|
Arap’ın, Kürt’ün, Türk’ün atası
Seçim sathı mailinde siyaset söyleminde, toplumsal anlamda bilinçaltı, açıkça ve net biçimde ortaya çıkıyor. Liderlerin siyaset analizleri, siyasal programları kadar kendilerini tanımlayış biçimleri çok şeyi açık ediyor. Siyaset dilinin kişiselleştiği, yer yer üslubun, seviyenin dibe vurduğu ortamlarda karşılıklı polemiklerle siyasi figürlerin kendilerini tanımlama/takdim biçimleri çok daha açıklayıcı.

Siyaset söyleminde “benim dedem de müftüydü” türünden başlayan tekerleme kadar yavan, gayrı samimi bir form herhalde bulunamaz. Buna rağmen pek çok siyasetçi, din ve dindarlıkla ilişkisini dedesi, ailesi üzerinden tanımlayarak hem dine bulaşmamış hem de dini duyarlılığı olan geniş muhafazakâr kesimle ortak paydada buluşmuş olmayı dener. Şark kurnazlığını hatırlatan bu ilkesiz söylem daha çok sağ partilerin muhafazakar kitlelerle iletişim kurmak, onların oylarını çelmek için başvurduğu bir yöntem.

Bu ilkesizlik sadece siyasilerle sınırlı bir dil, üslup sorunu değil. Memlekette toplum katında meşruiyet ihtiyacı hisseden sanatçıdan, iş adamına hemen her kesimin ziyadesiyle rağbet ettiği bir yöntem. Siyasi yelpazede daha önceleri bir merkez sağ klasiği olan bu dil zamanla farklı partilere de yansıdı. CeHaPe bu yönteme itibar etmezdi mesela. Zaten temel mücadelesi, bu dilin ima ettiği değerlerin toplumsal ve siyasal alanda görünür olmaktan çıkarılmasıydı.

Türkiye'de muhafazakârlaşmanın siyasete ve toplumsal görünürlüğe daha fazla ağırlığını koymasıyla siyasal partilerin söylemleri de değişti. Bir tür jakoben laik/çi/likten muhafazakâr sekülerliğe evrilen siyasete uygun olarak partiler politik dil ve vitrine uygun aday profili seçmeye başladılar.

Sol da zamanla sembolik bile olsa “emekli din adamı” türünden adaylarla takviye etmeyi denedi. Yeni CeHaPe ise 'Demirel dili'ni çağrıştıran sağ-muhafazakar bir dil kullanmaya başladı. CeHaPe açısından toplumla barışma adına ileri bir adım gibi okunsa da kurucu parti olmanın tarihi yükü buna elvermiyor.

Merkez sağ partilerin bu açmazına karşılık daha liberal bir dille kitleselleşmeyi hedefleyen HaDePe'nin de benzer bir dile sarılması bu sağ refleksin ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Epeydir ortodoks Marksist bir dili terk ederek Müslüman Kürt kitlesinin yegane temsilciliğine oynayan bu partinin kullandığı din dili ayrıca incelenmeye değer. Daha önce sistem içinde adeta jakoben laikçi bir dille Kemalistlerle uzlaşan, bu hususta militan bir dil kullanan geçmişi hatırlandığında ilginç bir kayma söz konusu.

Müslüman Kürt kitleye yönelik kullanılan dilin söylem analizine bakıldığında muhafazakâr reflekslerin oldukça eski versiyonu devreye girmiş gibi görünüyor. Oysa muhalif ve daha çok sol liberal bir söylem üzerinden siyaset yapacağı izlenimi veren partiye, temelde Kürt milliyetçiliğinin asli rengini verdiği muhakkak. Bu yönüyle MeHePe'nin liberal Kürt versiyonu gibi duruyor.

Bu durumun en tipik göstergesi “Selahaddin” isminin bir gösterge olarak siyasal polemik konusu olması. Selahaddin ismine liyakati gösterme babında “dedem dört kez hacca gitti, ismimi kulağıma ezan okuyarak verdi” türünden söyleme hayli aşinayız. Burada sorun, Kenan Evren'in bile halkın karşısında kullandığı dilin otuz yıl gecikmiş versiyonunun sahaya sürülmesi değil; Selahaddin isminin Kürt ve de Türk ve hatta sadece Anadolu değil tüm Ortadoğu için ne anlama geldiğinin işaret edilmemesidir. Yoksa bu memlekette, bırakın aile bağlarını, en ateist olduğunu iddia eden birinin bile felsefi anlamda ateist olması ne kadar mümkün? Sorun o değil. Sorun, siyasetin hangi dil ve kültür kodlarıyla meşrulaştırıldığı ve bu dilin nasıl bir dönüştürücü işlev görüyor olduğudur.

Selahaddin ismi kadar bu coğrafyanın tarihi hafızasını, toplumsal aidiyetini birleştiren, temsil eden, adeta tarihin karanlık ufkunda bir deniz feneri gibi yön gösteren isim az bulunur. Doğrusu hiç bir zaman bu yönde bir kaygım olmadığı için Selahaddin Eyyubi'nin Türk mü, Kürt mü olduğu yönünde bir merakım da olmadı. Etnik aidiyeti hakkında pek çok tarihi şahsiyette olduğu gibi tartışma yaşanır; popüler söylem Selahaddin'in Kürt asıllı olduğu yönündedir. Buna karşın özellikle bazı çevreler, kardeşlerinin Turanşah, Tuğtekin gibi isimlere bakarak Türklüğüne delil gösterirler.

Bu tartışmanın sonucu neye bağlanırsa bağlansın kesin olan gerçek, Selahaddin Eyyubi'nin bugün anlaşıldığı anlamda ne Türk ne de Kürt olmak gibi bir ayrıştırıcı kaygısının da, vasfının da olmadığıdır. O İslam ümmetinin bir evladı olarak İslam yurdunun korunması için mücadele veren, Kudüs'e adanmış bir İslam mücahididir. Bu anlamda ümmetin parçası olarak Müslüman Kürtler kadar Müslüman Arapların ve Türklerin de atasıdır.

Bugün Selahaddin ismine sahip çıkmak, dedenizin kaç kez hacca gittiği üzerinden değil, Selahaddin Eyyubi'nin davasına sahip çıkmakla mümkün olur. AKP'nin bile İslamcı sayıldığı bir ortamda Kürtlerin kökenini zerdüştlüğe bağlayan bir siyasi hareketin Selahaddin'in anlamı üzerinden değil ama dedesinin haccı üzerinden toplumla teması denemesi önemli bir fark.

Bu toprakların ruhunu Kudüs'ten, Selahaddin'i Kudüs misyonundan ayırmanın tek anlamı olabilir; o da muhafazakar sekülerleşme projesine demokratik yöntemlerle su taşımaktır. Arnavut Mehmet Akif'in Kürt Selahaddin'e neden şiir yazdığını anlamayanlar, Selahaddin'in misyonunu elbette anlayamaz.
#seçimler
#ak parti
#hdp
#Selahaddin Eyyubi
9 yıl önce
Arap’ın, Kürt’ün, Türk’ün atası
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset