulduğunu, ilk Meclis'in yapısıyla, yakında 100. yılını kutlayacak olan Meclis'in yapısının karşılaştırılmasının faydalı olacağını söylüyor. Sadık Albayrak'la sık uğradığı Millet Yazma Eser Kütüphanesi'nde buluşup kitabını konuştuk.

Kitabınızda Türkiye'de toplanan ilk 'İslam Enternasyonalizmi' toplantısına işaret ediyorsunuz. Nasıl unutulabilmiş bu toplantı?

Bu toplantı ve bunun etrafındaki çalışmalar... Zaten ilk Meclis'te Türkiye varlık, siyasi bir kimlik kazanmak istiyor. Burada Türkiye'ye dayatılan birtakım şeyler var. Lozan bunun mihrak noktasıdır. Bu tür hareketler akamete uğratılıyor. İlk Meclis'teki 2. Grup denilen muhalefet çok güçlü. Ancak bunlar da susturuluyor ve Mart-Nisan aylarında yeni bir seçime gidiliyor. Zaten Temmuz'da Lozan. Yani orada baraj teşekkül ediyor, suyu kesiyorlar ve ondan sonra da bu grup illegal kabul ediliyor. İslam İttihadı içindeki adamların çoğu cezalandırılmıştır. Sürgün edilmiştir.

Türkiye'ye neler dayatıldı?

Şimdiki gibi o zaman da derin devlet vardı. Mahmut Soydan Hakimiyet-i Milliye'de 1927'lerde, Lozan'ın 3. yıldönümünde, bir yazı yazıyor. 'Bütün istediklerini yaptık' diyor. Lozan'dan sonra bakıyoruz, harf devrimi olmuş, Mecelle kaldırılmış. Batı'daki kanunlar alınıp Türk adı konulup topluma uygulanmış. İlk meclisteki ruh kalkıyor, başka bir ruh tutturuluyor. Sürgüne göndermeler, sehpalar...

NUTUK'TAN BAŞKA TARİHİ BELGE YOK
Bu yaşananlar Lozan'a dayanıyor o zaman...

Lozan'da 150 kişiyi cezalandırmanız lazım deniyor. Birinin kendini legal kabul ettirmesi için rakibini illegal konuma düşürmesi lazım. Meclis'teki adamlar devre dışı bırakılıyor. Ben bu kitapta şunu söylemek istiyorum. İlk Meclis Türkiye için çok önemli bir Meclis'tir. Bir gelişme, bir kıpırdanma var ama 2- 3 sene sonra Demokles'in Kılıcı gibi milletin başında durulursa, idam sehpaları gösterilirse bir çıkış olmaz. İlk Meclis'in özünü kavramak önemli. Çünkü Nutuk'tan başka bir şey yok karşımıza çıkarılan. O devrin arşivleri, o devrin ulemasının hatıratları ortaya çıkarılmalı. Elinde silahla cepheden Meclis'e gelmiş. 'Bu hükümet İslam hükümetidir' diyor. O devirde yapılan anayasaya göre de İslam Hükümeti. 1924'te ise İslamcı dediğiniz adamları asmışsınız. İbrahim Ethem diye 22 yaşındaki bir delikanlı 'Hayatı beşer ve kadınlarda tesettür' diye bir risale yazıyor. Şahane de konuşuyor. Anadolu'nun her tarafını vaazlarla aydınlatıyor. Ama 22 yaşında Urfa'da asıyorlar ve devrin gazeteleri 'Hain-i vatan İbrahim Ethem asılırken görülüyor' diyor. Nasıl tsunami dalgaları sonradan gelip vuru-yorsa, Fransız İhtilali de 150 sene sonra gelip bu pisliği başımıza bela etti.

İslam enternasyonalizm toplantıları devam etseydi bir İslam birliği kurulabilir miydi?

Kurulmadığına göre kurulamazdı demek ki. Dışarıdan bir şey olmazdı, Türkiye'deki zimamdarlar (yöneticiler) o şuradaki ruh ve inancı taşımış olsalardı belki. Ama görülüyor ki bu tezgah asırlar öncesinden devam edip geliyor. Emeviler 800 sene İspanya'da hükümran oldular. Yenilmeselerdi şimdi Sorbonne'da Kur'an okunacaktı. Onlar asimile edilince, Osmanlılar Anadolu'dan Balkanlar'dan Batı'ya doğru gitti. O hareketi durdurmak için İslam dünyasını bölük pörçük hale getirdiler.

Mustafa Kemal de dahil pek çok kişi dini konuşmalar yapıyor, hutbe veriyor. İslam Enternasyonal toplantısına katılıyor. Birdenbire bu değişim nasıl olabiliyor?

Burada bazıları takiyye yaptılar diyor. Ben davalarımda savunma yaparken kişilerin Cumhuriyet'ten önceki konuşmalarını gösterdiğimde '1923'ten öncesi önemli değil' di-yorlar. Cumhuriyet'ten önce bütün yazarlar hilafetçiydi. Cumhuriyet'ten sonra hepsi Cumhuriyetçi oldu. Cumhuriyet'ten önce hepsi münevverdi, sonra aydın oldular. O dönem Cumhuriyet'e can veren güçler böyleydi. 1927'de Kılıçzade Hakkı, Hür Düşünce diye bir dergi çıkarıyor. 'Bizim Kur'an'ımız Nutuk'tur' diyor. Onlar dizgini ele alıncaya kadar bizden görünmüşler. O devirde insanların bekledikleri bir kurtarıcı vardı. Sahib-i Zuhur diye bir kitap yazmışlar. Şimdi ben diyorum ki 'Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar'. O devirde birileri bir kurtarıcı bekliyorsa, öyle sanıyorum ki yüzyıl sonra, birçok kurumların da yüzüncü yılına gireceği şu dönemde, İslam dünyası için bir kurtarıcı lazım. Bu da bahçıvan olarak geçiyor.

Siz kitabınızı beklenen bahçıvana ithaf ediyorsunuz. Çıkacak mı böyle bir kurtarıcı?

Bu toplumun çilesi bitmiş. Kendi içinden çıkaracak mecbur. Yüzyıl geçmiş, yasalar değişiyor, toplum değişiyor. Toplumda halka mal olmuş inkılaplar var, olmamışlar var. Ezanın Türkçesi tutmamış ama İmam Hatipler tutmuş. İşte bu inkılaptır.

İSLAM DÜNYASINDA ABİ ROLÜNDEYİZ
İslam Enternasyonal toplantısında da bugün de Türkiye'ye biçilen bir liderlik rolü var. Neden öne çıkıyor Türkiye?

Türkiye'nin insan unsuru, potansiyeli, değerleri var. Bir mezartaşı bile bizde bir tarihtir. Fetret devri olabilir ama değişen bir dünyada, gelişen bir İslam dünyası gereklidir. Kültür birikimi, kadro olarak Türkiye buna daha uygun. Her ne kadar Türkiye 776 bin kilometre içinde hapsolmuş olsa da Şam'a gittiğinizde Selahattin Eyyubi'nin yanında 2 Türk subayının da mezarını görürsünüz. Balkanlar'da, Galiçya'da, Afrika'da, Şam'da da öyle. Çanakkale'de de öyle. Bir insanın vatanı, kanının döküldüğü yerdir. Orada kalan insanlar bir abi beklerler. İşte son on yılda çileyi çeken bir nesil bu öncülüğü yaparken ister istemez İslam dünyasında bir abi rolündedir.

Ama zamanında İslam Birliği'ni İngilizler engellemiş. Şimdi?

Türkiye güçlü olmasa, ekonomik yapısı iyi olmasa, dışa bağımlı olsa kimse peşinden gelmez. Emperyalistler 3 devletin birbirine yaklaşmalarına engel olur ve onları çatıştırırlardı. İran, Mısır ve Türkiye. İran'da devrim oldu kendi toplum yapılarını ortaya koydular. Mısır da Arap dünyasının liderliğine oynuyor ama Batı dünyasının güdümünde. Haliyle bu ve benzeri ülkelerdeki yapılanmalar orada etkili oluyor ancak Türkiye çile çekme miadını doldurmuş yeniden kendine geliyor.

Türkiye abi rolünü üstlenebilecek mi?

Somali aç, perişan. Yardım ediyoruz. Bu az bir şey değil. Sömürülen Afrika'nın ağabeyi rolünde olan Türkiye maddi ve manevi yardımda bulunuyor. Libya'da muhalifler mücadele veriyor, Türkiye çantayla para gönderiyor. Bir de kültürel olarak bakıyorum ben olaya. Med ve cezirdir bu. Bizim gençlerimiz Mısır'da, Bağdat'ta gidip okumuş sonra Türkiye'ye gelip öğretim üyesi olmuşlar. Şimdi oradan buraya öğrenci geliyor. İstanbul ve Türkiye İslam dünyasının işgale uğramamış ama kültür değerlerini, kendi içinde dinamiklerini yaşayan bir ülke. Bunu siyasetle pekiştirerek yeni bir siyasi oluşum ortaya çıkarıyor. Yeni jenerasyon Türkiye'yi her koldan; ekonomiden, ithalat ve ihracattan, dış politikaya kadar kalkındırdı. Türkiye'nin aldığı yeni şekil ve dinamizmin rayına oturabilmesi için yeni bir anayasa, yeni bir sosyal ekonomik yapı gerek. Yeni bir eğitim öğretim düzeyiyle yeni yüzyıla damga vurmak gerek. Bu bakımdan kitabımı yeni Türkiye için ilk adım olarak görüyorum.


İmam Hatip açılmasaydı El Ezher'e gidecektim

Yazarlık serüveniniz nasıl başladı?

Dedem, dedemin babası Tanzimat döneminde ilmiye sınıfından geliyordu. Babam yetim büyümüş ama Cumhuriyet'in başlarında medresede okumaya başlamış. Harf devriminden sonra ortada kaldı. Ömrünün sonuna kadar eski yazıyla okuyup yazdı. Ticaretle iştigal ettiği halde bizim ticaretle ilgilenmemizi istemedi. Dönemin ortaya koyduğu bağnaz, hatta ladini eğitim sisteminden dolayı 'Bir gün dini eğitim veren bir okul açılırsa çocuğumu oraya vereceğim' dedi.

İmam Hatipler henüz açılmamış o zaman değil mi?

Bu 50'li yıllarda oluyor. Ben ilkokula yeni başlamışken özellikle Bulgaristan'dan gelip Türkiye üzerinden Mısır'a geçen ve El Ezher'de okuyan öğrenciler vardı. Babam da beni El Ezher'e göndermeyi düşünüyordu ki İmam Hatipler ve beraberinde de İlim Yayma Cemiyeti açıldı. Ben İmam Hatip okulunda o kültürü alınca okuma yazma arzum belirginlik kazandı. 60'lı yıllarda çok okudum, 70'den sonra da makaleler yazmaya başladım. 1971'de ilk kitabım çıktı. Her yeni kitabımda bir evladım olmuş gibi sevindim. Sonra İstanbul'a geldim. Arşivler, kitaplar derken, vaizlik ve askerlikten sonra Şer-i Siciller'e girdim. Orada 7-8 sene çalıştım. 72- 73'lerde Osmanlı ulemasını çalışmaya başladım.

Kitaplarınızın daha çok belgelere dayalı olma sebebi ne?

Kitaplarımda kaynaklara ulaştığım ve birçok meselede ilki ortaya koyduğum için kendimi mutlu hissediyorum. Mesela Bediüzzaman Said Nursi hakkında risaleler dışında bilgi yoktu. Ben onun kendi imzası ile yaptığı hizmetleri, aldığı payeleri ortaya koydum. Süleyman Hilmi Tunahan'la ilgili ilk belgeleri, medrese tahsilinde aldığı notları bile ortaya çıkardım. Birçok olayı ilk olarak ortaya koyduğum için ne bulursam yayınlayayım ki nisyana terk edilmiş, yakılmış, yok edilmiş eserler ortaya çıksın diye düşündüm. Böylece hayatım daha çok yazarlığa ve özellikle gazeteciliğe doğru akmaya başladı. 20. Yüzyıl'ın başındaki alimlere, eserlerinden ve konuşmalarından dolayı çektikleri zulümleri gördükçe daha çok imrenmeye başladım. Mevlana'nın 'Ben Kur'an'ın kölesiyim bu tende can olduğu müddetçe. Ben Muhammed'in yolunun toprağıyım' dediği gibi ben de o ulemanın toprağı olayım, onların peşinden gideyim diye bu tür belgesel çalışmalar yaptım.


Siyasette önemli olan kazanmak değil davayı anlatmak

Gerek kitaplarınız gerekse köşe yazılarınızdan dolayı çok sayıda soruşturma geçirdiniz, ceza aldınız. Ama yazmaktan vazgeçmediniz. Motivasyonunuz neydi?

Eskiler, 'Bir katre içen çeşme-i pür-hûn-ı fenâdan/Başın alamaz bir dahi bârân-ı belâdan' demişler. Bu bir nebze beladır, genlerime işlemiş. Geriye baktığımızda büyüklerimizin tersine pek de ortaya bir şey koyamadığımızı görüyoruz. Biz o sıkıntıları zevk edindik. İlk defa 1977'lerde İskilipli'nin kitabını yayınladığım için yargılandım. Yargılanma sebebim 'Devletin iktisadi, içtimai nizamını dini esaslara uydurmak gayesiyle yazı yazmak.' Bu devlet nasıl bir şey ki yazı yazmakla yıkacağım? Böylece 1990'a kadar mahkemesiz günüm olmadı. Hapishane pek bir şey değil, askerlik gibi. Girersiniz, 2,5 sene yatacağım dersiniz. 24 ay askerlik yaptım ben. Bir farkı yok. Bu toprakların çilesini çekerim. Eğer benimle uğraşılıyorsa, yazdıklarım bir gerçeği ifade ediyorsa, mevcut statüko bana tepki gösteriyorsa doğru yoldayım demektir.

Bir dönem siyasetle de ilgilendiniz. Siyaset nasıl girdi hayatınıza?

Ulema ve fudelanın hayatlarına baktığınızda sadece kitap yazmış değiller. Elmalılı kitap yazmış ama Osmanlı'nın son dönemlerinde bakanlık de yapmış. Mustafa Sabri Efendi şeyhülislamlık yapmış ama kabinede sadrazamın vekilidir. Sadrazama vekalet ettiğinde Bakanlar Kurulu'na önce namaz kıldırırdı. Bu adamlara ben hayranlık beslerim. Sadece eseri değil, savunduğu ve yaşadığı bir hayat var. İlmiyle amil olan kimselerin mutlaka siyasetle de iştigal etmesi lazım. Bir dönem geldi, kimini astılar, kimini sürgüne gönderdiler. Kimini de susturdular. Bunları gören bir insan ister istemez siyasetle iştigal ediyor. Bizim inançlarımızın, fikirlerimizin, eserlerimizin siyasi bir tarafı da var. Siyasetle de iştigal ettim ama siyasette önemli olan bir davaya inanmaktır. İhtiraslarla bir yere gelmek önemli değildir.

Neyi görünce vazgeçtiniz siyasetten?

Artık gına geldi. Bir efsanedir, adam taşı yuvarlayıp tepeye çıkarıyor, ertesi gün bakmış bir aşağı atmışlar. Ertesi gün gene çıkarıyor sabah kalkıyor gene atmışlar. Ben seçimlerde aday oluyordum ama onu bir hobi olarak telakki ediyordum. İlk ona girince 'Aşere-i mübeşşire olduk, yani cennetle müjdelenmişiz' diye espri yapıyordum. İhtirasla bir şeyi yaptığında başarılı olman mümkün değil. İnandıklarını topluma anlatarak da siyasetle iştigal edebilirsin. Milletvekili olmak şart değil. Ama baktım basit adamlar, enaniyetler...


İslam Birliği için tüm dünyadan elçiler gelmişti

Kitabınız Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar ne kadar zamanda ortaya çıktı?

2002'de başladım 2006'da bitti. Biteli 5- 6 sene oluyor, şimdi yayınlamak nasip oldu. Belki bu kitabın taşıdığı misyon bu günleri gerektiriyordu, bu günlere nasip oldu.

Nasıl bir misyon taşıyor?

Bu kitabın irdelediği konu daha çok ilk Meclis. Sosyal, siyasal ve kültürel değişimin Türkiye'de hangi noktalara gelebileceğini göstermesi açısından, yeni bir anayasa hazırlanmasının söz konusu olduğu bir dönemde yayınlanması benim için daha önemli. İlk Meclis'teki tartışmalar, İttihadı İslam ve benzeri kongreler, bu yeni yasal yapının ve meclisin şu anki misyonunun ilk meclisle ne derece ilişkili olduğunu göstermesi açısından önemli. 2023'te 100 yaşını kutlayacak Meclis'in, yüzyıl evvel kurulan Meclis'e dönerek bir değerlendirme yapılabilmesinin kilometre taşlarından biri bu kitap.

Peki kitabı yazma fikri nasıl doğdu?

Bize öğretilen 1919 Erzurum ve Sivas kongreleri var. Ama Amerikalı bir yazarın kitabında baktım ki '1921'lerde İttihadı İslam kongresi akdi yapılacak' diye bir paragraf gördüm. Bu kafamda bir şerare çakmasına sebep oldu. Araştırınca çok ilginç şeyler çıktı ortaya. İslam dünyasından Türkiye'ye elçiler gönderiliyor. Sunusi Sivas'a gelmiş, minbere çıkmış, Sivas Lisesi Müdürü tercüme etmiş. Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey Kayseri'de bu İslam Birliği üzerinde konuşuyor. İslam Birliği, İslam Enternasyonali anlamına geliyor çünkü Sosyalist Enternasyonal'a karşı kuruluyor. Leh Müslümanları, Kazan Müslümanları, Yemen Müslümanları milletvekili göndermek ve vilayet olmak istiyor. Bağdat'tan Şii uleması geliyor. Bunun gibi müthiş bir canlanma var. Bu doğrultuda bu kitap ortaya çıktı.

Hangi kaynaklar sizin için önemli oldu?

O dönemin köşe yazıları ama beni daha çok yönlendiren Sebilürreşad oldu. Ulema, fudela, Şeyhülislam o devirde yok ama Şeriye vekilleri var. Beni sıkıntıya sokan Meclis'in mahzenine ulaşamamak oldu. Meclis'te böyle bir şey yok diyorlar. Mustafa Kemal'in beyannamesi var. '500 bin Müslüman gelecek. Bunlara iaşeyle ilgili Hilal-i Ahmer vasıtasıyla yardımda bulunun' diyor. Mustafa Kemal Meclis Başkanı olduğuna göre bu beyannamenin Meclis arşivinde olması lazım. Ancak yok diyorlar. Arşivler paramparça bir halde. Bazen zülfiyare dokunacak şeyler imha edilmiş. Ben artık gerçeklerin ortaya konulması gereken bir dönemdeyiz diyorum.

İstediğiniz tüm kaynaklara ulaşamadınız o zaman?

Evet ama bir kapı açıyorum ben. Necip Fazıl'ın dediği gibi surda bir gedik açıyoruz. Duru bir göle taş attığınızda hareler gittikçe büyür. Ben bir hare açıyorum bir başkası bir tane daha. Bu bir ilk hareket.



12 years ago
default-profile-img