|
Düşünmek…
Toplumların yaşamında süreklilik esastır.

Yaşanan siyasi, kültürel her değişim böyle bir süreklilik çerçevesinde vücuda gelir.

Hatta fazlası…

Süreklilik, toplumsal değişimin mayasını oluşturan en önemli unsurun, toplumsal farklılıklar arasındaki rekabet ve çatışmanın hakemi ve düzenleyicisidir.

Sürekliliğe meydan okuyan her gelişme, her siyasi kopuş, toplumlarda, düzenleyicisi, hakemi bulunmayan, şiddetli ve doku bozucu sarsıntılar yaratır.

Türkiye yıllarca bu tür sarsıntılara mahkum oldu, bu sancıyı hissetti...

Bu sancı, kesişmelerine hemen hiçbir şekilde müsaade edilmeyen, biri verili diğeri yerli iki farklı medeniyet projesinin kavgasından kaynaklandı.

Ve yaşanan çatışma, verili olanı da, yerel olanı da içinden parçaladı.

Bugün nasıl bir noktadayız?

Son 10 yıl bu iki farklı projenin düne oranla içe girmesini, geleneksel değer sistemlerinin evrensel değerlerle yakınlaşmasını ifade etti.

Sosyolojik olarak buna hiç bir şüphe yoktur.

Toplumsal kesimler arasında mesafe bugün siyasi nedenlerle açık görünse bile değerler arasında bir yakınlaşma ve her değer sisteminin kendi içinde ciddi bir açılma hali yaşanmaktadır. Laikliğin demokratikleştiği, dini ve muhafazakar değerlerin evresel değerlerle şahıslar bazında yoğun temas ettiği, iç içe girdiği bir ülkede yaşıyoruz. Ve noktaya 28 Şubat sonrası adım adım, hep beraber geldik.

Başka bir ifadeyle “gerekli” olanı yaşadık…

Ama “yeterli” olana ulaşmak için daha çok zaman ve çaba gerekiyor.

Zira sürekliliğin sadece tashih edici bir yüzü yok, zihniyetler açısından direnen bir yönü var.
Yargı-siyaset ilişkilerindeki geçişkenlik, hakemlik ve yönetim cihazlarında liyakat yerine sadakat esası, dün devlet bugün siyaset alanının toplumsal, kültürel sahaları üzerinde kurduğu hegemonya konusunda yaşanan esaslı bir değişim yok. Şahsıs merkezli iktidar ve karar süreçlerinin kurumlar, vesayet geleneğinin demokratik ilkeler, çoğunlukçuluk fikrinin çoğulculuk karşısında galebe çalması konusunda alınan yol çok kısa.

Ve bugün ülkede yaşanan tartışmaların, krizlerin büyük bir çoğunluğu mevcut bir cemaatçi siyasi kültür ve zihniyetin yeniden üremesinden, sistemi kilitlemesinden kaynaklanıyor.
Bunlar sarsıntıların hem nedenleri hem sonuçları haline dönüşüyor, hem de bunalımları tetikliyor ve derinleştiriyor...

Tarihsel kalıntılarımız bu açıdan belirleyici…

Ülkedeki yerleşik zihniyet yapısını besleyen cemaatçi toplum dokumuz, bu dokunun siyasete yansımasıyla ortaya çıkan krizler, bu krizlere ve tıkanıklıklara demokratik araçlarla yanıt verme refleksimizin düşüklüğü bu kalıntılar arasında...
Yaşadığımız bölge ve bu bölgedeki etnik seferberlik, medeniyet paradoksları ve hakimiyet arayışları ile bunların etkilerini eklemek gerek...

O zaman, bu kalıntıların davranışları, tutumları, siyaseti esir almasını engellemek, her aktörün, iktidarın, muhalefetin işi olmalıdır.

Başkasına, karşıdakine, yandakine fatura çıkararak sorunlar çözülmüyor.

Bu çerçevede yapılan siyaset ise son derece sığ oluyor.

Bu tarz siyasallaşma arttıkça, kutuplaşma derinleştikçe, “anlama” kanalları tıkanmaya başlıyor. Bu zaaf, bu tıkanma, yasal olan ile meşru olan arasındaki kopukluğu besliyor.

Ülke açısından siyasal yol ayrımlarından birisindeyiz...

Nereye ve nasıl ilerleyeceğiz?

Siyasi pozisyon alırken önce düşünmek gerekiyor...
#28 şubat
#köşe yazısı
#ali bayramoğlu
9 yıl önce
Düşünmek…
Hasan Cemal…
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?