|

D@BBE şimdi daha korkunç

Korku sinemamızın ünlü ismi Hasan Karacadağ, D@bbe serisinin son halkası Zehr-i Cin ile bu hafta korku severlerin karşısına çıkıyor. Film bazı zaaflarına rağmen güçlü hikâyesi, başarılı kurgusu ve etkileyici görsel sahneleriyle, Türk sinemasına esaslı bir korku filmi hediye ediyor.

Suat Köçer
00:00 - 12/09/2014 Cuma
Güncelleme: 22:29 - 11/09/2014 Perşembe
Yeni Şafak
D@BBE şimdi daha korkunç
D@BBE şimdi daha korkunç

D@bbe isimli filmiyle korku yolculuğuna ilk adımını atan genç kuşak yönetmenlerden Hasan Karacadağ, D@bbe serisinin beşinci halkası Zehr-i Cin ile sinemaseverlerin karşısına çıkıyor. Dokuzuncu filminde pek çok bakımdan daha olgun bir iş çıkaran Karacadağ, sinematografisinde bir dönüm noktası olan yeni filmiyle sinemamızın yumuşak karnı olan korku türüne esaslı bir ''korku'' hediye ediyor. Gerçek bir olaydan esinlenerek senaryosu yazılan filmin başrollerini Nil Günal Çakıroğlu, Ümit Bülent Dinçer, Sultan Köroğlu Kılıç ve Emir Özbek paylaşıyor.

HERŞER RÜYAYLA BAŞLIYOR

Filmin başkarakteri Dilek, kocasıyla sıradan bir hayat yaşarken, evindeki esrarengiz hareketliliği fark eder. Rüyasında bu olaylara dair ürkütücü şeyler gören genç kadın, kocasını olanlara inandıramaz. Artan korku nöbetleri, karı-kocayı bu sırrı arkadaşlarıyla paylaşmaya götürür. Tavsiye üzerine Belkıs isimli bir kadınla buluşan Dilek, kendisini cinler, şeytanlar ve sırlarla dolu bir dizi olayın içinde bulur.

HİKÂYE ÖNE ÇIKIYOR

D@bbe Zehr-i Cin, yönetmenin önceki filmleri ve hatta son dönem Türk korku filmlerinin çoğunun aksine, güçlü bir hikâyeye sahip. İlk dakikalardan itibaren seyirciyi içine çeken olay örgüsü, katmanlı bir biçimde ilerliyor. Korku filmlerinin bilinen yapay tarzlarının aksine Zehr-i Cin, seyircisine olgun bir hikâye anlatıyor. Kurgu katmanlar halinde açılırken, ustaca birbirine bağlanmış birçok detay, korkulu sahnelere ayrı bir gerçeklik katıyor. Film, küçük zaaf ve sarkmalara rağmen, seyircinin dikkatini dağıtmadan, meseleyi kendine has bir tarzda toparlayıp nihayetlendiriyor. Oyunculuklar, Karacadağ''ın önceki filmlerine nazaran daha başarılı olurken, mekan kullanımı ise bazı deneysel tarzlarla zenginleştirilmiş.

DİYALOGLARDA ZAAF VAR

Diyalog ve bazı ayrıntılardaki doğallıktan uzak sahneler, filmin en büyük handikaplarından biri. Hikâyesinin güçlü yanlarına rağmen, bazı yüzeysel konuşma ve geçişler, bariz biçimde sırıtıyor. Dilek''in çok korkmasına rağmen evi ısrarla gezmesi, kocasıyla bu konudaki konuşmaları, arkadaşlar arası muhabbetlerdeki tekdüzelik ile günlük hayata dair bazı mantık dışı gelişmeler bunun en bariz örnekleri.

GİZEMLİ OLAYLARA DEĞİNİYOR

Filmde korkunun yanısıra pek çok gizemli olaylarla ilgili de bilgi ve yorumlar var. Şeytan-cin ilişkileri, cinler alemine dair esrarengiz olaylar, nazar, illuminati, büyü, halk arasındaki yaygın inanışlar ve gizemli pek çok konuya dair ilginç tespitler var. Ayrıca filme konu olan gerçek olaylara dair bilgi, ses ve görüntü kayıtları, filmin gerçeklik duyguna önemli ölçüde katkı sağlıyor. Zehr-i Cin, zaaf ve eksiklerine rağmen, korku sinemamızın son yıllardaki en başarılı örneği olarak anılmayı hak ediyor.

Korkunun hakkını veriyor

Film, esrarengiz olayların katmanlı biçimde yansıtıldığı kurgusuyla, dikkatleri diri tutmayı başarıyor. Ürkütücü yaratıklar ve gizemli olaylar, son derece başarılı cin tasvirleriyle seyirciyi adeta koltuğa kilitleyecek türden bir korkuya dönüşüyor. Başarılı görsel efektler, etkileyici ses ve ortam görüntüleri, korkunun dozunu hayli yükseğe çıkarırken, korkuyu efektlerle sınırlı tutmayan yönetmen, psikolojik gerilim unsurlarını da kullanmayı ihmal etmiyor. Filminde fotoğraf ve müzik kullanımını da başarıyla yapan yönetmen, gerçeklik duygusunu son derece çarpıcı biçimde yansıtıyor.

Cinler alemini küçümsemek büyük bir hata
D@bbe; Zehr-i Cin filminin hikayesine nasıl ulaştınız?

Eğer siz iyi bir dinleyiciyseniz hayatın her anında ilginç bir öykü yakalarsanız. İşte yine öyle bir anda, Beşiktaş''ta bir arkadaşım öylesine bir cümle söyledi. Bu cümlenin içinde Tokat, Bursa, anne, bebek, doğum, ölüm, büyü ve kader kelimeleri aynı anda geçiyordu. 5 dakika içerisinde kafamda çekeceğim filmin tüm detayları hızla kurgulanmaya başladı. Kalp atışlarımda bir ritim bozukluğu hissettim ve ''evet bu hikâyeyi derhal filmleştirmelisin'' dedim.

Bu filmde didaktizm neredeyse yok denecek kadar az. Nasıl bir tutum sergilemeye çalıştınız?

Bu filmde ben doğrudan ve zorlama olarak herhangi bir mesaj vermiyorum. Tıpkı, bulutla şimşeğin dehşet kavgası sonucu yağmur tanelerini oluşturması gibi, filme adapte olan herkesin beyninden ruhuna doğru ilerleyen bir kavganın oluşmasını istedim. Özellikle son 15 dakikada film KADER üzerine ürkütücü bir analiz yapıyor.

İlk kez bir filminizde hikâye bu derece öne çıkıyor. Sinemanız bundan nasıl etkilenecek?

Evet, tespitiniz çok doğru. Ben bu filmde hikâyenin izleyicinin beynine yerleşmesini ve kendi iç muhasebesini de hikâyemizin bileşenleri üzerinden yapmasını istedim. Elbette eksenimizde, diğer âlemlerin meşum ve bilinmez sakinleri var. Cinler alemini küçümsemek çok büyük bir hatadır. İnsan-kader-şeytan sözcükleri hayat denen tuzağı oluşturan örümcek ağlarıdır. Ve her birimiz, bazen bedenen, bazen de fikren bu ağlara sıkışmış bedbaht bireyleriz. Bu filmi, benim yapmaya çalıştığım sinemada ''hikâyenin her şeyin önüne geçtiği an'' olarak anılmasını isterim. Âmâ tabii ki korku sinemasının yan etkenlerini ihmal etmeden!


10 yıl önce
default-profile-img