|
Hükümet etme meselesi...

Gündemimizde uzun süredir iki temel sorun var.



Birincisi, malum, uzun bir süredir ülkeyi her anlamda meşgul eden,

“iktidar"

ya da

“hükümet etme

" meselesidir.



“Siyasi iktidar"

ın, yargıya, basına, özgürlüklere yönelik tutumu,

“siyasi kararlar"

ın farklı toplumsal değerler, Anayasa dahil yazılı kurallarla ilişkisi, bunlar çerçevesinde yapılan

“iktidarda şahsileşme, güç yoğunlaşması, keyfileşme

" tartışmaları, ülkenin gidişatı açısından kritik bir önem taşıyor.



Yeni Anayasa tartışmaları, başkanlık sistemine geçme çabaları, cumhurbaşkanı-hükümet ilişkileri, yüksek yargıda büyük bir temizliği hedefleyen yasal hazırlıklar, yeniden bir yapılanma ikliminden çok, bu temel meselenin ürettiği sıkıntı ve sorular çerçevesinde karşımıza çıkıyor, bunlar çerçevede anlam kazanıyor.



Ortaya çıkan da, krizlerle yoğrulu, gerginlikler içeren, inişli çıkışlı bir süreç oluyor.



Bu iklimi tersine çevirmek, uzlaşma ve katılım içeren bir

“yeniden yapılanma"

dalgasına dönüştürmek mümkün mü?



Türkiye'nin önünde görece de olsa, sınırlı sonuçlar üretecek de olsa, böyle bir imkanın olduğunu düşünüyorum.



Türkiye derken, amiral gemisi olan, gücü elinde tutan AK Parti'yi kastettiğim açık.



Davutoğlu'nun gidişi, Yıldırım'ın gelişi, AK Parti Kongre süreci, içerdiği tüm tartışmalara rağmen, devlet-hükümet-iktidar partisi arasındaki mesafeleri azaltan sakıncalarına rağmen, doğal bir çerçevede cereyan etti. Dahası iktidar içi gerilimlerin azalmasıyla, kamuoyunu ve piyasaları tatmin eden bir hükümet terkibiyle hızlı bir normalleşmeye yol açtı.



Bir galip aranacaksa, bu öykünün açık ara galibi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmuştur. Erdoğan iktidarını konsolide etmiş, gerek sistemin işleyişine koyduğu ağırlıkla gerek siyasi iradeyi temsil konusundaki rakipsizliğiyle bugüne kadar ulaştığı en uç seviyedeki güce kavuşmuştur.



Başarıların rahatlamayı beraberinde getirmesi beklenir.



Rahatlama “paylaşma, görüşme, uzlaşma" gibi demokrasinin temel araçlarını devreye sokacak bir kapı açar.



Soru şudur: Erdoğan ve AK Parti bu açılan kapıyı değerlendirecek midir?



AK Parti iktidarının, bir özeti, muhafazakar kesimin modern-seküler kesim ile, imkan, konum, hak, güç kullanımı, özgüven açısından eşitlenmesidir.



Ancak eşitlenme tek başına kurucu bir özellikle taşımaz. Asıl önemli olan geriye kalandır. Geriye bu iki büyük toplumsal doku arasında bağ ve köprü kurmak, bunun mekanizmalarını, kurumlarını, anayasasını oluşturmak kalmıştır.



Bugün Türkiye'nin acil ihtiyacı budur.



Bağ ve köprü kurmak, iki büyük kesimi aynı anda kuşatmak, farklılıklara temas etmek, ekonominin, toplumsal ve kültürel mekanizmaların siyaset ve siyasi iktidar karşısında görece özerkliğini gerektirir. Toplumsal alandaki çeşitliliği, çoğulculuğu sağlayan bu özerklik halidir. Özerkliği garanti altına alacak ise, hukuk devletinin kuvvetler işbirliği ve mesafesi üzerine oturan denge ve denetim esaslarıdır. Özgürlükleri, siyaset alanının varlığı ve genişliğini, hatta siyasi iradenin bizzat kendisini garanti altına alan, vicdanlar, niyetler, zihniyetler değil, bu esaslardır. Ve bu esaslarla Erdoğan'ın temsil ettiği baskın karizmatik otorite, belirleme ve yönetme gücü arasında hiç bir çelişki yoktur.



AK Parti bu esaslara ne kadar yaklaşırsa, ülkeye gelecek adına o kadar faydalı olacaktır.



Bu esaslardan uzaklaşması, kim ne derse desin, hem örselenmesi, hem örselenmeye, krizlere ve tahribatlara öncülük yapması anlamına gelecektir.



Başkanlık sistemi bu esaslar üzerine rahatlıkla oturabilir.



Geminin rotası bu esaslar üzerinden değiştirilmelidir.



Yazının girişinde sözünü ettiğim ikinci büyük mesele ise Kürt meselesi...



Yarına...


#Başkanlık sistemi
#AK Parti
#Binali Yldırım
#Yeni hükümet
8 yıl önce
Hükümet etme meselesi...
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset