Gezi olayları sürerken İstanbul Kabataş’ta mütedeyyin bir kadının bebeğiyle birlikte Gezi’ye katılmak için oradan geçip Taksim’e doğru giden kadınlı erkekli bir grup tarafından taciz edildiği haberleri çıkmıştı. Olaylar sona erdikten sonra da bununla ilgili tartışmalar sürdü. Sonra bazı kamera kayıtları ortaya çıktı. Bu kayıtlara bakılırsa böyle bir olay yaşanmamıştı. Ancak, görüntüler tartışmayı bitirmedi. Tuhaf şekilde, olay saatinde etraftaki mobese kameralarının tamamına yakını ya kapalıydı ya da devre dışıydı. Ortaya çıkan kamera kayıtları ise parçalıydı, eksikti ve üzerlerinde oynanmıştı.
İkinci nokta da Gezi’nin yol açtığı saldırganlığı ve tacizciliği Kabataş’a indirgeme ve orada yok sayma veya aklama eğilimi. Gezi olayları sırasında bir Kabataş olayı yaşanmadı, binlerce Kabataş olayı yaşandı. Hadi Kabataş’taki Kabataş olayı yaşanmadı diyelim, diğer yerlerdeki Kabataş olaylarını nereye koyacağız? Bu tür tacizlere bizzat şahit oldum. Ayrıca, birçok başörtülü öğrencim uğradıkları sözlü ve fiili tacizi bana aktardı. Diğer bazı öğrencilerim korkularından günlerce sokağa çıkamadıklarını söyledi. Daha yetişkin olanlar de ja vu hâline düştüklerini, tekrar 28 Şubat psikolojisine girdiklerini söyledi. Onları bırakın, ben bile tacize ve saldırıya uğradığım hissine kapıldım. Her an bir saldırıya uğrama tehdidi altında kaldım. Hayatımı ve hayat tarzımı gerekirse mukabil şiddet kullanarak korumam gerektiği kanaatine vardım. Bütün bunları unutacak veya görmezden mi geleceğiz?
Ne kadar tevil etmeye çalışırsanız çalışın, gerçeği değiştiremezsiniz, gizleyemezsiniz; Gezi’nin yüzlerinden biri saldırganlık ve tacizcilikti.