|
Siyasal çoğulculuk ne kadar çoğulcudur?
Dünyâdaki artığın büyük bir kısmını çeken merkez dünyâda yapılan seçimlerin yoğunluklu olarak seçilenlerden daha fazlasını seçmek anlamına gelmediğini görebiliriz. Meselâ Almanya'da Hristiyan Demokrat Partinin iktidâra gelmesiyle, Sosyal Demokratların iktidâra gelmesi arasında dramatik bir farklılık olduğunu düşünmüyorum. Benzer olarak, İngiltere'de Muhafazakâr Parti'nin kurduğu bir hükûmet ile İşçi Partisi'nin kurduğu bir hükûmetin uyguladıkları siyâsetler arasında derin farklılıklar bulmak hiç de kolay değildir. Meselâ Amerika'da Cumhuriyetçi Baba-Oğul Bush'ların kanlı bir şekilde hayâta geçirdiği Irak siyasetlerine, İngiltere'den neredeyse kayıtsız destek veren hükûmet, Cumhuriyetçilerin muâdili gibi görülebilecek Muhafazakâr Parti hükûmeti değil; Tony Blair liderliğindeki İşçi Partisi hükûmetiydi.

Haydi bu dış siyâset diyelim ve iç siyâsete odaklanalım. Muhafazakâr (sağcı) Margaret Thatcher'ın ekonomik siyâsetleri ile, bizdeki “Ortanın Solu”na benzettiğim ve içini boş gördüğüm “Üçüncü Yol” hamasetine kapılmadan bakabilirsek, Tony Blair'in ekonomi siyâsetleri arasındaki farklılıklar kolaylıkla ihmâl edilebilir düzeydedir.

Siyâsal çoğulculuk, siyâsal seçimlerin vasatlarında ağır bir kayıp veriyor. Siyâsal bir seçime katılan siyâsal partilerin onlarca olması, siyâsal çoğulculuğun sâdece vitrin manzarasını veriyor. Buna aldanmamak gerekiyor. Günümüzde bu durum iyiden iyiye pekişmiş durumdadır. Siyâsal kamuoylarının siyâsal çoğulcuğun fırsatları içinde bir mâcerayı göze almak istemediğini söyleyebiliriz. Siyâsal kamuoyları anaakım siyâsetlerin kulvarlarından çıkmak istemiyor. Bu yoldaki tercihler 2, maksimum 3 siyâsal partiyle sınırlanıyor. 1970'lerde Güney Avrupa'daki siyâsal parçalanmışlık, istikrarsız siyâsal koalisyon gelenekleri artık aşılmış ve istenmeyen örüntüler olarak arkaikleşiyor.

Bunun başta gelen sebebinin sınıfsal çözülme olduğunu düşünüyorum. Elbette eşitsizlik, üstelik derinleşerek ve makaslarını açarak devâm ediyor. Ama garip bir şekilde bu durum siyâsette eskiden olduğu kadarıyla bile karşılığını bulmuyor. Eşitsizlik, farklı sınıflar arasında siyâsal bir tartışma doğurmuyor. Bu yoldaki rahatsızlıkları ve tepkileri orta sınıf değerler üzerinden tasarlanan bir paratoner emiyor. Evet, siyâsetin kültürel sermâyesini orta sınıfların belirlediğini düşünüyorum. Bu durum bir zamanlar Amerika'yı Amerika yapan bir ayrıcalıktı. Buna, II.Genel Savaş sonrasında Avrupa; 1980'lerden sonra, dünyâdaki finansal sermâye akışından nasiplenen Yarı-Merkez bir dünyâ da eklemlendi. Orta sınıf siyâsetler hayli küreselleşti.

Garip olan şey şu; artık orta sınıf değerleri gütmek için bizzat orta sınıf olmak gerekmiyor. Orta sınıf duyuş ve algılayışlar; hassasiyet ve beklentiler; daha genel karşılığı ile orta sınıf zihniyet, siyâsal tercihler dünyâsını kolonize etmiş durumda. Aşağıdakilerden yana bir siyâset, söylem olarak belki var; ama pratikte bir karşılığı olduğunu söylemek çok zor. Eşitsizliği konuşmak artık anlamını ve etkisini kaybetti. İnsanlığın kısm-ı âzamı, orta sınıf tüketim standartlarında kendisine yer bulmak istiyor. Onun için bugün siyâsette “eşitsizlik-eşitlik” kavram çifti yerine yerine “avantajlılar-dezavantajlılar” kavram çifti tercih ediliyor. Bunlar birbirine muadil gibi gözüküyor. Ama aslında “eşitsizlik” yerine “dezavantajlılık” diyerek “eşitlik” idealinin ne kadar içeriğinin boşalmış olduğunu göstermiş oluyoruz. Bugün “insan gibi yaşamak” , insani temelde özerk moral bir karşılığa sahip bir ideale değil, pozisyonel olarak “orta sınıf gibi yaşamak” anlamına geliyor. Bir aralar benim de anlamlı bulduğum; ama artık öyle düşünmediğim “eşdeğerlilik” kavramı da sosyolojisi îtibârıyla aynı kapıya çıkıyor. Eşdeğerli olmak, orta sınıf standartlarda eşdeğerli olmak iddiasını taşımak anlamına geliyor. Bu da ortaya garip durumlar çıkarıyor.

Eşdeğerlilik kazanmak orta sınıf dünyâda yatışma doğurmuyor. Çünkü eşitsizlikler orta sınıf standartlarda devam ediyor. İlkesel kararlılığın yerini pozisyonel savrukluk alıyor. Kazanılmış avantajlı durum, dezavantajlı durumları bertaraf etmiyor; bunlar, orta sınıflar içinde de yeniden ürüyor. Alt orta sınıflar, orta-orta sınıflar ve üst-orta sınıflar arasındaki maddî eşitsizliklere; standartları sık sık değiş(tiril)en, GDO'suyla sürekli oynanan sınıf içi sayısız kültürel eşitsizlikler eklemleniyor. Siyâsal çoğulculuk sandığımız çeşitlenmeler de buradaki amansız gerilimlerden türüyor.
#Sosyal Demokratlar
#Güney Avrupa
#GDO
9 yıl önce
Siyasal çoğulculuk ne kadar çoğulcudur?
Kara dinlilerle milletin savaşı
Kürtajla ilgili birkaç not daha
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…