|

Yemin krizinin ardında yargı bürokrasisi var

Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Hasan Tahsin Fendoğlu yaşanan son krizin yargı bürokrasisinden kaynaklandığını söyledi. Fendoğlu, “12 Eylül 2010 halkoylaması ile yargının sorunlarına da çok önemli bir neşter vuruldu. Bu ameliyatın yeni neşterlerle sürdürülmesi ve yargı sorununun üzerine daha da gidilmesi gerekmektedir” dedi.

Murat Aksoy
00:00 - 13/07/2011 Çarşamba
Güncelleme: 23:40 - 12/07/2011 Salı
Yeni Şafak
Yemin krizinin ardında yargı bürokrasisi var
Yemin krizinin ardında yargı bürokrasisi var
Cumhuriyet'in ilanından bu yana ilk kez CHP'nin TBMM'ni önce boykot edip sonra yemin etmesi, BDP'nin yemin törenine katılmaması, sonuçları ileride daha net olarak görülecek, siyasi tarihimiz açısından önemli izler bırakacaktır. Yemin krizinin esas aktörleri aslında KCK, Ergenekon ve Balyoz Davarında tutuklu olan sanıklardır.
CHP'nin Ergenekon, MHP'nin Balyoz ve BDP'nin KCK sanıklarını TBMM'ye taşımak istemeleri ile başlayan tartışmalar tutukluluk sürelerinin yeniden düzenlenmesine kadar geldi. Peki bu krizin hukuki kaynağı nedir, nasıl giderilir? Bu konuları bu alanda çalışmaları olan Adalet Bakanlığı Yüksek Müşavirliği, Başbakan Başmüşavirliği ve Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı yapmış olan Prof. Dr. Hasan Tahsin Fendoğlu ile Anayasa Hukukçusu kimliği ile masaya yatırdık.


Yemin krizinin ana nedeni nedir, partiler mi, yargı mı?

Meclis'in açılışında yaşanan krizin temel nedeni, devam eden Ergenekon ve KCK gibi davalardır. Ergenekon ve KCK davaları bazı siyasi partileri rahatsız etmektedir. CHP, seçilen iki vekilin tahliyesini isterken, DTP, seçilen beş vekilin tahliyesini ve Hatip Dicle'nin vekil olmasını istemektedir. Siyasal tarihimizde, 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında vesayet rejiminin oluştuğu belirtilebilir. 12 Eylül 2010 tarihli halkoylamasıyla vesayet sisteminin organı sayılabilen yargıdaki bilinen değişim, bu formülün bir ayağını aksattı. Ayışığı, Sarıkız gibi darbeye teşebbüs iddialarının yargılandığı Ergenekon ve Balyoz gibi davalar, yukarıdaki formülün ikinci ayağını da aksattı. Bu nedenle bu davalarda yargılananların tümünün tahliyesi, bazıları açısından önem taşımaktadır. Seçimi halk bazında kazanamayanlar, iktidarda kalabilmek için vesayet rejimini istemektedirler.

BDP açısından da durum aynı mıdır?

Biraz daha farklıdır. KCK davasında tutuklu yargılanan 5 vekilin tahliyesi BDP için hayati önemi haizdir. Çünkü bu 5 tahliye, eşitlik ilkesi gereği diğer sanıkların tahliyesini de gerekli kılacak, böylece KCK davasında tutuklu sanık kalmayacaktır. Bu açıdan anamuhalefet ile BDP'nin yöntemleri benzemektedir. Vekiller cezaevinden çıkınca, Anayasa'nın 10. maddesindeki “eşitlik ilkesi” gereği Ergenekon ve KCK gibi davalardan içeride tutuklu kalmayabilecektir. BDP, çıtayı daha yüksek tutmakta, 5 tutuklu vekil serbest kalmalı ayrıca “Hatip Dicle de milletvekili olmalıdır” demektedir.

Yemin krizinin altındaki ana neden Ergenekon ve KCK gibi davalardır. Bu davaların birilerini rahatsız ettiği açıktır. Bunu belirttiğinizde karşınıza “davaların uzun sürdüğü, tutukluluğun cezaya dönüştüğü” gibi yargının müzmin sorunları çıkarılmaktadır. Yargının bu sorunları elbette yeni değildir. Yargının bu sorunları kuşkusuz ki, aşılması gereken problemlerdir.

CHP BAYKAL'IN İZİNDE

CHP'nin hemen yemin etmemesini nasıl okudunuz?

Aslında CHP'nin bu tutumu CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal'ın, “Ben Ergenekon'un avukatıyım” sözüne kadar uzanıyor. O dönemdeki TBMM grup konuşmalarına bu olay damgasını vurmuştu. CHP'nin Ergenekon, MHP'nin Balyoz, BDP'nin KCK sanıklarını aday göstermesiyle seçim mitinglerinde Başbakan Erdoğan'ın “Silivri'den Meclis'e tünel kazmak” , “CHP, MHP, BDP aynı çizgide” söylemlerine neden olmuştu.

AK Parti, bu davaları, önemserken, muhalefet farklı davrandı ve sonuçta her iki seçmenden biri yani nüfusun yüzde 50'si iktidarın politikalarını/söylemlerini destekledi. Mahkemelerin bu sanıkları Parlamento'nun yemin törenine kadar tahliye etmemesi, seçim sonuçları nedeniyle de CHP'yi öfkelendirdi. Her ikisi de Ankara'da bulunan Yargıtay'ın YSK ile iletişimsizliği eleştiri oklarının yargıyı hedef almasına neden oldu. Yargıtay'ın onama kararının YSK'a bildirilmemesi, aynı üyenin her iki kurulda da görev yapmış olması iddiasına rağmen, YSK'nın Hatip Dicle kararını seçimden sonra vermesi olayın tuzu biberi oldu.

Neden bu yapılıyor?

Bazıları kısmen de olsa kaldırılan vesayet sisteminin geri gelmesini istemektedirler. Bazılarının ise daha özenli olması gerektiği açıktır.

BDP neyi hedefliyor?

BDP, yeni anayasa çalışmalarında pazarlığı üst limitten başlatarak istediklerini elde etmek istemektedir. Muhalefetin davranış kodlarında, iktidarı köşeye sıkıştırmak, taahhüt almak ve böylece amacına ulaşmak taktiği vardır.

YARGI REFORMU HIZLA DEVAM ETMELİDİR

Bu kriz bize neyi gösteriyor?

Bu olay yargı reformu açılımının da zorunlu olduğunu bir kez daha gösterdi. Bir tarafta cumhuriyet tarihinin en önemli davalarından olan darbecilerin/çetelerin/teröristlerin davaları (Ergenekon, Balyoz, KCK, PKK, Hizbullah vs.) diğer yandan masumiyet karinesi.

Nasıl olacak yargı reformu, HSYK'nın ve AYM'nin yapısının değişmesi yetmedi mi?

AK Parti Hükümetleri ülkemizde büyük açılımlar yaptı; Kürt açılımı, Alevi açılımı, Roman açılımı gibi. Komşumuz Yunanistan, Portekiz ve İspanya gibi ülkeler, ekonomik krizlerle boğuşuyor. Ülkemiz, kalkınmada dünya 1.'si oldu. Hükümet bu konularda büyük başarılara imza attı. 12 Eylül 2010 halkoylaması ile yargının sorunlarına da çok önemli bir neşter vuruldu. Bu ameliyatın yeni neşterlerle sürdürülmesi ve yargı sorununun üzerine daha da gidilmesi gerekmektedir.

Gerek YSK'nın tutumu, Yargıtay'ın 15 Ocak 2011 tarihinde Hizbullah davasının 10 yıldır tutuklu olan sanıklarını tahliye etmesi gibi, açıkça görülen sorunlar karşısında kamu vicdanı tatmin edilmeli, yargı mutfağı düzeltilmelidir. Hukukta halkın güveni çok önemlidir. Toplum hukuka güvenmezse, ihkak-ı hak devreye girer, toplumsal barış bozulabilir.

Sorun yargı üyelerinde mi?

Yargı bürokrasisi, bir zamanlar hükümetle “ağız dalaşı” yolunu seçerek “halk kamuoyunu bu konuda oyalamış” ama mızrak çuvala sığmamış, “yargının çıplak” olduğu açığa çıkmış ve yargı bürokrasisinin zaafları, sorun üreten yapısı ortaya dökülmüştür.

Yargının sorunları konusunda bazı nedenler sayılabilir; dosyalar arttığı halde Yargıtay ve Danıştay'ın hacminin yeterince genişletilmemesi, davaların çok uzaması, sayısı 60'ı geçtiği halde Hukuk Fakültelerindeki hukuk eğitiminin eksikliği, tutukluluk sürelerinin fazlalığı, cezaevlerindeki mahpus sayısının yüksekliği, istinaf mahkemelerinin kuruluşunun gecikmesi, yargı bütçesinin azlığı, ağır ceza ve darbe/çete davalarında jüri sistemine geçilmemesi gibi.

YARGI HER AN KRİZ YARATABİLİR

Sistem değişmedikçe her an krizle karşı karşıya kalabiliriz yani...

Yargı reformu tamamlanmadığı sürece, Türkiye'nin gündemini bu tür sorunlar işgal etmeye devam edecektir. Bu nedenle, araştırmacılar, medya, üniversiteler ve düşünce enstitüleri bu konuda kafa yormalılar, yargı reformunun içeriği konusunu yeniden tartışmalılar ve karanlığı aydınlatmak için bir mum yakmalılar. Türkiye'nin yargı krizlerine karşı dayanıklı olması için bu konuları çözmesi gerekir. Sadece banka, ekonomik konular ve işsizlik konuları değil, Türkiye, yargı sorunu ile de karşı karşıyadır. Türkiye'de yargı sorunu, derhal çözülmesi gereken bir problemdir. Yargı, yasama ve yürütmenin yanında aynı derece önemli bir üçüncü güçtür.


Hatip Dicle'nin durumu nedir?

Mevcut hukuka göre, Hatip Dicle'nin aldığı hapis cezası Mart 2011'de Yargıtay tarafından onaylanmıştır. Anayasa'nın 76. maddesine ve Milletvekilliği Seçim Yasası'na göre ağır hapis ve 1 yılı aşan hapis cezası alanlar milletvekili seçilemezler. Anayasa'nın 79. maddesine göre Yüksek Seçim Kurulu kararları kesin olup aleyhine hiçbir mercie başvurulamaz (Anayasa, madde 79.). Esasen Hatip Dicle'nin avukatlarının Anayasa'nın 85. maddesine göre YSK'nın kararı aleyhine Anayasa Mahkemesi'ne başvurması, yetkisizlik nedeniyle olumsuz sonuçlanmıştır. Anayasa'nın 148. maddesine göre bireysel başvuru yolu ise 23 Eylül 2012 tarihinde başlayacaktır.

Kısaca tutukluları veya hükümlüyü milletvekili adayı gösterenler de, aday olanlar da, mevzuatı bilir veya bilmesi gerekir. Mevcut Anayasa ve yasalara göre, Hatip Dicle'nin kendi durumunu biliyor olması, kesinleşmiş yargı kararı gibi durumlar karşısında, YSK kararı karşısında yapılabilecek bir itiraz yolu yoktur. Deontolojik (olması gereken) hukuk açısından anayasal (madde 14., 76., 79.) ve yasal (Terörle Mücadele Yasası, Milletvekili Seçimi Yasası, Ceza Muhakemesi Yasası, Memnu Hakların İadesi ile yasa gibi) değişiklikler yapılabilir. Bunun için de tüm milletvekillerinin TBMM'e gelip yemin etmeleri gerekir.


Yargı krizde mi, hasta mı?

Krizdeki yargı 12 Eylül 2010 tarihli halkoylamasıyla krizden çıkmıştır ama sağlıklı yargı hâlâ kurulamamıştır. Yargının “hasta” olmasının bir başka nedeni Hukuk Fakülteleri ve Adalet Akademisi eğitiminin yeterli olmamasıdır. Hâkim-savcı eğitiminin ne kadar önemli olduğu açıktır. Oysa sayısı 60'ı geçen Hukuk Fakülteleri ve Adalet Akademisi'ndeki eğitim yeterli değildir. Türkiye'de hâkim ve C. Savcısı başına ortalama 2000 dosya düşmekte, bu da yargının hızını azaltmakta, sorunları çoğaltmaktadır. Türkiye, yaklaşık 10.000 yeni hâkim, savcı daha almalı, mevcut durumunu takviye etmelidir.


Milletvekili seçilen tutuklular dokunulmazlıktan yararlanabilirler mi?

Ergenekon ve KCK davaları sanıkları, milletvekili seçilmeden önce davaların açılmış olması nedeniyle, bu davalarla ilgili olarak milletvekili dokunulmazlığından (Anayasa madde 83.) yararlanamazlar. Anayasanın 14. maddesi dokunulmazlığın istisnasıdır. Anayasa'nın 14. maddesi TCK'un Dördüncü Kısmının 4., 5., 6. ve 7. bölümlerindeki suçlara ilişkindir. CMK 100 ve devamı olan maddelerinde milletvekili olmak tahliye nedeni olarak da gösterilmemiştir. Bu milletvekillerinin tahliyesi tamamen yargının takdirindedir.

Avrupa'da durum nedir?

Avrupa ülkelerine baktığımızda durum şöyledir; İngiltere'de, Kuzey İrlanda'daki Sinn Fein milletvekilleri 1997 seçimlerinde The House of Common'da (Avam Kamarası) yemin etmeyince İngiltere Meclis başkanı tarafından bunların milletvekillikleri iptal edilmiş; bu karar AİHM tarafından da onaylanmıştı. 2001 seçimlerinden sonra Sinn Fein milletvekilleri yemin etmediler ama maaşlarını alabiliyorlar. İrlanda'da Good Friday Agreement anlaşmasından sonra, Sinn Fein şiddet ve teröre karşı çıkmaktadır. Türkiye'deki bu durum, Lykourezos/Yunanistan davasına da tam olarak benzemez. Çünkü o davada Lykourezos milletvekili seçildikten sonra anayasa değiştirilmiş ve vekilliği sona erdirilmiştir. Türkiye'deki durum ise “öngörülebilir” ve açıktı. Adaylar da, kişiler de durumu biliyorlardı.


Türkiye'de tutukluluk süreleri çok konuşuluyor. Nedir Avrupa ülkelerinde durum?

Kimi ülkelerde yargılama süreleri şöyledir; Fransa'da ilke olarak 1 yıl olarak belirlenen maksimum tutuklu yargılanma süresi, suçun türü ve nerede işlendiğine bağlı olarak 2 yıldan 4 yıla kadar uzayabilmektedir. İspanya'da tutuklu yargılama süresi, üç aydan iki yıla kadar değişkenlik gösterirken, Almanya ve Belçika'da kesin olarak bir süre belirtilmese de tutuklunun bir yılı aşkın bir süre cezaevinde tutulmaması prensip kabul ediliyor. AİHM, sanıkların “makul süre” tutuklu kalabileceğini kabul etmektedir. Türkiye'nin AİHM'den mahkûm olduğu maddelerden biri de “adil yargılama” maddesidir (AİHS, 5). AİHM öncelikle tutukluluk şartlarının oluşup oluşmadığına, gösterilen gerekçelerin yeterli olup olmadığına bakmakta, koşullar oluşmamışsa verilen yerel mahkeme kararını ihlal saymaktadır. Her şart altında Türkiye'deki maksimum 10 yıllık tutukluluk süresi çok uzun bir süredir.

Türkiye'de durum nedir?

Mevzuatımıza göre normal davalarda azami tutukluluk süresi 3 yıl, anayasal düzene karşı işlenen suçlarda ise 10 yıldır. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, anayasal düzene karşı işlenen suçlarda (Ergenekon, Balyoz, KCK, PKK, Hizbullah ana davaları gibi) azami tutukluluk süresini 10 yıl, diğer suçlarda (uyuşturucu, organize suç örgütleri gibi) 5 yıl olarak yorumlamıştır/belirlemiştir. Ergenekon, KCK, Balyoz, PKK, DHKP-C, Hizbullah ve benzeri davalar, 4 suç tipi içinde kaldığından, bu davalardaki sanıkların tutukluluğu 10 yıla kadar uzayabilecektir. Davalar bir türlü bitmek bilmediği için 10 yıllık süre sonunda katiller, hırsızlar, darbeciler, çete liderleri tahliye olabilmekte, aramızda olabilmektedir.

Davaların uzaması konusunda, Ergenekon, Balyoz, KCK gibi dava dosyalarının farklı olduğu görülmektedir. Çünkü bu dosyaların çok fazla klasörden oluşması, iddianamenin okunması ve savunmanın yapılmasının uzun zaman alması, okunması gereken evrak sayısının çokluğu, sanık sayısının fazlalığı, ele alınması gereken kanıtların çeşitliliği, bilirkişi incelemelerinin zaman alması, iç-içe geçmiş davalarla irtibatı gibi nedenler doğal olarak davaları uzatmaktadır.

Geçmişte yargının bu tür altyapı sorunlarını çözmek yerine, “ağız dalaşı”na odaklanılmıştı. Türkiye'de bir dönem yargı, “brifingli yargı” haline dönüştürülmüş, halktan uzaklaşmıştı. Artık bu dönemin bitmesi gerekiyor.



13 yıl önce