Filmin teknik bazı özelliklerine gelince… Müziği başarılı ancak çok kere abartılı kullanılarak bir yerden sonra seyirciyi yorar hale geliyor. Süre bakımından gereğinden fazla uzun süren hikaye, özellikle ikinci bölümün ortalarından itibaren iyiden iyiye dağılıyor. Olay örgüsü yüzeysel ve koşar adım ilerlerken, gerçeklik duygusu sıklıkla zaafa uğratılıyor. Filmin sanat yönetmenliği gayet başarılı. Tarihi doku ve dönem koşullarının görsel açıdan iyi yansıtıldığını belirtmekte yarar var. Oyunculuklar ise genel olarak iyi ama başrol yetersiz kalıyor.
Klasik bir epik film alışkanlığı olan haritayla başlayan Kesik, daha ilk dakikalarda seyircisine tavrını göstermeye başlıyor. Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’nda Almanya, Avusturya ve Macaristan ile ittifakına değinen film, yenilginin ardından azınlıkların bir gecede düşman edildiği tespitiyle ayrışmanın ilk cümlesini kuruyor. Filmin ilk sahneleriyle birlikte dozu gittikçe artan ‘Osmanlı/Türk Zulmü’, Manukyan’ın askerde yaşadıklarıyla deyim yerindeyse tavan yapıyor.
Çölde açlık ve sefalete bulanan Ermeniler, Osmanlı ordusu tarafından bir bilinmezliğe doğru götürülürken, duygulu sahnelerle yaşadıkları trajedi yansıtılan Ermeni erkekler, burada türlü şiddetlere maruz kalıyor. Osmanlı askerleri, onur ve haysiyetlerini ezdikleri Ermenilere insanlık dışı muamele yaptıktan sonra, ıssız bir yere götürüp boğazlarını keserek öldürdükleri Ermenilerin mallarına üşüşüp aralarında pay ediyor. Geride kalan ailelere kamerasını çeviren Fatih Akın, Mardin köylerinin hemen yanı başında kurulan kampta Ermenilerin toplu ölümlerini gösteriyor. Açlık, susuzluk ve hastalıklara terkedilen kadın, yaşlı ve çocuklar çığlık ve inlemelerle acı içinde birer birer can verirken, Osmanlı halkı da bu vahşeti adeta eğlenerek seyrediyor.