|
Suriye’de Palmira mı, insan/lık mı?
Bir müddettir dünyadaki ana akım medya kuruluşları Suriye'deki Palmira antik kentinin İŞİD'in eline gecme tehlikesine dikkat çekmekle meşgul. Nitekim örgüt dün itibariyle Palmira'nın çevresindeki yerleşim yerlerini kuşatıp bir kısmını ele geçirmeyi başardı.

Bu durumda antik kentin İŞİD kontrolüne geçmesiyle “insanlık mirası”nın tehdit altında olduğu uyarıları gerçek çıkmış olacak. Antik Yunan ve Roma mimari tekniğinin ayakta kalan en önemli miraslarından biri Palmira. Ayrıca sadece grek-roma değil aynı zamanda yerel geleneklerle Fars etkisinin sentezlendiği bir insanlık birikimi.

Daha önce ele geçirdiği şehirlerde Müslümanlara ait mirası bombalamakla işe başlayan İŞİD'in burda da benzer yıkım yapmasında korkuyor batı dünyası insan/lık adına. İŞİD neredeyse kendinden başkasını Müslüman saymayan, İslam tarihinin, geleneğinin birikimlerini “gerçek İslam” adına yok etmekten çekinmeyen faaliyetleri, Müslüman kitleleri yeterince ürküttü. İslam'ı kendi dar görüş ve kıt akıllarına indirgeyen yapının başta Şiilik olmak üzere farklı mezhep ve yorumları dindışı sayması bir yana gözünü kırpmadan katletme hakkını kendinde görmesi yeterince dehşet vermiş durumda.

Aslında bu dar ve kısır anlayışının beslendiği teolojik yapı siyasi güce ulaşıp, İngiliz desteği ile Hicaz'ı ele gecirdiğinde de benzer dehşet duygusu İslam alemini sarmıştı. Vahhabiliğin Müslümanların tarih boyunca biriktirdiği mirası yerle bir eden bidat anlayışının uygulamalarının Mescid-i Nebevi'yi bile yerle bir edeceği endişesi sarmıştı. O dönem Suud krallığı buraya dokunmama garantisi vererek İslam alemi nezdinde meşruiyetini sağlamaya çalıştı. Buna rağmen sadece dini değil tarihi mekanlar da adım adım tahrip edilirken, Kabe'ye tepeden bakan modern hurafeciliğin, edepsizliğin zirvesi yapıların dikildiği sürece gelindi.

Bu durum, İslam adına Müslümanlığı rehin alırken bir de işin insanlık adıına evrensel boyutu var. 11 Eylül sonrası Amerika'nın Afganistan işgali sürecinde Talibanın Buda heykellerini tahrip etmesi büyük tepki toplamıuştı. Söylem; “İnsanlık mirasını İslamcı fanatiklerin yok ettiği” üzerine kuruluydı. Evet gerçekten barbarca bir durumla karşı karşıyaydık. İslam medeniyetinin bin yılı aşkın süredir muhafaza ettiği, farklı inanç ve kültürlere ait mirası bugüne kadar getirmesine karşın, İslam adına bu tahribat yapılıyordu. Doğal olarak dünya mirasına değer veren vicdan sahipleri ayağa kalkmıştı, en azından bize öyle yansıtılmıştı.

Fakat hikayenin bir de başka yüzü var. Hem insanlık birikimi hem de insanlık adına bu çifte standartlı vicdan uyanışının nasıl stratejik amaçlı kullanılabildiğini gördük. Ortadoğu adeta bir insaniyet laboratuarına döndü. Hem Müslümanlık adına samimiyet ve hakikat anlayışımızın, hem hegemonların insaniyet adına çıkar hesaplarının gerçeği nasıl tarumar ettiğine dair.

Afganistan'ın ABD tarafından işgalinden sonra sıra Irak'a gelmişti. Bağdat'ın düşmesi bu anlamda hem kadim uygarlıkların hem İslam medeniyetinin hafızasının işgalcilerce yağmalanmasıyla sonuçlandı. Son derece planlı ve kontrollü bir yağma hareketi gerçekleşti. Kütüphanelerdeki elyazmalar, müzelerdeki tarihi eserler, insanlık mirası, İslam kültürünün hafızası yağmadan nasibini aldı. Bu yağma ve tahribat karşısında, Buda heykellerine sahip çıkanların hemen hiç biri insaniyet adına isyan bayrağı falan açmadı. Yağmacı da yağmalanan da farklıydı çünkü.

Talibanın heykel tahribatı üzerinden Müslümanları adam etmeye, modern/ılımlı İslam projesine kapı aralamak isteyen bakış, Bağdat yağmasındaki barbarlığı sorgulama cesareti gösteremezdi elbet.

Savaş şartlarında tarihi mirasın ilk elden zarar görmesini doğal karşılayıp geçiştiren bu mantık esasen daha vahim cinayeti perdeliyor. İnsanlık vicdanı, uygarlık adına Afganistan'da bombalanan Buda heykelleri için ayaklananlar, aynı anda Amerikan bombalarının yaktığı bedenleri, ölen binlerce sivili, işgal edilen ülkeyi görmeyecekti. Çünkü oraya demokrasi gelecekti!

Bagdat'ta yağmalanan sadece tarihi miras değil insanlığın namusuydu. Kışkırtılan Şii Sünni çatışması, yerle bir edilen insanlık onuru, katledilen masum siviller... Tüm bunlar olmayan kimyasal silahları bulmak için gözardı edilebilirdi.

On yıl içinde yaşanan bu insaniyet katli bir film şeridi gibi Suriye'de de gözümüzün önünde akıp geçiyor. Sahneler o kadar taze ve etkisi o kadar şiddetli ki vehametin boyutunu idrak etmekte aciz kalıyoruz.

Palmira'yı yani insanlık mirasını korunak için dünyayı harekete geçmeye çağırmak tekil bir olay olsaydı anlamlı olabilirdi. Yüzbinlerce insanın öldüğü, milyonlarcasının mülteci durumuna düştüğü, kalanların korku, açlık ve sefalet içinde ayakta kalma mücadelesi verdiği bir ülkede yaşanan insanlık dramına neden sağır kalındı? Herkesin kendi cephesinden sessizliğini meşrulaştıracak bir gerekçesi vardı çünkü. İnsanlık ölüyor, bir ülke ortadan kalkıyor ama herkes tuttuğu cephenin çıkarları adına ötekine sessiz. Kollektif bir insanlık suçu işlenirken dengeler, stratejik çıkarlar, sekter kaygılar, ulusal menfaatler adına bir toplumun ayaklar altına alınmasına sessiz kalındı. Üstelik her taraf kurtarıcı rolünde.

Şimdi zaman insanlık adına Palmira'yı kurtama zamanı mı, insanlığı kurtarma zamanı mı?
#Palmira
#suriye
#taliban
9 yıl önce
Suriye’de Palmira mı, insan/lık mı?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi