|
Siyaseti tüketen ‘dil’
Uzun bir süredir var olan siyasal kamplaşma seçim sürecinde daha da gerginleşti. Yaşanmakta olan toplumun uzlaşmasız biçimde ikiye bölünmesi durumudur.

Peş peşe yaşanan iki olay, siyasete ve Türkiye'nin temel meselelerine yaklaşımda nasıl zıtlıklar içinde olduğumuzu göstermesi bakımından ilginç olabilir. Hükümete acil çağrı yapan “
200 aydın
” memlekette hukuk sisteminin tıkandığını, bir tür vesayet rejimi kurulduğunu savunarak, Cumhurbaşkanı'nın seçimlere müdahil olmasını da kınamış. Diğer taraftan “Ortak Akıl Platfomu” çatısı altındaki 203 STK bir açıklama yapmış. Platform üyeleri memleketin vesayet rejiminin baskılarından bugünlere nasıl geldiğini, bu kazanımları bozacak gelişmelere karşı hükümeti destekleme anlamına gelen bir bildiriyi okumuşlar.

Ortada ilginç bir durum var; 200 aydın memleketin bir vesayet rejimine doğru sürüklendiğini iddia ediyor,
203 STK
temsilcisi ise ülkeyi yeni bir vesayet rejimine götürecek kumpaslara izin vermeyeceklerini duyuruyor.

Uzun zamandır tırmanışa geçen, son derece rahatsız edici bir manzara var. Bir taraf ölesiye savunuyor, diğer taraf ölesiye nefret ediyor. Siyasal, ideolojik tercihlerin farklı olması ile bunun nefrete dönüşmesi farklı bir duruma işaret ediyor.

Özellikle medya üzerinden yürütülen bu nefret
ve kendini feda etme dili
duygusallaşarak siyasetin tepesinde bir güç mücadelesi olmaktan çıkıp toplumsal çatışma potansiyeline dönüşüyor. Bir yanda hükümete ve yapıp ettiklerine adeta ilahi bir misyon yükleyen, din dili üzerinden meşruiyet sağlayan taraftarlık; diğer tarafta adeta onu şeytanlaştıran, ihanete varan ithamlarla kin ve öfke saçan bir dil.

Demokratik, seküler siyaset ortamında siyaset dilinin kutsallığa sarılması ile muhalefetin nefret ve ihanet algısından beslenen bir dile sarılması da farklı/tersten bir kutsallaştırmaya dönüşüyor. Bu durumdan her şeyden önce bizzat siyasetin zararlı çıkacağı açık.

İktidarın yapıp ettiklerine dair tutumunuz, desteklemedeki gerekçeleriniz, hatta haklılığa olan samimi kanaatiniz ne olursa olsun, kutsiyet izafe edilmesi her şeyden önce hakikatin ortadan kalkmasına yol açar. Değerler ve kutsallık üzerinden kurulan bir siyaset dili, her şeyden önce taraftar olduğunuz siyasetin eleştirilmesine izin vermez. Eleştirel bakışın olmadığı bir ortamda da hakikat ortaya çıkmaz, hakikatin yozlaşması kaçınılmaz olur. Değer ölçülerinin yozlaştığı ortamlarda ise adaletin tesisi imkansız hale gelir.
Her şey 'dil'le başlar
çünkü.

Muhalefetin karşıtlık üzerinden kurduğu, nefrete dönüşen siyaset dili ise; önce insan tekini, daha sonra taraftarlarını ve nihayet toplumu kendi nefretinin esiri haline getirir. Saplantılarının esiri olan her tutum, siyasi tavır ise eleştirel değil, her ne pahasına olursa olsun yıkmayı, öç duygusunu sürekli diri tutmaya çalışır. İntikam duygusundan beslenen siyasetten ne beklenebilir.

Türkiye'deki siyasal atmosfer her geçen gün daha da katmerlenerek bu mecrada ilerliyor. Bu durum seçimin getirdiği atmosferden bağımsız, sosyal bir sorun, zihinsel sapmaya dönüşmüş bulunuyor.

Aslında bu durum Türkiye'de alternatif siyaset dilinin imkânlarını orta yerde bulunmamasından kaynaklanıyor. Bir imkan olarak alternatif dilin olmaması, iktidarın tüm farklılıkları kapsayan gücü karşısında muhalefetin çaresiz tepkilerle hırçın bir dile sarılmasına neden oluyor. İktidarın, sağcı muhafazakâr bir yapı olarak kalkınmacı reflekslerle hareket ederken alternatif imkanları da buna eklemlemesi her şeyden önce otokritik imkânını körleştiriyor.

Buna karşılık muhalefet adına ortaya çıkan siyasetin pratik uygulamalardaki aksaklıklardan öte bir önerisi olmayan vizyonsuzluğu, çaresiz biçimde keskin dile, kamplaşmaya yöneltiyor.

Muhalefetin eleştirilerini büyük ölçüde iktidarı “ahlak, adalet” gibi erdemlere yoğunlaştırmasına rağmen hiç birinin temel politikalarında toplumsal çözülmeye, ahlaki çürümüşlüğe, toplum katında zayıflayan değerlere yönelik ne bir önerisi ne de bir projesi mevcut. Oysa en fazla zaaf buldukları konu da iktidar çürümüşlüğünün ortaya çıkardığı sorunlardı.

Buna karşılık her gecen gün daha fazla “değer üzerinden” siyasi dil inşa etmeye çalışan iktidarın da temel vurgusu kalkınmacı bir muhafazakâr partiden fazlası değil. Bunca değerler sembolizmi üzerinde inşa edilen dil; toplumsal ahlaki çöküntüye, gelecek nesilleri bekleyen asıl tehlikeye yani değerlerden, dini hassasiyetlerden uzaklaşan, kültürel erozyona karşı ne tür projeleri olduğuna dair bir açıklama beklemek de herkesin hakkı.

Evet, bu toplumun önemli kısmı muhafazakârdır, bu gerçeği yeni fark eden başta ana muhalefet olmak üzere muhalefet, değerlerle barışık görünen yapay bir dil kurma çabasına girdi. Retorikten ileriye geçmeyen bu dilin siyasi pragmatizmden toplumun değerleriyle uzlaşmaya dönüşmesi için ufukta fazla bir emare görünmüyor. En muhalif parti “Robin Hood” sembolizmi üzerinden halka yaklaşabiliyor.

Muhafazakar kesimin iktidara karşı destekten öte tahkim edici bir strateji izlemesi kısa vadede sonuç almaya yetebilir. Ancak uzun vadede hem muhafazakâr kesimin, hem muhaliflerin kullandığı ayrıştırıcı daha doğrusu nefrete varan dilinin toplumsal yansıması çok farklı olacaktır.


Kabul etmese bile anlamaya çalışan bir yaklaşımın ortadan kalktığı ortamda, her şeyden önce siyaset yapma imkanı berhava olur.
#seçim süreci
#muhalefet
#siyaset dili
9 yıl önce
Siyaseti tüketen ‘dil’
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset