|

Bizi acı ya da aşk kurtarır

Yeni dönem Türkiye sinemasının önemli yönetmenlerinden Derviş Zaim, edebiyatla olan sıkı bağının yanısıra, geleneksel Türk sanatlarına ayrı bir önem veren ve bunu sinemasına yansıtan bir usta. Yerel kodlarla ilgili hassasiyetini filmleri kadar söylemleriyle de dile getiren Zaim’le biraz mevcut sinema tablosunu biraz da yönetmen-seyirci ilişkisini konuştuk.

Yeni Şafak ve
04:00 - 19/12/2014 Cuma
Güncelleme: 23:58 - 18/12/2014 Perşembe
Yeni Şafak
Filmlerinizde derinlikli ve hayata, olup bitenlere karşı çok hassas karakterler görüyoruz. Sinemanın ise popülist, tekniğe bakan tarafları var. Meramınızı anlatırken nasıl bir denge kuruyorsunuz? 

Kapitalizm ve günümüz sineması Aristocu ve üç perdeli anlatıyı, onun 20. yüzyılda aldığı biçimi en önemli anlatım biçimi olarak görür. Bunu Hollywood ve onun patronaj yaptığı sinemalar kabul etmiştir. Tam bir taklit mekanizması olmamakla birlikte bizim sinemamızın da aldığı anlatım budur. Bu meyanda karakterinizi ele alırken bugünün seyircisine seslenmek istiyorsanız ki burada bunun doğru olduğunu düşünüyorum, kitle sanatının tuzaklarına düşmeden bunun yapılması gerekiyor. Bu noktada kendime açmaya çalıştığım yollardan biri şu oluyor: “Acaba kitleyle bağını koparmadan derinleşmek mümkün müdür?” Şiddetin alıp başını gittiği bu çağda bizim kurtuluşumuz nasıl olacaktır? İnsan kurtuluşunu birkaç şeyle sağlayabilir. Çok büyük bir utanç duygusu, çok büyük bir acı ya da büyük bir aşk bizi kurtarır. Sinemanın da yapmaya çalıştığı şey insan ruhunun nasıl daha farklı bir açılıma gidebileceği, bunu doğurup doğuramayacağı üzerine sorular sormak, başka soruları tetiklemek biçiminde ifade edilebilir. Bunu yaparken mutlu oluyorum, kendime sorular sorduğum oluyor. 

Son yıllardaki yaygın anlayışın aksine, sinemada biçimsel kaygılar kadar seyirciyi de çok önemsiyorsunuz. Burada da tabiri caizse, bir tuzak söz konusu olabilir mi? Ya seyirci kaygısı aklınızı çelerse, anlatımınız bu refleksle motive olmaya başlarsa? 

Küçük komiklikleri, fıkraları, anekdotları ardarda sıralayıp arasına küfür koyduğunuz zaman seyirci geliyor. Türk seyircisi senede bir ya da iki kere aşırı milliyetçi filme ihtiyaç duyuyor. Üç ya da dört senede bir ağlamak istiyor. Son zamanlarda başka bir kulvar ortaya çıktı. Dini bir takım meseleleri ele alan filmler var. Bunun dışında bir de sanat filmleri var ama onların da seyirci açısından çok önemli olduğunu söylemek ne yazık ki mümkün değil. Bütün sanat filmlerini topladığınızda % 5-10 arası bir efekt oluyor. Bu meyanda kendi seyircimizi nasıl oluşturacağız, nasıl büyütüp geliştireceğiz?

SEYİRCİYİ ANLAMAK ZORUNDAYIZ

Bu ülkede üretilen filmlerin bir kısmının yeterince değerli olup olmadığı tartışmasını yapmak gerek. Biz neyi önemli, neyi önemsiz görüyoruz? Önemli olan budur ve bunun dışındakiler önemsizdir dediğinizde bir anlamda kitlesel sanatı, sokaktaki insanın ilgi gösterdiği sanatı bir yere koyuyorsunuz; onu anlamak için gerekli zihinsel melekeleri göstermemek gibi bir durumla kuşatıyorsunuz. Onu da anlamak lazım, niçin ona gidiyorlar, televizyonlarda tekrar tekrar izliyorlar? Bu sorulara yanıt bulmak zorundayız aksi takdirde bu trend böyle sürüp gidecek, buna mahkum olacağız. Tu kaka dediğimizde kendimize tuzak kurarız. O gelir, bir şekilde seni avlar. Senin filmine seyirci gelmemeye başlar, senin filmini dağıtımcılar almamaya başlar, filmine yatırımcılar yatırım yapmamaya başlar.

Meselenin bir de öbür tarafı var. Kendi geçmişimiz, kültürel kodlarımız, sahip olduğumuz geleneksel değerleri önemseyen bir tavır, bizi içe kapanık bir hale getirir mi? 

Şimdi bunu yapmadığımızı varsayalım, daha büyük bir yoksulluk olmayacak mı? Oryantalizmden tutun da kendi kendine oryantalizme varıncaya kadar bütün o deneyimleri bu ülke yaşadı, yaşamaya devam ediyor ve muhtemelen yaşamaya da devam edecek. Bunların bizde yarattığı tahribat büyük değil mi? O zaman ya teslim olacaksın ya da mücadele edeceksin. Benim seçtiğim şeylerden bir tanesi de mümkün olduğunca karşıt cümleler kurabilmek. Başkalarının sana dayattığı biçimlerle düşünmeye kalkarsan, onları şiar edinirsin.

Peki, sinema ve diğer bazı sanat dallarında birtakım kompleksleri yenmemiz, kendimize özgü, bize ait şeyler üretmek ve kısır döngünün içerisinden çıkmak için ne tür sorular sormalıyız?

Ben kendime sorduğum sorulardan bahsedebilirim. Çünkü bu çağda toplu bir yürüyüş ne İtalyan Neorealizmi ne İngiliz Free Sineması gibi hareketler Türk Sineması için söz konusu değil. Çünkü toplu yürüyüş olabilmesi için bir vektörel hareket olması lazım. O vektörel hareketi sağlayacak bir toplumsal alt üst oluş, kendine çekidüzen verme, acıya karşı mesafe alma söz konusu değil. Dolayısıyla burada bir kafa karışıklığının devam edeceği görülüyor. 

Sizin için ‘Filmlerinde hep zor sorular soruyor’ deniyor. Sadece soru sormak, sordurmak da mümkün belki ama kendi adınıza bu sorulara cevap kaygısı da taşıyor musunuz? 

Cevaplamaya gayret ettiğim sorular oluyor ama her cevabı da kendim vermek istemiyorum. Şerh meselesi İslam ve Batı felsefesinde gündeme getirilmiş bir meseledir. Değişik dönemlerde değişik yanıtlar verilmiştir. Bu yanıtlar önümüzdeki yüzyıllarda da farklı şekillerde verilecektir. Sinemada felsefe yapmak insan ruhunu ve kalbini zenginleştiren yollardan bir tanesidir. Ben de o zenginleştirmeye dair bir şey yapmaya gayret ettim. 


Sinemada izini sürdüğünüz ya da etkilendiğiniz isimler var mı? 

Bir takım damarlar olsa ve o damarlardan gelsem, işim çok kolaylaşırdı. Türk sinemasında, mesela Cemil Meriç gibi birisi olmuş olsaydı, Cemil Meriç bir iki film yapmış olsaydı, aynı zamanda Türk sineması ile ilgili kaleme almış olduğu yazılar olsaydı, benim işim çok daha kolaylaşırdı. Bayrağı ondan alır, bir başka yere götürebilirdim. Çünkü sanat adını verdiğimiz şey, babayı reddetme üzerine kuruludur. Reddedeceğin baban olmazsa, ne yaparsın? Keza Metin Erksan’ın saygı duyduğum işleri de var, hiç sevmediğim işleri de. Türk sinemasında baban kim diye sorduklarında, yanıt bulamıyorum. Babayı reddettiğiniz zaman bir başka şey üzerine argümanınızı kurarsınız. Bir kaidenin üzerine çıkarsınız. Ta başından itibaren, göbeğini kendi kesen bir adam olarak ortaya çıkmak gibi bir talihsizlik ya da talihle yaşadım.

İslamcı gençler transandantal sinemaya bayılıyor

Örneğin İslamcı gençler transandantal sinemaya bayılıyorlar. Tarkovski, Dreyer, Ozu ve kısmen Bergman, sevdikleri isimler. Tabii ki bu minimalizm ve transandantal sinema takip edilebilir fakat bu tarzı sana başkaları dayatıyor. Bu tarzı dayatanlar tarafından onların dediklerinden farklı işler kabul edilmiyor. Örneğin Şeyh Galip bugün yaşasaydı ve sinema yapmış olsaydı, eserini sinemayla tercüme etmiş olsaydı, onu hiçbir yere almazlardı.

#Derviş Zaim
#sinema
#yönetmen
#Cemil Meriç
9 yıl önce