|
Kuvvet temerküzü ve devlet hukuku

Türkiye'deki iç siyasi tartışmaların pek çok kritik yönü var.



Bunlardan birisi, belki de en önemlisi genel anlamıyla

“yargı

” meselesi.



Olması gereken belli:



Yasa, düzenleme ve uygulamaların evrensel hukuk kriterlerini esas alması, yargıçların liyakat esaslarına göre seçimi, temel hak ve özgürlüklerinin hukuk ve yargı güvencesi altında olması, bu nitelikte bir yargı denetiminin varlığı...



Ne var ki olan farklıdır.



Bu topraklarda yıllardır bunların yokluğu veya eksikliği hüküm sürer.



Ataerkil, cemaatçi ve faydacı bir siyasi kültür bu açıdan belirleyici bir rol oynar.



Otoriter-merkeziyetçi bir geleneğin ve darbelerin gölgesinde hazırlanmış, askere denetimsiz alan bırakan, yetki-sorumluluk bağlantısını koparan, yargı gücünü sistematik siyasi ve idari denetime tabi kılan anayasalar bu yoklu ve eksiliğin ana kaynaklarından birisini oluşturur.



En nihayet siyasi partiler düzenine egemen olan çoğunlukçu milli irade anlayışı, kuvvetler ayrılığını sarsan, yargıyı siyasi güce tabi kılan adımları düzenli olarak normalleştirir.



Bugün bu sorunlar açısından düne oranla daha ileri bir noktadayız.



Arkamızda askeri vesayet sistemine yönelik, doğru başlamış, ancak daha sonra ele yüze bulaştırılmış bir değişim ve temizlik süreci var.



Önce Gülen cemaatinin yargıda kabul edilmez düzey ve nitelikteki

“yetki gaspı”

ve

“paralel devlet”

faaliyetleri, ardından buna karşı alınan tedbirlerinin hukuk kurallarını yerle yeksan etmesi,

“bozuk zemini”

tam bir bataklık haline çevirmiştir.



Bugün mevcut görüntü şudur:



Cemaat çıkarlarına göre davranan savcı ve yargıçların yanına, bu kez onları ve benzerlerini temizlemek için hukuk kuralları dışına çıkan iktidar hattının savcı ve yargıçları eklemiştir. Bu yargıçlar (bir dönem aynı cemaat yanlısı olanların yaptığı gibi) sadece söz konusu temizlik faaliyetinde değil, siyasi iktidarın hassas olduğu tüm konularda hukuk kurallarını zorlayan uygulama ve kararlara imza atmaya başlamışlardır.



Bu

“ikili siyasallaşma hali ve otoriterleşme kaynağı”

nın işaret ettiği en önemli mesele, şüphe yok ki, yargıç ve savcı tayinlerinde liyakat esaslarından biraz daha uzaklaşılması ve tam sadakat düzenine geçilmesidir.



HSYK Kanunu'nun değişmesi ve dairelerinin yeniden yapılanması bu çerçevede karşımıza çıktı ve sorunlar üretti, üretiyor.



Dün açıklanan, ülkedeki toplam 15.000 hakim ve savcının dörtte birinin yerinin değiştiren kararname akla, yargıç dokusunun siyasi iktidar şemsiyesi gölgesine biraz daha girdiğine dair kuşkuları getiriyor. Zira burada sadece cemaate yönelik bir temizliğe değil, aynı zamanda liyakat yerine sadakat esaslı yeni bir yapılanmaya gidildiği örnekleriyle kendisini ele veriyor.



Yeni anayasa ve başkanlık modeli tartışmalarının da kilit noktasını da yargı meselesi ve kuvvetler ayrılığı sorusu oluşturuyor. Yargı meselesi siyasi iktidarda, yürütmede ya da muhtemel bir başkanda, demokratik hukuk devleti kurallarını ters yüz edecek şekilde bir

“kuvvet temerküzü”

sorusuyla karşımıza çıkıyor. Zira bu kapı, milli irade tarifine, milli iradenin hangi organlar eliyle kullanılacağına, siyasi irade-milli irade ilişkisine, siyasi iradeye yönelik denetim mekanizmalarına ve bunların çoğunlukçu yorumuna açılıyor.



Tarif ettiğimiz alttan üste ve üstten alta bir sarsıntıdır.



Hukuk devleti kuralları bir sarsılmaya başlayınca, ilkeler esneyince sonuçları her yere ulaşır.



Nitekim ulaşıyor.



Askere getirilen terörle mücadele sırasındaki suçlarla ilgili yasal zırh, bu sarsıntının uzantılarından birisidir: Hem askeri özerk alana dönüş, hem hukuk devleti yerine devlet hukukuna işaret...



İktidarda kuvvet temerküzü ve devlet hukuku aynı madalyonun iki yüzüdür.


#Yeni anayasa
#HSYK Kanunu
#Paralel devlet
8 yıl önce
Kuvvet temerküzü ve devlet hukuku
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı