Hissetmek denildiğinde, insan olarak her türlü hayat kaybına üzülürüm, herkesin de üzüldüğünü düşünürüm. Uludere'de yaşanan olay ise her bakımdan trajiktir. Hukuk devletinin en temel niteliği, terörle mücadeleyi kurallara uygun yürütmesi, aksine durumlara sebebiyet vermemek için her türlü tedbiri almakla yükümlü olmasıdır. Sonucu değiştirmez fakat bunun bir kaza olduğunu, bir kasıt bulunmayacağını herkes takdir eder. Böyle olayların ardından bir hukuk devletinde neler yapılması lazım geliyorsa onlar muhakkak yapılacaktır. Öte yandan bu olay üzerinden siyasi pozisyon oluşturmak isteyen çevrelere karşı da dikkatli olmak gerekir. Hak aramak, sorgulamak talepleri sonuna kadar haklıdır, ancak buradan hareketle şiddet kışkırtıcılığı yapmak asla kabul edilemez.
Türkiye'nin demokratikleşmesi ve ne olup bittiğine ilişkin daha serbest bir kamusal müzakerenin yapılabilir hale gelmesi burada önemli. Siyasal yapı ve iktidar ilişkileri bürokratik vesayet tarafından tayin edildiğinde ancak "resmi gerçekleri" konuşabilirsiniz. Halk siyasete ağırlığını koyduğunda ise bu farklı yaklaşımların, söylemlerin görünür hale gelmesi demektir. Türkiye'de olan budur.
Komisyonların tam işlevi derken ilişkili tüm sorunların halledilmesini kastediyorsak bu zor. Böyle bir görevi kimse yerine getiremez. Komisyonlar öncelikle serbestçe soruşturma yapıyor, her şeye dokunuyor, kamuoyu ile paylaşıyor, nihayet siyasal kararlar için veri sunuyor. Bunlar çok önemli
Terörden kaynaklı yaşam hakkı ihlallerinin sosyal ve insani maliyetlerini araştırma komisyonu.
Türkiye 30 yıldır terörle iç içe. Biz PKK merkezli olayları inceliyoruz. Terörün bir şekilde etkilediği, hayatına travma taşıdığı hem kişisel düzeyde bu acılarla yüzleştirdiği hem de toplumsal düzeyde maliyet doğurduğu bir gerçeklik var. Terörden mağdur olan şehit askerleri, polisleri, öğretmenleri, korucuları, sivil vatandaşları, teröristlerin ailelerini dinleyeceğiz. Çünkü bütün bunlar bizim vatandaşımız. Onların beklentileri, adalet talepleri bu ülkenin gerçekliği. Siyasetin görevi dinlemek, anlamak, çözüm yollarını araştırmak, karar almak...
Tabii. Sadece asker, korucu, sivil vatandaş değil, çocuğu örgüte katılan ve dağda ölen ailelerle de konuşacağız. Bu ülkede eğer bir barış sağlanacaksa, terörün yaraları sarılacaksa -ki, terörle mücadelede bu çok önemlidir-, bizim mutlak surette her acıyla, bunların toplumsal maliyetiyle yüzleşmemiz lazım. Komisyonumuz şimdi 30 yıllık sürecin birikimini çeşitli örnekler üzerinden anlamaya çalışıyor.
Olay henüz yeni. Otuz yıllık terörün maliyetinden bahsediyoruz, ne yazık ki bu tür bir araştırmada çok sayıda olay mevcut. Biz tek tek olaylarla değil onların politik, toplumsal, insani nihai anlamıyla ilgiliyiz. O yüzden her olayı özel olarak ele almak ve açığa çıkartmak gibi bir yönteme sahip değiliz.
Terör mağduru konuya ilişkin şahitlikleri var, görüşleri değerlendirmeler var. Bunları dinliyoruz. Kürt sorunu ve terör konularında gazeteci, entelektüel, akademisyen ya da temsiliyeti olan insanlarla görüşüyoruz. Diğer taraftan da terörün mağduru olmuş, çocuklarını yitirmiş, eşini, arkadaşını kaybetmiş insanların bu meseleye nasıl baktıklarını, bu acıyı nasıl yaşadıklarını, başlarına ne geldiğini, onu nasıl anlamlandırdıklarını dinliyoruz. Bu çerçevede geçtiğimiz haftalarda Tunceli'den gelenleri dinledik. Bir kısmı ile belki gözden ırak şekilde konuşmamız lazım, bir kısmının evine ocağına gideceğiz. Çünkü kamuoyunda görünmek istemeyebilirler. Sonuçta terörden farklı biçimlerde etkilenen kişilerle karşı karşıyayız, onların hassasiyetlerine saygı ile bu çalışmayı yürüteceğiz. Bizim için dinlenilenin kim olduğundan çok temsili tanıklıklar. Anlatılanlar dinleyemediklerimizi de temsil edebilmeli.
Elbette. Başka şartlarda bu tür olaylara ilgi göstermeyecek, kategorik olarak bir kenara koyacak insanlar dinliyor, kulak veriyor, gerçek olaylar ve sorunlarla yüzleşiyor.
Acılı insanların önünde politik asabiye ile davranıyormuş duygusu uyandıracak tutumlar sakil kaçar. Kaldı ki, Latinlerin dediği gibi insani olan hiçbir şey bize yabancı değildir. Politik bayrağımız ne olursa olsun gözdeki yaş nüfuz edebileceğimiz bir acının ifadesidir. Ortak çalışmaların en önemi faydası "öteki" dediğinle yüzleşmek ve bundan sonuç çıkarmaktır. Komisyon üyeleri, elbette ilgili...
Bizim derdimiz bir büyük resim ortaya koymak. Bu resmin içinde PKK olacak, şehitlerimiz olacak, askerler, öğretmenler, sivil vatandaşlar, korucular olacak. Farklı biçimlerde bu acıları yaşayan insanlar olacak. Dolayısıyla biz bir bulmacanın parçalarını birleştirmeye çalışacağız. Bu bir raporda ortak bir zemine yerleştirilebilirse adalet, hakkaniyet dediğimiz o fikre biraz daha yakınlaşabiliriz diye düşünüyorum. Yoksa adalet, hakkaniyet, insanlık kategorik ve soyut sözlerdir. Önemli olan gerçek hayatın içinde bunları yan yana getirebilmek.
Komisyonların çalışmaları iki tür faydaya yöneliktir; birincisi zaten çalışmanın kendisi üreticidir. Dinlediğin insanların anlatımları topluma intikal eder, toplum da ne oluyor diye düşünür. Bunlar yaşandı mı gerçekten, ben bunları bilmiyordum der. Olup bitenlerin farklı anlatımları toplumun bilgisine girmiş olur. Bu o insanların dünyasında siyaset, adalet olur, o toplumsal maliyeti azaltıcı bir nitelik kazanır. Neye dönüşeceğini, hangi illiyet bağları doğuracağını şimdiden tahayyül edemeyiz, sadece olup biteni anlatırız. Nitekim komisyonun çalışması kamuoyuna böyle intikal ediyor.
Bu faaliyeti raporlamaktır. Raporladıktan sonra derli toplu resme ulaşıldıktan sonra bundan siyasi partiler faydalanacaktır. Herhalde partiler alana ilişkin konuşurken rapordaki verilere başvuracaklardır. Bir anlamda terörün sosyal maliyetini de ortaya çıkarmış olacağız.
Bu tür komisyonlar şartların daha olağan hale geldiği, yaraları sarmaya başladığımız zamanlarda kurulur. Türkiye'de henüz terör sona ermedi. Gerçi son dönemde PKK teröründe çok ciddi bir gerileme olduğu açık. Ama terör, tam olarak sona erdiğinde ve insanlar derin bir nefes aldıklarında bu tür bir komisyon anlamlı olur. Barış ortamında insanlar kışkırtıcı, saflaştırıcı, asabiyeleri çalıştırıcı iklimden kurtularak hakikate daha yakın hale gelirler. Bu da komisyonların önemini artırır. Şu an o işlevde bir komisyon ne yapabilir, kestirmek kolay değil. Türkiye'de terör azalmış olsa da devam ediyor. Bizim komisyonumuz yaraların sarılmasına bir katkı sunsun, bu da çok önemli. Ki Ayten Öztürk'ün babası...
Babası komisyonumuza geldi ve yaşadıklarını anlattı. O babanın yarası 19 yıllık bir yara. Elbette sadece bize anlattığı için o yara tedavi edilmiş olmayacak ama o baba için artık onu dinleyen bir devlet, onun yaşadıklarını dert edinmiş insanlar var duygusu çok önemli diye düşünüyorum. Bu duygu o yaraya bir bandajdır. Yara ortadan kalkmaz ama tedavi edici bir adım olur.
Terörden mağduriyeti olan herkesi dinlemek ve resmin tamamını ortaya çıkarmak istiyoruz. Fakat yine de olay çok, acı çok, kaçınılmaz olarak örneklendirmek zorundayız. Tabii bu sadece bizim talebimizle olmaz, insanların da bize anlatmak istemeleri önemli.
1-1,5 yıl içinde bunu çıkartmamız lazım diye düşünüyorum. Çok gecikirse patinaj yaptığımız düşünülebilir.
Bu nokta çok önemli. Çünkü, bugüne kadar terör mağduru diyince hep asker yakınları, sivillerin yakınları ve devletin karanlık yapılarının mağduru insanlar konuştu. Tabii bunun bir de PKK tarafı var. PKK'ya katılmış, dağa çıkmış insanların çoğunluğu vatandaşımız. Onların ailelerinin nasıl bir acı çektiğini ya da neler yaşadıklarının bilmiyoruz. Onların da bize bunu anlatmaları değerli. Çünkü örgüt içi infazlar başta olmak üzere burada yaşanan ihlaller araştırmalara konu olmalı. Bu konuda konuşma cesareti gösterecek, o yüzleşmeye kapı açabilecek insanlar önemli. Bunların bir kısmı Türkiye'de bir kısmı yurt dışında olabilir. Bir kere daha belirteyim, bizimle açık kimlikleri olmadan da temasa geçebilirler. Komisyonumuz için resmin tamamı önemli. Ve bu konu da resmi tamamlayan önemli bir parça.
Anayasa bir temel sözleşme olarak Türkiye'deki merkezkaç unsurları da sisteme dahil etmek bakımından önemli bir işlevi yerine getirebilir. Ama şunu da unutmayalım, toplumsal ve politik temelini hazırlamadan, anayasa yazımındaki dil mühendisliğindan bunu beklemek yanıltıcı olur. Ama anayasa bir rehabilitasyon unsuru olarak entegrasyonu kolaylaştırıcı bir işlev görebilir.
Türkiye'deki rejimin meşruiyet parametreleri darbeler tarafından tayin edilirdi. Bugüne kadar iki merkezkaç unsur vardı. Birisi irtica bir diğeri de bölücülük. Seksenlerden itibaren içine girdiğimiz yeni süreçte, adı İslamcı, geleneksel, muhafazakâr ne tür adlandırma yaparsanız yapın sistemin dışında kalan kesim ekonomik, kültürel ve siyasal olarak sistemin içine girdi.
İkinci merkezkaç unsur olarak bölücülük diye adlandırılan Kürt meselesi, sistemin henüz meşruiyet sınırlarının içine çekilemedi. Demokratik açılım, AK Parti'nin iktidarı döneminde esasen bir diğer merkezkaç unsuru olan Kürt meselesini sistemin içerisine almak içindi.
Başarılı olmadı değil ama istenildiği gibi gidilemedi. Çünkü bir meydan okuyucu milliyetçilik söz konusu olduğunda, insanların milliyetçi duyguları arttığında, bunları körükleyecek şekilde terörün sürdüğü dönemlerde bu işleri çözmek, buna uygun bir iklim ortaya koymak son derece zor iştir. Demokratik açılım sürecinde son derece kışkırtıcı laflar edildi, ülkenin bütünlüğüne değil politik asabiyelerin tahkimine çalışıldı. Ama hala o şans var. Ben süreci, bir gerileme, geri adım atma, başarısızlık olarak görmüyorum. Şu bakımdan görmüyorum, demokratik açılım dediğimiz süreç aslında Türkiye'nin demokratikleşmesinin bir parçasıdır. Siz zaten demokratikleştiğinizde, o demokratik açılımı yaparsınız, adını koyun koymayın.
Terör örgütü çözüm sürecinde gücünü ve inisiyatifini yitireceğini fark etti. Kendi vazgeçilmezliğini perçinleyebilmesi ancak terörle mümkün olabilir. O da bunu yaptı.
Terör zayıfların silahıdır, güçlü olanların değil. Ancak bir kez teröre başvurduğunuzda, ortak yöntem kendi gerçekliğini üretmeye başlar. Baş koyduğunuz amaç politik-toplumsal temelinden kopar, kan kültünün elbisesini giyer. Yöntem sürekli kendisini yeniden üretir. Her ölen, yenisini çağırır. Marx'ın bir lafı var; "Yanılsamalardan kurtulma isteği, yanılsamalar doğuran bir şarttan kurtulma isteğidir". İşte terörün bitmesi, bu yanılsamalardan gerçeğe dönüşü sağlar, kan kültünden toplumsal ve kütürel olana geçilir. O zaman o kesimde de bir yüzleşme başlayabilir. Bizim AK Parti olarak hedefimiz o yanılsamalar zeminini inşallah ortadan kaldırmaktır.
Süreç devam ediyor. Siyasetin görevi modern ve demokratik bir ülkede Kürt sorununun çözümü için mihmandarlık etmek, ortam hazırlamak, kararlar almaktır. İçerik mevcut tartışmalar çerçevesinde olacaktır. Ne olduğunu açıklamaya bırakmak daha uygun!