|

Süreçler kararlılıkla devam ettirilecek

Eski Başbakanlık Başmüşaviri Doç. Dr. Yalçın Akdoğan, AK Parti'nin 12 Haziran'dan sonra başlatmış olduğu açılımlara devam edeceğini söyledi. Akdoğan, “Yeni anayasa, demokratik açılım, AB üyelik süreci, çetelerle mücadele aynı kararlılıkla devam edecek” dedi.

Murat Aksoy
00:00 - 4/04/2011 Pazartesi
Güncelleme: 00:28 - 4/04/2011 Pazartesi
Yeni Şafak
Süreçler kararlılıkla devam ettirilecek
Süreçler kararlılıkla devam ettirilecek
Önümüzdeki hafta Yüksek Seçim Kurulu'na siyasi partiler aday listelerini sunacaklar. Bizde yeni Meclis'in müstakbel adaylarını görmüş olacağız. 12 Haziran seçimleri her parti için önemli olsa da; asıl önem sanırım Türkiye için olacak. Çünkü yeni Meclis aynı zamanda 'Kurucu Meclis' işlevi görecek ve yeni bir toplumsal mutabakatın temelini atacak.
Bu yüzden yeni milletvekilleri önemli bir sorumluluğun altına girecekler.
Elbette en fazla sorumluluk yine iktidar partisinde olacak. Çünkü son dokuz yıl içinde Türkiye'de yaşanan değişimde imzası var.
Türkiye'nin yaşadığı değişim sürecinin görünen aktörlerinin yanında bir de görünmeyen aktörleri var. Bu aktörlerden bazı isimler bu seçimlerde aday adayı oldular.
Bu hafta Söyleşi-Yorum'da bu aktörlerden birisiyle Başbabakan-lık Başmüşavirliği görevini yürütürken adaylık için istifa eden Doç. Dr. Yalçın Akdoğan ile konuştuk. Akdoğan son 8 yılda sürekli Başbakan Erdoğan ile birlikte oldu. Birçok karede onu Başbakan ile gördük. Akdoğan ile 8 yıllık AK Parti iktidarını, neden siyasete girdiğini konuştuk.
Son 8 yıldır Başbakan'ın en yakınında bulundunuz. Nasıl bir değişim var Türkiye'de?

AK Parti öncesi Türkiye karanlık bir tünele girmişti ve açıkçası çıkış da görünmüyordu. Bir yandan 28 Şubat sürecinin demokratik yaşam üzerine karabulut gibi çökmesi ve kaybedilen kazanımlar, diğer yanda 2000 ve 2001'de yaşanan ekonomik krizler Türkiye'yi ciddi bir türbülansa sokmuştu. Siyaset kurumu etkisizleşmiş, koalisyon hükümeti hiçbir sorunu çözemeyecek, muktedirsiz bir hale gelmişti. AK Parti iktidarıyla Türkiye adeta yeni bir 'diriliş' yaşadı. Karanlığın en kesif anında bir ışık doğdu.

AK Parti'nin ilk dönemi kendisini ispat çabasıyla, varlığına kasteden şebekelerle mücadeleyle geçti. İktidara geldiğinde üç beş ay ömür biçilen bir parti, iktidarda dokuzuncu yılına giriyor. Bu AK Parti'nin siyaseti normalleş-tirdiğini gösteriyor. AK Parti hem kendi varlığını korumayı başardı, hem de Türk demokrasisini korudu; hem kendisini büyüttü, hem de Türkiye'yi büyüttü. Bu akıllıca bir stratejiye dayanıyordu.

Neydi o strateji?

Türkiye'yi ve AK Parti'yi büyütecek politikalar. Bu ikisi örtüştürüldü. AK Partili olmayan kesimler bile, AK Parti'nin devre dışı kalması halinde güven ve istikrarın ciddi şekilde yara alacağına, Türkiye'nin yeniden kriz ve kaos günlerine döneceğine inanıyordu. AK Parti hem istikrarın hem de Türkiye'nin bütünlüğünün korunması açısından kritik bir misyon yüklenmiş oldu. Özellikle Anayasa Mahkemesi'nde kapatma davası görüşülürken bir çok kesim bu hissiyata sahipti. AK Parti'nin denklemden çıkması hem demokrasi, hem ekonomi, hem de ulusal bütünlük açısından ciddi riskler barındırıyordu.

DEMOKRASİNİN TEMİNATIYIZ

Yani AK Parti'nin varlığıyla demokrasinin varlığı birbirine mi endekslendi?

Elbette demokrasi, hiçbir partinin varlığına endeksli değildir, ama partilerin varlığı demokrasi için olmazsa olmazdır. İki kişiden birini alan en büyük partinin devre dışı bırakılması, demokrasiye olan inancı ortadan kaldırırdı. Şu an demokratikleşme süreçleri ağırlıklı olarak AK Parti üzerinden işlediği için AK Parti'nin iktidarına devam etmesi, demokratikleşmenin kök salması açısından önem taşıyor. Ayrıca son dönemde demokrasi mücadelesi veren, değişimin lokomotifi olan en büyük siyasi aktör AK Parti… Mücadele vermeden demokratikleşme olmuyor. Bu mücadeleyi ise toplumun farklı unsurlarıyla birlikte AK Parti veriyor. Türkiye AK Parti iktidarıyla Cumhuriyet tarihinin en büyük demokratik dönüşümünü yaşıyor. Menderes dönemindeki birinci demokrasi dalgasında demokrasinin temel kurumları oluşuyordu. Özal döneminde liberal politikalar ve Türkiye'nin dünyaya açılması ön plandaydı.

YENİ BİR DALGA GELİYOR

Ya AK Parti döneminde?

AK Parti dönemi vesayetçi anlayışın kırılması, asker-sivil ilişkilerinin normalleşmesi, iktidarların muktedir olması, hukukun üstünlüğü ve ileri demokrasi gibi kavramların hayata geçmeye başlaması açısından çok önemlidir. Bunu ben üçüncü demokrasi dalgası olarak niteliyorum. Demokrasiye ve değişime direnç gösteren faktörler bir bir etkisizleştirilmekte, statükonun temel dinamikleri zayıflatılmaktadır. Sivil siyaset mevzi kazanmakta, demokrasi her alanda kök salmaktadır. Son dönemde verilen demokrasi mücadelesi ve elde edilen kazanımlar hiçbir dönemle kıyaslanamayacak kadar ileri boyuttadır.

Peki ne değişti, ne değişmedi?

Türkiye'de asker-sivil ilişkileri değişti, sivil toplum güçlendi, milletin siyaset kurumuna bakışı ve siyasetten beklentisi daha farklı bir noktaya geldi. Dün konuşulamayanlar konuşuluyor, hayal bile edilemeyenler hayata geçiriliyor. Türkiye, bölgesel ve küresel bir aktör haline geliyor. AYM ve yüksek yargıda gerçekleşen değişimler bir iki yıl öncesinde hayal bile edilemezdi. Hukuka olan inanç giderek artıyor. Hükümet muktedir hale geldi ve yüksek siyaset yapar konumda. Paradigmaları, bakış açılarını değiştiriyor. Kıbrıs, AB, Kürt meselesi, Ermeni meselesi gibi konularda ezber bozan işler yapılıyor.

MUHALEFET DEĞİŞMİYOR

Bunlar değişenler ya değişmeyenler?

İlk sırayı muhalefet alıyor. CHP ve MHP ulusalcı zeminde statükoculuğa devam ediyorlar. Türkiye'nin ve dünyanın gerçekliğini kavrayamayan, Türkiye'nin gerçek menfaatlerine uygun politikalar üretemeyen muhalefet partileri statükonun muhafızları olarak bildik rollerini sürdürüyorlar.

Başbakan ne kadar değişti?

Başbakan Erdoğan gerçekten yüzyılda bir gelebilecek bir siyasi lider. Hem yaptıklarıyla, hem liderlik özellikleriyle, hem de samimiyeti ve dava adamlığıyla özel biri. Sadece kendi halkının değil bölge halklarının gönlünde çok özel bir yeri var, inanılmaz bir sevgi seli yaşanıyor. Başbakanımız geçenlerde "2002'yi çıraklık, 2007'yi kalfalık, 2011'i ise ustalık dönemi" olarak nitelendirmiş.

Doğrusu Başbakanımızın çıraklık dediği dönemdeki performansı dahi tarihi liderlerin performası düzeyindedir. Tayyip Erdoğan'ın Belediye Başkanlığı'nda ve siyasi hayatının ilk dönemlerinde önemli bir özelliği, potansiyelinin çok üzerinde bir performans ortaya koyabilmesiydi. Zaman içinde potansiyeli bölgesel liderlerin üzerine çıkarken performansı küresel liderleri geride bıraktı. İnanç ve samimiyet, cesaret ve kararlılıkla bir araya gelince büyük bir misyon adamı ortaya çıkıyor.

DAVANIN DEVAMI İÇİN SİYASET

Size gelelim, neden aktif siyaset?

Ben zaten siyasi bir görev yapıyordum. Danışmanlığı 8-9 yıldır sürdürüyorum. Farklı bir formatta hizmete devam etmek belki daha yerinde olur diye düşündük…

Böyle daha etkili değil miydiniz?

Mesele kişisel olarak ne kadar güce ve etkiye sahip olduğunuz değildir. Biz dava bilinciyle yetiştik. Bu bir takım oyunu. Önemli olan hedef ve amaçlara giderken bütünün bir parçası olmak, katma değer üretmek… Geçen süreçte tarihi olaylara şahit olduk, tarih yazılırken işin bir yerinde bulunduk. Bundan daha büyük gurur olmaz. Benim anlayışıma göre herkesin kıymeti himmeti nispetindedir ve kimin himmeti milletiyse o tek başına küçük bir millettir. Kişisel hesaplar, kişisel çıkarlar peşinde koşanlar büyük anlamlar taşımazlar. Hedefiniz ve amaçlarınız ne kadar büyükse, ne kadar milletin menfaatlerine yönelikse o kadar anlamlı olursunuz.

Yeni dönemde nasıl bir Meclis öngörünüz var?

Meclisin ve siyaset kurumunun itibarı son dönemde çok iyi bir noktaya ulaştı. Özellikle anayasa değişikliklerinde milletvekillerinin nasıl bir efor ortaya koyduklarını, ne kadar tarihi bir işe imza attıklarını milletimiz gördü, vekilleriyle gurur duydu. Yeni dönemde kalitenin daha da artacağını düşünüyorum. Hem milletin hissiyatını daha iyi bilen, hem de farklı özellik ve donanımlara sahip siyasi aktörlerin sayısı artacaktır.

AK PARTİ ÖZGÜRLÜKÇÜ CHP VESAYETÇİ PARTİDİR

AK Parti'den başvurmak için istifa eden bürokratlar şu soruyu gündem getirdi: "Devlet partisi mi olacak AK Parti?"

AK Parti millet partisidir, milletin kurduğu ve beraber yürüdüğü bir harekettir. Bu niteleme bu yüzden çok yanlış. Kastedilen anlamıyla devletçilik, AK Parti'nin genlerine uymaz. AK Parti halkçıdır, bireycidir. Devletçi, statükocu, merkeziyetçi, vesayetçi anlayış CHP'nin kodlarında mevcuttur.

Toplumun önemli bir kesimi AK Parti'ye kuşku ile bakıyor. Bunu gidermek için ne yapacaksınız?

AK Parti iktidara geldiği günden bu yana bir çok karalama kampanyasıyla karşılaştı. Daha ne yapacağı belli olmadan 'gizli gündem', 'takiyye', 'İranlaşma' gibi bir çok suçlama yapıldı. Bugün anlıyoruz ki, bunların hepsi organize bir psikolojik harekatın parçasıymış. Özellikle CHP yıllardır 'sistem elden gidiyor', 'laiklik tehdit altında' gibi söylemlerle kriz siyaseti yaptı. Yeni göreve başlayan bir iktidara yönelik 'niyet okuyuculuk' belki bir süre olumsuz bir etki yapabilir. Ancak dokuzuncu yılına giren bir hükümete bu tür yakıştırmalar yapmak haksızlıktır. AK Parti iktidarının ne yaptığı, ne yapmaya çalıştığı çok iyi görülüyor. Bu yüzden de toplumun önemli bir kısmı AK Parti'yi destekliyor. Anlayışlı olan, empati yapan, tedirginlikleri gidermeye çalışan AK Parti'dir. Herkesin AK Partili olması mümkün değildir ancak varolan tedirginliğini gidermek, elbette ülkeyi yöneten hükümetin sorumluluğudur.


AK Parti ve İslamcılık ne kadar değişti?

İslamcılık, 20'inci yüzyılda geliştirilen bir ideolojiydi ve farklı özellikteki İslami hareketlere kaynaklık eden bir tasavvurdu. İslamcılık, bir yanıyla ihya ve tecdidi esas alarak dini hakikatlerin zamanın ruhuna göre yorumlanmasını sağlamaya çalışıyordu, diğer yanıyla sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasi hayatın içinde bir aktör olarak var olmaya çalışıyordu. İslamcılık tasavvurunda 'devlet' merkezi bir rol oynuyordu ve değişim projesi bir yönüyle devlete endeksliydi. Bu da yukarıdan aşağıya İslamlaşma veya yukarıdan aşağıya değişimi öne çıkarıyordu. 21'inci yüzyılın başında diğer ideolojiler gibi İslamcılık da zemin kaybetti, kendisini dönüştürmeye çalıştı. İslamcılığın evrimi ülkeden ülkeye farklılıklar gösterdi. Ama genel olarak devlet yerine toplumun öne çıktığını, farklı dinamiklere dayanan, farklı yöntemleri savunan bir değişim anlayışının savunulmaya başladığını söyleyebiliriz. Biz, 1993'lerde Yeni Zemin dergisini çıkarırken sistemin değişimi-dönüşümü ve demokratikleşmesine yönelik tartışmalar yapıyorduk. Türkiye değişmeliydi, paralel olarak İslamcılık da değişiyordu.

En çok tartışılan konu İslam ile demokrasi uyuşur mu sorusu idi…

Demokrasi-İslam ilişkisine veya bir arada yaşama modellerine yönelik entelektüel tartışmalar yaşanıyordu. İslamcılar hem düşünsel olarak kendilerini yeniliyor, hem de dinamik yapısıyla hayatın her alanında söz sahibi olmaya başlıyordu. Nitekim Refah Partisi 1994'te belediyelerin önemli bir kısmını kazandı, 1996'da koalisyon ortağı oldu. Reel politika ile tanışmak, sorumluluk üstlenmek, sorunlara somut çözümler üretmeye çalışmak, beraberinde bir zihniyet değişimini de getiriyordu. Ama bu değişim süreci kendi haline bırakılmadı. Türkiye'de 28 Şubat süreci, Batı'da 11 Eylül travması kendi halinde evrilen İslamcılığın dönüşümüne farklı bir etki yaptı.

28 Şubat süreci nasıl etkiledi?

28 Şubat süreci olmasa iktidardaki Refah Partisi kendisini normal yollardan dönüştürebilirdi, ancak bunun doğal sonuçlarını bilemiyoruz. 28 Şubat süreci doğal dönüşüm sürecine darbe vurdu.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki dönüşümü bu çerçevede nereye oturtuyorsunuz?

Bu ülkelerdeki İslami hareketler rejimin doğası gereği siyasi alanda çok etkili olamadılar. İslam-demokrasi ilişkisi sağlıklı bir şekilde oluşmadı. Demokrasinin altyapısı olan kurumlar da gelişmedi. Güçlü bir siyasi muhalefet hareketi yok, sisteme katılım yok, orta sınıf güçlü değil, medya güçlü değil, parti hareketleri güçlü değil vs. Türkiye'de Refah Partisi tecrübesi, İslamcı anlayışın demokratikleşmesi ve demokrasi içinde bir aktör olması açısından eşsiz bir örnek ortaya koydu. Erbakan'ı bir çok yönden eleştirebilirler ama Refah Partisi, İslamcılığın demokratik versiyonunu güzel bir şekilde ortaya koydu. Batı'da siyasal İslam denilince silahlı örgütler akla gelirken, Türkiye'de demokratik bir oluşum öne çıktı.

Ortadoğu'da asker, demokrasiye geçiş için zemin hazırlıyor galiba?

Doğrusu askerin tanımladığı demokratik alan istenildiği şekilde olmuyor, vesayetçi bir yapı oluşuyor. Bu yüzden demokratikleşme ve sivilleşme atbaşı gitmeli…


Türkiye'nin değişim sürecini güçlendiren bir unsur da Ergekon Davası. Ne düşünüyorsunuz bu dava hakkında?

Ergenekon davası, Türkiye'nin demokratikleşmesi, sivilleşmesi açısından hayati derecede önemlidir. Hukukun üstünlüğü, bir laf olmaktan çıkarak kendisini ispat ediyor. Sadece hükümet değil, yargı da kendi alanında muktedir olmaya başladı. Kuvvetler ayrılığı ilkesi hep vardı, ama bu kuvvetler son dönemde asli fonksiyonlarını kazanıyorlar ve gerçek kuvvetine kavuşuyorlar. Vesayetçi anlayış sistemin tüm unsurları üzerinde egemendi ve gerçek rollerin oynanmasını engelliyordu. Bu yüzden darbe söylentilerinin kararlılıkla üzerine gidilmesi ve adaletin tecelli etmesi sadece geçmişi yargılamak değil, geleceği garanti altına almak açısından da önem taşıyor.

DARBECİLİK TEDAVÜLDEN KALKTI

Yani bu, geçmişte darbe planlayanları cezalandırmaktan öte, gelecekte darbeye tevessül edeceklere bir gözdağı olacaktır mı diyorsunuz?

Darbeye tevessül eden kimse, yargılanmalı ve gereken cezayı almalıdır. Demokratik rejimi yıkmaya, siyasi iktidarları devirmeye, milli iradenin egemenliğini paylaşmaya kim cüret ediyorsa yargıya hesap vermelidir. Ama elbette daha önemlisi, bu tür işlere tevessül edenlerin, yapacaklarının yanına kar kalmayacağını bilmeleri, görmeleridir. Darbecilik bir zihniyettir. Bu zihniyete sahip olarak darbe organizasyonu içinde görev üstlenenler de rejimi yıkmaya yönelik bu eylemin parçasıdırlar. 12 Eylül'de ve geçmişte akademisyenlerden medya mensuplarına, iş dünyasından sivil topluma kadar bir çok kesimin darbelere sadece çanak ve alkış tutmadıklarını aynı zamanda sürecin içinde roller üstlendiklerini gördük. Bunların yargılanmasına da alışık değiliz. Şimdi bu işlere karışanlar yargıda hesap verince rahatsız olmamamız gerekiyor.

DAVA KİŞİLER ÜZERİNDEN YÜRÜMEZ

Savcı Öz'ün görevden alınması süreci akamete uğrar mı?

Sanmıyorum. Bu süreçte sembolleşen kişiler olmuştur, ancak hiçbir dava kişilerin üzerinde yükselmez. İsmi bilinen veya bilinmeyen birçok insan süreç içinde görev yapmaktadır. Başbakanımızın dediği gibi bu yargının bir tasarrufudur. İsmi geçen kişilerin ne kadar önemli görevler yaptığına dair birkaç gündür yüzlerce yazı yazıldı. Bunların çoğuna katılmak mümkündür. Gerçekten doğru zamanda cesaret, basiret göstermek belli kişileri farklı bir konuma oturtur. Ancak şunu da unutmamak gerekir demokratikleşme mücadelesi hükümetten, sivil topluma ve medyaya kadar bir çok unsurun verdiği bir mücadeledir. Burada siyasi kararlılık şarttır. AK Parti iktidarı çetelerle, mafyayla, karanlık odaklarla mücadelede bugüne kadar görülmeyen bir kararlılık ve cesaret ortaya koymuştur. Bazı yorumcular, devlet içinde farklı bir uzlaşma ve ittifak oluştuğunu, bunun sonucu olarak bu tür adımların atıldığını belirtiyorlar. Bunlar kesinlikle çok yanlış değerlendirmelerdir. AK Parti her zaman demokratik güçlerle ve milletle birlikte yol yürür, kendi varlık sebebini demokrasinin geliştirilmesi olarak ortaya koyar. Bu tür yakıştırmalar suizandan öte değildir. Sanırım süreç, bir çok yanlış değerlendirmenin haksızlığını ortaya çıkaracaktır…

SAVCI ÖZ KURBAN DEĞİL

Hükümet, Öz konusunda yargının takdiri diyor, ama davayla ilgili olan istihbarat müdürünün görevinin değiştirilmesi idari bir tasarruf değil miydi?

Elbette, idari bir tasarruftur. Dediğim gibi hiçbir süreç kişilere endeksli değildir. Bu davayla ilgili başından beri görev yapan birçok kişi var. Nitekim savcının talimatıyla daha sonra da bazı operasyonlar gerçekleştirildi. Herkes görevini en iyi şekilde yapmaya çalışır. Ali Fuat Bey, çok başarılı bir polis müdürüdür. Bugüne kadar önemli görevler üstlenmiştir, muhtemelen bundan sonra da önemli görevler yapacaktır. Bu değişikliği, bazıları 'kurban vermek' gibi yorumladı. Bu çok yanlıştır ve tamamen yalandır. Bu ne kurban vermek gibi yorumlanabilir, ne cezalandırmak gibi. Görevini yapan kişileri takdirle ve şükranla anmak gerekir. Önemli olan toplumun vicdanında takdirle anılmaktır. Bu tür değişiklikleri, süreçten 'ricat' gibi göstermek çok yanlıştır, haksız değerlendirmelere sebep olur.



13 yıl önce