|
Vicdan mı, cüzdan mı yoksa başka bir şey mi?

Daha önce bu köşeden yargı kararlarının S.O.S. verdiğini detaylarıyla izah etmiş ve ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu kararların ciddi bir nitelik kaybına uğradığından bahsetmiştik. Gelinen aşamada sorun aleni olarak görülmeye ve mağduriyet sayısı giderek artmaya başladı. Yüksek yargı mensubu olup ta sorunun ciddiyetinin farkında olmayan hemen hemen yok gibi. Konunun önemine binaen ve adalet terazisinin şaşmasın telafisi imkânsız zararlar oluşturmasının kaçınılmaz olacağı gerçeğinden hareketle sorunu ve çözümünü izah etmeye çalışacağız.

2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nda öyle bir değişiklik yapıldı ki, bu değişiklikle yargının kestiği acıyan parmak sayısı bir anda çoğaldı ve çoğalmaya da devam ediyor. Bu ifadeleri ezbere söylediğimiz zannedilmesin. Yüksek yargıda görev yapan tetkik hakimi veya üyelere konunun sorulması halinde verilecek cevap, vahametin boyutunu ortaya koyacaktır. Maalesef yargı kararlarında sadece vicdanların esas alınması, cüzdan ve diğer etkenlerin dikkate alınması geride büyük bir enkaz bırakmıştır. Hele hele paralel yargı kavramıyla yapılan mücadele, konunun önemini daha iyi anlatmıştır. Demek ki bir musibet bin nasihatten daha evlaymış.

Yargı, adaletin yerini tutabilir mi?
Yargı çoğu kez adaletin yerine kullanılmış ve adaletin kestiği parmağın acımayacağı iddia edilmiştir. Ancak yargı ile adalet her zaman örtüşmemektedir ve adil olmayan yargının kestiği parmak da acımaktadır. Yargı ile adalet arasındaki makas ne kadar açılırsa kesilen parmağın acısı da o kadar çok olmaktadır.

Bu çerçevede, yargı kuruluşları, her vatandaşın haksızlık karşısında sığınacağı nihai sığınaklardır. Verilen kararların isabeti ise adalete duyulan saygıyı pekiştirir ve haksızlığa uğrayanları rahatlatır. Aksi durum ise kanayan vicdanların ve yıkılan yuvaların sayısını arttırır.

Zaman zaman yanlış kararlar verilse de Yargıtay ve Danıştay’ın verdiği kararlar büyük oranda isabet kaydetmektedir. Çünkü, yüksek yargıda oluşan ihtisaslaşma ve buralarda verilen kararların kesinleşmesi kararların isabetini arttırmaktadır.

Ancak, yüksek yargının ilk derece mahkemelerinin ciddi hatalar nedeniyle iptal ettikleri kararları neticesinde oluşan mağduriyeti ise açıklamaya dahi gerek yoktur.
Yargıtay ve Danıştay notları kalktığı için kararlar S.O.S. veriyor

31.03.2011 tarihinde 2802 sayılı Kanun’un Yargıtay ve Danıştay notlarını düzenleyen 28’inci maddesi yürürlükten kaldırıldı. Yapılan düzenlemenin iyi niyetle yapıldığından kimsenin şüphesi olamazdı. Ancak, geçen 4 yıllık süre içerisinde uygulamada ciddi sıkıntılar çıktığı cümle alemin malumu haline geldi. Çünkü, yüksek yargı ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu

kararlardaki ciddi hatalardan dolayı kararları bozmaktan usanmış durumdadır ve ilk derece mahkemesine dönüşmüştür. Karar sonuçlanana kadar geçen süre zarfındaki mağduriyeti ise hiç dikkate almıyoruz.

Kaldırılan madde nasıl bir denge oluşturuyordu?
2802 sayılı Kanun’un Yargıtay, Danıştay ile bölge adliye ve bölge idare mahkemeleri notlarını düzenleyen ve 6217 sayılı Kanun’un 31’inci maddesiyle kaldırılan 28’inci maddesinde; “...Yargıtay ve Danıştay daireleri yaptıkları temyiz incelemeleri sırasında tek veya toplu olarak karar veren hakimler ile cumhuriyet savcıları hakkında çok iyi, iyi, orta ve zayıf olmak üzere not verirler. Not verilirken; kararda sağlanan isabet, davanın hızla yürütülmesi, duruşmalara hazırlıklı çıkılarak gereksiz gecikmelere neden olunmaması, usul hükümlerinin eksiksiz ve zamanında yerine getirilmesi, dava konularının anlayış ve yönlendirilmesi ve gerekçeli kararın yazılış tahlil ve sonuçlandırılmasında gösterilen başarı, emsal kararların gözetilmesi gibi hususlar göz önünde tutularak değerlendirme yapılır ve buna göre fiş doldurulur” hükmü yer almaktaydı.

Madde metni ciddi bir şekilde incelendiğinde hakimlerin verdikleri kararlarında isabete nasıl zorlandığı açıkça görülecektir. Bu durum aslında, hakları ihlal edilenler açısından önemli bir güvence niteliğindeydi ama bu güvence yerle bir olmuş durumdadır. Bu maddenin ne anlama geldiği şimdi daha iyi anlaşılıyor. Demek ki vicdan tek başına işe yaramıyormuş. İşin içinde birde paralel uzantılar varsa olayın boyutunun nerelere varacağı kestirilemiyormuş.

Eğer adalet mülkün temeli ise, ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu isabetsiz kararlar neticesinde hiçbir yaptırım olmaması vatandaş mağduriyeti açısından kabul edilemez bir durumdur. Nitekim maddenin kaldırılmasının üzerinden geçen kısa süre içerisinde ortaya çıkan manzara dahi vahametin açık bir göstergesidir.

Kaldırılan Yargıtay ve Danıştay notlarının anlamı ve hakim bağımsızlığı
Yargıtay ve Danıştay’ın İdare Mahkemelerine ve Adli Mahkemelere göre ihtisas birimleri olduğu kuşkusuzdur. Her konuya bakan bir hakimle sadece belirli konulara bakan hakimin verdiği kararlar açısından nitelik farkı oluşacağı elbette bilinen bir gerçektir ve işin doğası da bunu gerektirir.

Eğer bozulan ve onanan kararlar neticesinde verilen not uygulamasını kaldırırsanız, amaç isabetli karar vermekten ziyade hızlı karar vermeye yönelecektir. Temyiz neticesinde yanlış verilen kararlar bozulsa dahi geçen zaman dikkate alındığında, yaşanan mağduriyetin dozajı ona göre artacaktır. Ancak, verilen kararın isabetsiz olması halinde yaptırım olacağını bilen hakimler bozulacağını bildikleri bir kararı kolay kolay kaleme almayacaktır. Şimdi ise hakimin yanlış karar vermesini sadece vicdanlar önlüyor. Eğer vicdanlar sorunluysa ve hakimin birikimi yetersizse, yanlış karar nasıl önlenecek?

Yapılan düzenlemenin yargı bağımsızlığına kuşkusuz etkisi olmuştur. Hakim inandığı şekilde karar verecektir ve karar verirken de Yüksek Yargı çekincesi olmayacaktır. Dolayısıyla hakimlerin kararlarında bağımsız olmaları ve hiçbir çekince göstermeden karar vermeleri elbette önemlidir. Ancak, verilen karardaki kalite ve isabet daha da önemlidir. Haksız yere verilen bir karara hiçbir yaptırım uygulanmaması ise mağdurlar açısından telafisi imkansız sonuçlar doğuracağı gibi adalet duygusunu da yerle bir edecektir. Nitekim mevcut durum bunun açık göstergesidir.

Sonuç olarak, hiçbir yaptırımı olmadığı için gerekli araştırma ve incelemeyi yapmadan karar vermiş olmak için verilen kararlar, aynı zamanda Yüksek Yargı’nın iş yükünü de arttırmıştır. Kanun değişikliğinden önce yüksek yargıdan dönen kararlarının oranı ile değişiklikten sonraki dönen kararların oranı kıyaslandığında tablo daha iyi görülecektir. Sadece vicdanlara kalan sistemlerin geçen kısa zaman içerisinde sıkıntıları da ortaya çıkmıştır.

Netice-i kelam

Tabiidir ki bu anlattığımız hususlar hiçbir müdahale olmadığı normal şartlar altında verilen kararlarla ilgilidir. Eğer bir de ispatlanması mümkün olmayan müdahaleler neticesinde karar verilmişse vay garibanın haline. Adaletten de bağımsız bir yargının önüne geçilebilmesi için en kısa sürede yargı paketinin içerisine eski düzenlemenin daha ağırının konulması gerekmektedir. Nasıl ki yasama ve yürütme içerisinde olanlar yanlış işlerinden ciddi şekilde sorumlu oluyorlar, yargı mensuplarının da benzer bir yaptırıma tabi tutulması kaçınılmazdır. Kanayan parmak sayısının azaltılması için buna gerek olduğunu düşünüyoruz. Hakimlerin vicdan, cüzdan ya da başka alanlara sıkışmasını önlemek istiyorsak en kısa sürede bu işe el atmak zorundayız. Dost olarak bizden hatırlatması.

#Yargı
#adalet
#Danıştay
#Yargıtay
9 yıl önce
Vicdan mı, cüzdan mı yoksa başka bir şey mi?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi