Daha önce bu köşeden yargı kararlarının S.O.S. verdiğini detaylarıyla izah etmiş ve ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu kararların ciddi bir nitelik kaybına uğradığından bahsetmiştik. Gelinen aşamada sorun aleni olarak görülmeye ve mağduriyet sayısı giderek artmaya başladı. Yüksek yargı mensubu olup ta sorunun ciddiyetinin farkında olmayan hemen hemen yok gibi. Konunun önemine binaen ve adalet terazisinin şaşmasın telafisi imkânsız zararlar oluşturmasının kaçınılmaz olacağı gerçeğinden hareketle sorunu ve çözümünü izah etmeye çalışacağız.
2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nda öyle bir değişiklik yapıldı ki, bu değişiklikle yargının kestiği acıyan parmak sayısı bir anda çoğaldı ve çoğalmaya da devam ediyor. Bu ifadeleri ezbere söylediğimiz zannedilmesin. Yüksek yargıda görev yapan tetkik hakimi veya üyelere konunun sorulması halinde verilecek cevap, vahametin boyutunu ortaya koyacaktır. Maalesef yargı kararlarında sadece vicdanların esas alınması, cüzdan ve diğer etkenlerin dikkate alınması geride büyük bir enkaz bırakmıştır. Hele hele paralel yargı kavramıyla yapılan mücadele, konunun önemini daha iyi anlatmıştır. Demek ki bir musibet bin nasihatten daha evlaymış.
31.03.2011 tarihinde 2802 sayılı Kanun’un Yargıtay ve Danıştay notlarını düzenleyen 28’inci maddesi yürürlükten kaldırıldı. Yapılan düzenlemenin iyi niyetle yapıldığından kimsenin şüphesi olamazdı. Ancak, geçen 4 yıllık süre içerisinde uygulamada ciddi sıkıntılar çıktığı cümle alemin malumu haline geldi. Çünkü, yüksek yargı ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu
kararlardaki ciddi hatalardan dolayı kararları bozmaktan usanmış durumdadır ve ilk derece mahkemesine dönüşmüştür. Karar sonuçlanana kadar geçen süre zarfındaki mağduriyeti ise hiç dikkate almıyoruz.
Eğer adalet mülkün temeli ise, ilk derece mahkemelerinin vermiş olduğu isabetsiz kararlar neticesinde hiçbir yaptırım olmaması vatandaş mağduriyeti açısından kabul edilemez bir durumdur. Nitekim maddenin kaldırılmasının üzerinden geçen kısa süre içerisinde ortaya çıkan manzara dahi vahametin açık bir göstergesidir.
Yapılan düzenlemenin yargı bağımsızlığına kuşkusuz etkisi olmuştur. Hakim inandığı şekilde karar verecektir ve karar verirken de Yüksek Yargı çekincesi olmayacaktır. Dolayısıyla hakimlerin kararlarında bağımsız olmaları ve hiçbir çekince göstermeden karar vermeleri elbette önemlidir. Ancak, verilen karardaki kalite ve isabet daha da önemlidir. Haksız yere verilen bir karara hiçbir yaptırım uygulanmaması ise mağdurlar açısından telafisi imkansız sonuçlar doğuracağı gibi adalet duygusunu da yerle bir edecektir. Nitekim mevcut durum bunun açık göstergesidir.
Sonuç olarak, hiçbir yaptırımı olmadığı için gerekli araştırma ve incelemeyi yapmadan karar vermiş olmak için verilen kararlar, aynı zamanda Yüksek Yargı’nın iş yükünü de arttırmıştır. Kanun değişikliğinden önce yüksek yargıdan dönen kararlarının oranı ile değişiklikten sonraki dönen kararların oranı kıyaslandığında tablo daha iyi görülecektir. Sadece vicdanlara kalan sistemlerin geçen kısa zaman içerisinde sıkıntıları da ortaya çıkmıştır.
Tabiidir ki bu anlattığımız hususlar hiçbir müdahale olmadığı normal şartlar altında verilen kararlarla ilgilidir. Eğer bir de ispatlanması mümkün olmayan müdahaleler neticesinde karar verilmişse vay garibanın haline. Adaletten de bağımsız bir yargının önüne geçilebilmesi için en kısa sürede yargı paketinin içerisine eski düzenlemenin daha ağırının konulması gerekmektedir. Nasıl ki yasama ve yürütme içerisinde olanlar yanlış işlerinden ciddi şekilde sorumlu oluyorlar, yargı mensuplarının da benzer bir yaptırıma tabi tutulması kaçınılmazdır. Kanayan parmak sayısının azaltılması için buna gerek olduğunu düşünüyoruz. Hakimlerin vicdan, cüzdan ya da başka alanlara sıkışmasını önlemek istiyorsak en kısa sürede bu işe el atmak zorundayız. Dost olarak bizden hatırlatması.