|
Hep “Blunt”lar, “Lavrens”ler mi kazanacak!

İngiliz diplomat Wilfred Scawen Blunt, Osmanlı halifesi yerine bir Arap halife ikamet etmeyi kendisine dava edinmişti. Arapların İstanbul’a arkalarını dönmelerini sağlamak için yoğun çaba içindeydi.1880’lerin başlarında yazdığı bir makalede kulaklarının Yemen’de çıkacak bir isyan haberini duymaya odaklandığını belirtmişti. İsyan çıkması halinde Arapların yanında savaşacağını söyleyecek kadar açık davranmıştı. “Lavrens”in esin kaynağı olan Blunt’un işi gücü Osmanlı Hilafetinin nüfuzunu zayıflatmanın yollarını aramaktı. Blunt’a göre iç Arabistan’da zuhur eden “Vehhabilik” reformcu bir hareketti ve İngiltere’nin dikkate alması gereken olumlu bir gelişmeydi.

Blunt Türklerle Araplar arasındaki bağların kopmasını ve Osmanlı yerine Hicaz’a hapsedilmiş bir Arap hilafetinin kurulmasını düşlüyordu. Tabii ki yeni halifelik İngiltere’nin himayesinde olacaktı. Müslümanlar arasındaki mezhebi ayrımlara yoğunlaşan Blunt’un bir gelişme dikkatini çekmişti. Hoşnutsuz kaldığı anlaşılan bu gelişmeyi Blunt, “Şu dikkate değerdir ki, son 50 yıllık süre zarfında Şiilik ve Sünnilik arasındaki dini keskinlik fark edilir şekilde gerilemektedir” diye anlatır.

Blunt’un gözlemi doğruydu. 19. yüzyıl’da, özellikle Sultan Abdülhamit’in “İslam İttihadı” politikasına ağırlık vermesi, önemli bir kısmı Batı sömürgesi altına giren İslam dünyasında geniş yankı yaptı. Şiiler de gözlerini İstanbul’a çevirdiler. I. Dünya Savaşı’nda Irak’taki Şii ulema Osmanlı Halifesinin “Cihat Fetvası”na destek verdi. Savaş sonrasında İstanbul’da görev yapan bir İran Büyükelçisi ise anılarında onbinlerce İranlının Osmanlı saflarında can verdiğinden yakınacaktı.

Bugüne gelecek olursak, yakın bölgemizdeki iç savaşlar müslümanlar arasındaki ihtilafları derinleştirdi. Şii mezhepçiliği’nin yanı sıra, ana-akım Sünniliği gölgede bırakan, fıkhî çoğulculuğu aşan yeni tür bir gelişme sözkonusu. Gazeteci Patrick Cockburn’un yeni çıkan “İslam Devleti’nin Yükselişi” isimli kitabında yer alan şu saptamalar gelinen noktayı anlamak için yeterince çarpıcıdır:

- Londra’daki bir müslüman arkadaşım bana şunu söylemişti: İngiltere’de Sünni ya da Şii, herhangi bir müslümanın adres defterini karıştır, kendi topluluğunun dışındaki insanlara ait çok az isme rastlarsın.

-Maliki’nin Şii hakimiyetindeki yönetimde, bir işi kimin alacağını parti, aile ya da cemaate bağlı hamilikler belirliyor ve bu da Irak’ın Sünni nüfusunun Saddam Hüseyin’in devrilişinden itibaren siyasal ve ekonomik bakımdan gün geçtikçe daha marjinal konuma itilmesine yol açıyor.

-Son 12 yılı aşkın zamanda Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’de yürütülen dört savaş da, derinden bölünmüş ülkelerde açık ya da dolaylı yabancı müdahalesine yol açtı. Her örnekte Batı’nın o ülkelere müdahale etmesi mevcut farklılıkları ciddi ölçüde arttırdı ve düşman tarafları iç savaşa yöneltti.

-ABD ile Rusya arasındaki sıcak ve soğuk savaş da, iki dinsel grup arasındaki kutuplaşmayı körüklemeye yaramıştı sadece. Burada, Rusya’nın desteklediği İran, Suriye ve Lübnan’daki Hizbullah’a karşı, ABD’nin desteklediği Suud-i Arabistan ve Körfez monarşilerinin vekilleri devredeydi.

Wilfred Blunt’un hayali gerçekleşti, Osmanlı da, Hilafet de yıkıldı. Şimdi de İslam dünyasının merkezi toprakları şiddetle koyulaştırılmış bir fırkacılığın kurbanı. Sünniler Şiilere, Şiiler Sünnilere, Sünniler Sünnilere karşı. Şapka çıkarmak lazım Blunt’lara ve yazık bunlara aldanan Müslümanlara.

#Wilfred Scawen Blunt
#Yemen
#Lavrens
9 yıl önce
Hep “Blunt”lar, “Lavrens”ler mi kazanacak!
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı