|

Türkiye küresel vicdanın sesi oldu

Başbakan'ın Dış Politika Başdanışmanı İbrahim Kalın, "Türkiye Suriye konusunda küresel vicdanın sesi olduğunu dünyaya gösterdi" dedi. Kalın, Suriye krizinin hem siyasi hem de insani yönü olduğunu ifade ederek; son aylarda yaşanan hadiseler, meselenin insani boyutunu daha önemli hale getirdiğini söyledi.

Murat Aksoy
00:00 - 9/04/2012 lundi
Güncelleme: 01:55 - 9/04/2012 lundi
Yeni Şafak
Türkiye küresel  vicdanın sesi oldu
Türkiye küresel vicdanın sesi oldu
Bir yılı aşkın bir süredir komşumuz Suriye'de halk, daha demokratik bir ülke için sokaklarda. Rejim bu talepleri şimdiye kadar şiddet ile bastırdı. 10 bine yakın ölüm, 50 binin üzerinde tutuklu ve 150 bin yakın göç var. Libya'ya birkaç haftada giren NATO güçleri, Suriye konusunda yaşanan bunca şiddet ve geçen süreye rağmen hareket edebilmiş değil. BM'de Rusya ve Çin'in vetosu, uluslararası müdahaleyi geciktiriyor. Türkiye Suriye konusunda hassasiyetini devam ettiriyor.
Önümüzde kritik 10 Nisan var. Bu tarih bir milat mı yoksa her şey biri süre daha böyle mi devam edecek. Söyleşi-Yorum'da bu soruları Başbakan'ın Dış Politika Başdanışmanı İbrahim Kalın'a sorduk. Kalın, "Türkiye, uluslararası toplumla hareket ediyor. Ne bir adım önde ne bir adım geride. Bizim için önemli olan kanın durması" dedi.

Suriye'de son durum nedir? Annan Planı'nın parçası olan 10 Nisan'da şiddet durmuş olacak mı?

İstanbul toplantısının yapıldığı gün Şam, Annan Planı'nı kabul ettiğini açıkladı. Bu, şiddetin durması, operasyonların, tutuklamaların, şehir muhasaralarının, mayın döşenmesinin, halkın göçe mecbur edilmesinin sona ermesi anlamına geliyorsa olumlu bir gelişmedir. Fakat rejimin sözünde durmayacağına ve oyalama taktiklerine başvuracağına dair yaygın bir şüphe var.

İstanbul'da yapılan Suriye'nin Dostları toplantısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İstanbul'da yapılan Suriye'nin Dostları toplantısı büyük bir başarıydı. Türkiye bu tür kriz durumlarında küresel vicdanın sesi olduğunu dünyaya bir kez daha gösterdi. Yanı başımızda yaşanan bir trajediye seyirci kalmamız düşünülemezdi. Suriye meselesinin iki önemli boyutu var. İnsani ve siyasi yönü. Siyasi açıdan Suriye'de barış ve istikrarın sağlanması ve halkın meşru taleplerinin karşılanması esastır. Fakat son aylarda yaşanan hadiseler, Suriye meselesinin insani boyutunu daha da önemli ve maalesef dramatik hala getirdi. Siyasi-stratejik mülahazaları ve hesapları bir kenara koyun; orada binlerce masum insan öldü, ölüyor. Onurları için, insanca bir yaşam için, meşru taleplerini dile getiren insanlar, bombardımana tabi tutuluyor. Suriye'den kaçan insanların sayısı 150 bine ulaştı. Suriye içinde yerlerinden edilen insanların sayısı yüzbinlerle ifade ediliyor. BM'ye göre bir milyondan fazla insana acilen insani yardım ulaştırılması gerekiyor. Bütün bunları dikkate almak ve Suriye'deki acı insan hikayelerine kulak vermek zorundayız.

SİYASİ DEĞİL İNSANİ VE AHLAKİ SORUMLULUK
Suriye Türkiye için ne ifade ediyor?

Suriye bizim için siyasi-stratejik olmaktan önce, insani ve ahlaki bir sorumluluktur. Bu yüzden Türkiye aylardır yoğun bir çaba gösteriyor. Amacımız öncelikle akan kanın durması ve Suriye halkının meşru taleplerine dayalı bir siyasi istikrar ve huzur ortamının inşa edilmesi. Bunu gerçekleştirmek için elimizdeki diplomatik imkanları kullandık, kullanmaya da devam ediyoruz. İstanbul'da yapılan Suriye toplantısı bu diplomatik adımlardan biridir. Nitekim daha toplantı yapılmadan toplantının meyvelerini almaya başladık.

Nasıl yani?

İstanbul'da yapılan toplantı öncesinde Esed, Annan Planı'nı kabul ettiğini açıkladı. Bu, İstanbul toplantısının amaçladığı diplomatik baskının bir sonucudur. İstanbul toplantısına katılan 83 ülke ve uluslararası kurum ve kuruluş Suriye'de yaşanan hadiselere sessiz kalmadığını gösterdi. Bu, Suriye'de kanın durması ve bir siyasi geçiş sürecinin hayata geçirilmesi için küresel bir ittifakın oluştuğunu teyit ediyor. İstanbul toplantısının bir diğer önemli başarısı, Suriye muhalefetini bir araya getirmesi oldu. Suriye Ulusal Konseyi'nin (SUK) açıkladığı Suriye Milli Misakı, demokratik ve çoğulcu bir Suriye'nin inşa edilmesi için nasıl bir vizyona ihtiyaç olduğunu sarih bir şekilde ortaya koyuyor.

SURİYE'NİN GELECEĞİNE SURİYE HALKI KARAR VERİR
Nasıl bir Suriye istiyor muhalifler?

Suriye halkı, dini, mezhebi, etnik kökeni ve sosyal statüsü ne olursa olsun bütün Suriyelilerin eşit vatandaş olduğu bir ülke istiyor. Hukukun üstünlüğüne ve adalete dayalı, şeffaf, müreffeh ve insan onurunu merkeze alan talepler, zaten Arap Baharı olarak adlandırılan halk hareketlerinin de temelini oluşturuyor. Bunlara sahip olmak Suriye halkının da en doğal hakkıdır. Ülkeyi mezhebi ve dini kimliklere göre bölmek, Baas ideolojisi temelinde bir baskı rejimi kurmak ve bunu, azınlıkları korumak ve İsrail'e karşı mücadele için yapıyoruz diye meşrulaştırmak artık inandırıcılığını yitirmiş argümanlar.

Annan Planı'nda 10 Nisan kritik tarihi var. Çekilmezse ne olur?

Annan Planı kapsamlı bir siyasi geçiş planı olmaktan ziyade askeri operasyonların durdurulmasını ve insani yardımların acilen ulaştırılmasını amaçlıyor. Eğer 10 Nisan'a kadar şiddet durmazsa, BM yeniden toplanıp yeni bir değerlendirme yapacaktır. Suriye rejiminin Annan Planı'nı zaman kazanmak için kabul ettiğine dair yaygın bir şüphe var. Zira rejim geçmişte de benzer sözler vermiş ve bunları tutmamıştı. Şimdi herkes rejimin atacağı adımlara bakacak. İstanbul toplantısında da ifade edildiği üzere Annan Planı'nın detaylı bir takvime ve sıkı bir denetim mekanizmasına ihtiyacı var.

Şiddet devam ederse...

Annan Planı ucu açık, takvimsiz, denetimsiz bir plan değil. Böyle yorumlanması yanlış olur. Şiddet durmaz, göçler devam ederse, BM Güvenlik Konseyi konuyu yeniden ele almak durumundadır.

DİPLOMATİK BASKI DEVAM ETMELİ
Ne gibi, müdahale olabilir mi?

Biz askeri müdahaleye karşı olduğumuzu daha önce de ifade ettik. Bu yüzden rejim üzerindeki siyasi ve diplomatik baskıyı muhafaza etmek durumundayız. Aksi halde rejim bunu mevcut politikalarını devam ettirmek için bir bahane olarak kullanacaktır.

Türkiye'nin pozisyonu Esed'le olmaz noktasında mı?

Bunu belirleyecek olan Suriye halkıdır. Suriye halkının önüne sandık konur, bağımsız, şeffaf ve uluslararası gözlemciler denetiminde seçimler yapılır. Çıkan netice yeni demokratik Suriye'nin inşasında önemli bir adım olur. Türkiye bunu geçen yıl şiddet olayları başlamadan önce Esed'e defaetle söyledi. Dürüst ve şeffaf şekilde reform adımları atılsa ve seçimlere gidilseydi bugün bu noktaya gelinmezdi.

Son günlerde Suriye'nin Bosna olma yolunda olduğu dillendiriliyor. Katılıyor musunuz?

Suriye'deki saldırılar, öldürmeler, şehir kuşatmaları, şiddet bu şekilde devam ederse maalesef öyle bir dramla karşı karşıya kalabiliriz gibi görünüyor. O zaman dünya ne yapacak? Bosna'da masum siviller 2,5 yıl ateş altında kaldılar ve bu Avrupa'nın ortasında ve dünyanın gözü önünde oldu. 250 bin insan öldü, yüzbinler yaralandı, yurtlarından oldu. Şu anda Esed rejimi, Rusya, Çin ve İran gibi ülkelerden aldığı desteğin arkasına sığınarak operasyonlara ve baskılara devam ediyor. Reform da yapmıyor. Muhalifleri terörist ilan ederek saldırı ve baskı politikalarını meşrulaştıracağını zannediyor. Rejim sahte bir güvenlik duygusuyla hareket ediyor. Bunun sebebi de, Esed rejimine destek veren ülkeler. Bu ülkelere büyük bir ahlaki ve siyasi sorumluluk düşüyor. Bu sahte güvenlik duygusunun ortadan kaldırılması gerekiyor.

SİYASİ ÇIKARLAR İNSANLIĞI ÖLDÜRMEMELİ
Nasıl olacak?

Daha fazla uluslararası baskı sağlanması gerekiyor. İstanbul toplantısının en önemli mesajı buydu. Çatışmaların durması, sivillerin korunması ve yardımların ulaştırılması için rejim üzerindeki baskının muhafaza edilmesi gerekiyor.

Çin ve Rusya neden Suriye'yi bu kadar destekliyorlar?

Rusya ve Çin Suriye'ye farklı bir zaviyeden bakıyor. Rusya'nın Şam yönetimiyle farklı ilişkileri var. Kısa vadeli çıkarlarını önceliyorlar sanırım. Fakat Ortadoğu'da yeni bir paradigma inşa edilirken Rusya ve diğer ülkelerin tarihin akışını doğru okumaları gerekiyor. Rusya ve Çin'in BM Güvenlik Konseyi'ndeki tutumu, Esed rejiminin kendini güvende hissetmesine, bu da operasyonlara ara vermeden devam etmesine neden oluyor. Zalimi ve zulmünü savunmak zor iştir. Umarım bu tutumlarından vazgeçerler.

Gazeteciler için pazarlık yok
Kayıp gazeteciler için gelişme var mı?

Henüz yok. Bizzat Başbakanımız ve Dışişleri Bakanımız ve bakanlık yetkilileri konuyu birebir takip ediyor. Herhangi bir pazarlık söz konusu değil. En kısa sürede sağ salim ülkemize gelmeleri için çaba sarf ediyoruz.


Türkiye dünya ile birlikte hareket ediyor

Suriye konusunda Türkiye çok mu önde?

Hayır. Türkiye Suriye konusunda ne çok önde, ne çok geride. Suriye ile uzun bir sınırımız var. Ülkemizde 20 binin üzerinde yerlerinden edilmiş Suriyeli bulunuyor. Siyasi ve diplomatik girişimleri yoğun bir şekilde devam ettiriyoruz. Bütün bunlar, BM ve Arap Birliği gibi bölgesel ve küresel kurumlarla koordinasyon içerisinde yürütülüyor. Türkiye, tarihin doğru tarafında duruyor ve dünya ile beraber hareket ediyor.

Kürt Sorunu Türkiye'nin Suriye'ye bakışını nasıl etkiliyor?

Bizim Suriyeli vatandaşlar arasında dini, mezhebi yahut etnik bir ayrım yapmamız asla söz konusu değil. Suriye Kürtleri, Suriye toplumunun asli unsurlarından biridir ve eşit vatandaşlık haklarına sahiptir. Türkiye'de bir PKK sorununun olması, bu gerçeği görmemizi engellemez. Ayrıca hatırlayalım: birkaç yıl önce Başbakanımız Suriye Kürtlerinin varlığının tanınması için Esed'e telkinlerde bulunmuş ve Kürtlere ilk defa kimlik verilmeye başlanmıştı.

PKK'nın Suriye'de etkisini arttırdığı ve Esed'le de işbirliği mümkün mü?

Bilemiyorum. Bu türden yorumlar ve haberler çıkıyor. Ben Esed rejiminin PKK'yı Türkiye'ye karşı koz olarak kullanabileceğini sanmıyorum.

GÜNDEMDE TAMPON BÖLGE YOK
Şiddet durmaz ve BM'de karar çıkmazsa tampon bölge girişimi olur mu?

Şu anda gündemde böyle bir konu yok. Suriye'den Türkiye'ye sığınmacılar gelmeye devam ediyor. Bunun için gerekli tedbirler alınıyor. Şiddetten kaçan insanların güvenliği için bütün imkanlar seferber ediliyor. Bu, siyasi bir mülahazadan ziyade, insani bir sorumluluktur.

Şiddet devam ederse de tampon bölge olmaz mı?

Bu konuda spekülasyon yapmak doğru değil. Tampon bölge yahut güvenlik koridoru kurulursa sorun çözülecek gibi bir hava yaratılıyor. Bu doğru değil. Alandaki şartları iyi tahlil etmek gerekiyor.


İran Suriye halkının yanında olmalıydı

İran'da neler oluyor? Hem Suriye konusunda hem de nükleer konusunda Türkiye'ye karşı sert açıklamalarda bulundu...

İran da Suriye'ye benzer bir zaviyeden bakıyor ve İranlı yetkililer rejimin argümanlarını kullanıyor. Bu çok şaşırtıcı ve üzücü. Çünkü İran, 1979'da insan onuru, özgürlük ve adalet için devrim yapmış bir ülke. O zaman bu devrimi sağ, sol, İslamcı, Müslüman, Batılı herkes desteklemişti. Foucault bile İran devriminin yakın tarihin önemli kırılma noktalarından biri olduğunu söylemişti. İranlı devrimciler, evrensel değerlere dayanan bir devrim hareketi başlatmışlardı. Bu manada Suriye halkının taleplerini bilmemeleri, anlamamaları düşünülemez. Fakat İran yönetimi, Şam'la olan özel ilişkisinden dolayı rejimi destekliyor ve Suriye'de yaşanan dramı görmezlikten geliyor. Bence Suriye'deki gelişmeleri yanlış okuyorlar ve kısa vadeli çıkarları adına uzun vadeli maslahatlarını tehlikeye atıyorlar.

Bölgede, bu coğrafyanın kendi referanslarını esas alan, kendi değerlerini merkeze alan yeni bir dönem başlıyor. Diktatörlerden kurtulup halkın taleplerini yönetime yansıtacak yeni bir sayfa açılıyor. Ortadoğu halkları kendi tarihlerinin aktörü olarak bu sürece fiilen katılıyorlar. Burada durup "şu ülkelerde mesela Mısır ve Tunus'ta değişim olsun ama Suriye'de olmasın" deme lüksümüz yok. Değişime direnen rejimleri ve aktörleri desteklemek, tarihin gerisine düşmek demektir.

İRAN NORMALLEŞMELİ
Türkiye'ye karşı neden bu kadar sert tutum takındılar?

Son dönemde yapılan sert ve talihsiz açıklamalar, İran içindeki güç mücadelesinin bir tezahürü gibi geliyor bana. Dış politika konuları üzerinden içeriye mesaj veriyorlar. Nükleer konuda ve diğer bölge meselelerinden keskin ve tavizsiz bir görüntü verdikleri zaman içerde güçlü olacağını düşünen siyasi aktörler var. Bu, talihsiz bir durum. İran, haiz olduğu hususi sosyal ve siyasi şartlardan dolayı bir normalleşme süreci yaşayamıyor.

Neden?

Batının dışlama ve izolasyon politikaları, İsrail'in savaş ve saldırı söylemleri, ayrıca son dönemde yükselişe geçen Şii-Sünni gerginliği, İran'ın yalnızlık duygusunu derinleştiriyor. Oysa İran'ın bir toplum ve devlet olarak "istisnai" bir durumda olma halinden kurtulup, bölgenin kalkınmasına ve güçlenmesine katkı sunması gerekir. Bu noktada İstanbul toplantısına "İsrail'e rüşvet toplantısı" demek, basiret bağlanmasının ötesinde bir kötü niyeti izhar ediyor. Esed rejimini savunmak adına İran'ın Arap ve İslam dünyasının kahir ekseriyetini karşısına alması, makul bir siyaset değil bence.


Batı Doğu demokrasisine hazır olmalı

Eski bir akdemiysen olarak dünyada ve bölgemizde nasıl bir değişim yaşanıyor?

Klasik modernite paradigmasının yerini küreselleşmeye bırakması ve Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle beraber başlayan süreci ben “tarihin normalleşmesi” olarak görüyorum.

Modernitenin yükselişi Avrupa merkezci bir yükselişti ve dünyanın tek bir merkezden yeniden inşa edilmesiydi. Bu proje derin adaletsizlikler, küresel eşitsizlikler üretti. Öyle ki Avrupa bile kendi içindeki yeni denge modeline razı olmadı ve iki dünya savaşı yaşandı.

Avrupa-merkezci dünya tasavvuru ve küresel kapitalizm, mevcut dünya düzenini belirlemeye devam ediyor. Biz bile Türkiye'de hala Avrupa-merkezci tarih ve siyaset anlayışından kurtulabilmiş değiliz. Kendi kavramlarımızı üretemiyoruz, kendi kelimelerimizle düşünmüyoruz.

Fakat artık tarihe yön veren yeni dinamikler var. Bu yeni dinamikler, merkezden değil, çevre unsurlardan geliyor. Nasıl Türkiye'de çevre, merkezi dönüştürüyorsa, bölgesel ve küresel düzeyde de çevre diye marjinalize edilmiş ya da kontrol altında tutulmuş dinamikler, unsurlar ve aktörler, merkezin ana istikametini belirlemeye başladı. Yeni fikirler buralardan geliyor.

Merkezi yeniden tanımlamaya çalışan aktörlerde yeni bir enerji, farklı bir özgüven var. Bu, küresel düzeyde merkez-çevre ilişkilerinin yeniden kurulması anlamına geliyor.


Ortadoğu'daki değişimler bunun parçası mı?

Evet. Arap devrimleri, Arap ülkelerinde uzun bir süredir bastırılmış, marjinalize edilmiş çevre unsurların merkeze gelmesi hareketidir aynı zamanda. Burada da yeni bir sayfa açılıyor. Yaşananlar Batı'nın ya da komplocu güçlerin değil, dünyadaki değişimlerin sonucu. İnsanlar kendi gelecekleri üzerine konuşmak ve kendi geleceklerini belirlemek istiyorlar. Halka inanmak, tarihi referanslara güvenmek lazım. Suriye'de 10 binlerce insan aylarca sokaklara dökülüyorsa, 10 bin şehit vermişse siz bunu hala yabancı güçlerin oyununa gelmiş insanlar diye izah edemezsiniz. Tarihin akışını Batılı olmayan toplumlar belirlemeye başladı. Buna hem Batılıların, hem de Arapların, Müslümanların ve diğer milletlerine kendini hazırlaması gerekiyor. Tunus ve Mısır'daki seçimlerden sonra ben şu soruyu sormuştum: Araplar demokrasiye hazır olduklarını ilan ettiler.


KOZMOPOLİT DÜNYA DÜZENİNE DOĞRU

Peki Batı, Arap ve İslam dünyasında demokrasiye hazır mı?

Yaşanan bu değişim daha adil, daha özgür, daha insancıl bir dünya için önemli fırsatlar sunuyor. Farabi'nin “erdemli toplum” modelini ulusal ve küresel düzeyde hayata geçirebilir miyiz? Ya da Kant'ın “kozmopolit dünya düzeni” dediği, küresel adaleti esas alan bir değerler ve kurumlar sistemi inşa edebilir miyiz? Tarihin akışı bu yönde ve biz de çabalarımızı buraya

yoğunlaştırmak durumundayız.Modern Ortadoğu tarihinde üç önemli kırılma yaşandı. Birincisi Osmanlı devletinin yıkılmasıyla ortaya çıkan yeni sömürge düzeni. İkincisi ulusal bağımsızlık mücadeleleri ve bunların sonuçları, yani siyasi bağımsızlığın ardından gelen ekonomik ve kültürel bağımlılık ki bu bölgede derin travmalara ve vicdan yaralanmalarına

neden olmuştur. Üçüncüsü de Soğuk Savaş düzeni içinde Arap ve İslam ülkelerinin konumlandırılması. Arap Baharıyla beraber dördüncü kırılma noktasında bulunuyoruz. Batının desteklediği diktatörlerden kurtulmuş, insan onurunu, adaleti ve şeffaflığı esas alan bir toplumsal muhayyile ve siyasi tasavvur ortaya çıkıyor. Türkiye'nin bu sürecin dışında kalması düşünülemez.


Türkiye nerede burada?

Bu değişimde Türkiye'nin hem sorumluluğu artıyor hem de fırsatları. Avro krizinin hükümetleri devirdiği, Ortadoğu'da devrimlerin yaşandığı bir dönemde Türkiye'nin cazibe merkezi olması, ekonomisini büyütmesi, siyasi nüfuzunu arttırması dünyada yaşanan süreci doğru okuduğunu ve tehditleri fırsata çevirdiğini gösteriyor.

Türkiye son on yılda bir “kuantum sıçraması” yaşadı ve niceliksel ve niteliksel bir dönüşümün öncülüğünü yaptı ve yapıyor. Türkiye'nin gelişme trendi ve bölgeye ve dünyaya sunduğu yeni siyaset ve toplum tasavvuru çok yakından takip ediliyor.

Bunun getirdiği fırsatlar var ama sorumluluklar da var.


Sorumluluklar neler?

Küresel vicdanın sesi olmak en büyük sorumluluktur. Yaşanan hadiselere sessiz kalmamak. Elinizdeki imkanlarla yapabileceğinizin en iyisini yapmak. Daha fazlası için başkalarını harekete geçirmek. Somali, Filistin ve Suriye örneklerinde olduğu gibi.

il y a 12 ans
default-profile-img