|
Medyada bağımsızlık mı çoğulluk mu daha önemli?

Yeni yıldaki ilk panel katılımımı gerçekleştirdim. 2 Ocak’ta SETA tarafından düzenlenen panelin konusu basın özgürlüğü, diğer konuşmacılar ise Türkiye Gazetesi’nden Ceren Kenar ve SETA analisti İsmail Çağlar’dı. Panelin konusu kadar katılımcı kitlesi de ilginçti. Gülen Cemaati medyasından bir kadro panele adeta çıkarma yaptı. Zaman gazetesi, Samanyolu televizyonu ve Cihan haber Ajansı’ndan belki de ona yakın kişi oradaydı. Soru cevap kısmında bu arkadaşlar 5-6 defa söz aldılar. Soruları daha çok kendi camiaları etrafında dönen olaylarla ilgiliydi. Panelden önce Cemaat medyasının önde gelenlerinden bir ismin SETA İstanbul Başkanı ve panel yöneticisi Fahrettin Altun’a biz katılımcıları da ilgilendiren ve nezaketsizlik kokan mesajlar gönderdiğini de öğrendik. Buna üzüldüm ama şaşırmadım.

Konuşmamda daha ziyade teorik tanım ve tahlillere girişmekle beraber bazı güncel olaylara atıf da yaptım. Sorulara cevap verirken güncel olaylara biraz daha fazla değindim. Cemaat medyası mensubu arkadaşlar cevaplarımdan pek memnun kalmadı. Panelin ardından, kısa sürede, bu memnuniyetsizliği yansıtan haber ve yorumlar medya organlarına düştü. Daha sonra, sosyal medyada, bu haberlere dayanan ve bir kısmı karalama ve saldırıya ulaşan ifadeler ve yorumlarla karşılaştım.

Basın özgürlüğünün önemi hakkında ihtilâf yok. Ancak, bence, üzerinde durulması gereken asıl mesele, basın özgürlüğünün korunmasında medya organlarının bağımsızlığının mı yoksa medyada çoğulluğun mu önemli olduğu. Meşhur bir klişeye göre basın özgürlüğü için medya bağımsız olmalı. Neredeyse sorgusuz sualsiz doğru olduğuna inanılan bu görüşün hem kendi içinde çok sorunlu olduğu hem de basın özgürlüğünü sağlamada sanıldığı veya umulduğu kadar etkili ve yararlı olamayacağı kanaatindeyim. Önce bağımsızlığın ne olduğu açıklığa kavuşturulmalı. Medya dünyasının aktörleri bir tarafta medya organlarının patronları, genel yayın müdürleri, yazı işleri müdürleri, seksiyon şefleri, muhabirler ve köşe yazarları diğer tarafta ekonomik güç merkezleri, siyasî güç merkezleri olarak– Fahrettin Altun’un panelde isabetli bir adlandırmayla geçici ve kalıcı iktidar adını verdiği- hükümet ve devlet, aşırı derecede merkezileşmiş dinî ve lâdinî cemaatler vb. Bu tabloda kim kime karşı, kim kimden bağımsız olacak? Şüphe yok ki, medyanın hükümete ve devlete karşı bağımsız olması istenmeli, lâkin, birçok ülkede varit olduğu üzere, medya organları bir konuda hükümete muhalifken diğer bir konuda hükümete eklemlenebiliyor. Medya organlarının kalıcı güç olarak devlete karşı bağımsız olması daha az ve zor görülüyor. Demokrasisi zayıf ülkelerde medya organları devlet adına hükümetle savaşa girişebiliyor. Diğer alanlarda da sıkıntılar var. Örneğin, bir gazete yönetimi ve personeli, gazetenin sahibine karşı nereye kadar bağımsız olabilir? Editoryal bağımsızlığın sınırları nerede başlar, nerede biter? Hangi sermayedar yayın organında kendi inançlarına, tercihlerine küfür yağdırılmasına ve menfaatleri aleyhine yayın yapılmasına izin verir? Böyle bir şey normal midir? Bir muhabir yazı işleri müdürü, yazı işleri müdürü genel yayın müdürü karşısında nereye kadar bağımsız olabilir? Aşırı merkezileşmiş, mutlak itaat kültürünün egemen olduğu söylenen dinî cemaatlere ait (ABD’de Washington Times ve Türkiye’de Zaman gibi) medya organlarının tam manasıyla bağımsız oldukları düşünülebilir mi, tam bağımsız olmaları talep edilebilir mi?

Kuşku yok ki, ülkelerin tarihî tecrübelerine, siyasî sistemlerine, siyasî kültürlerine, ilgili mevzuata ve meslek mensuplarının iş ahlâkını bilme ve ona sadık kalma derecelerine bağlı olarak medya organlarının bağımsızlık algısı ve bunun somut yansımaları ülkeden ülkeye değişir. Ancak, nihaî tahlilde, medyada çalışanların sermayedarlara, çalışanlar arasında alt kademedekilerin üst kademelerdekilere karşı tam bir bağımsızlığı fiilen söz konusu olamaz.

İşte bu yüzden, bence, basın özgürlüğü açısından, medyada çoğulluk bağımsızlıktan daha önemlidir. Medyada çoğulluk iki anlama gelebilir. İlki bir yayın organı içinde çoğulluktur. Ancak, bunda da ciddî sınırlar ve sorunlar var. Meselâ, köşe yazarları arasında bir nispî çoğulluk yaşatılabilse bile yazı işlerinde aynı ölçüde çoğulluk olamaz. Olması istenirse, yayın organı çok kişilikli bir varlığa dönüşebilir. Bundan dolayı, çoğulluğun asıl ve doğru anlamı, yayın organları arasında çoğulluktur. Bununla kast ettiğim, ülkede geniş veya genişçe sayılabilecek toplumsal tabanı olan her çizginin medya organlarının olabilmesi ve bunların kendi istikametlerinde yayın yapabilmesi. Çoğulluk gerçekten varsa özgür medya var demektir. Çoğulluğun unsurları birbirlerinin haberleri çarpıtma, okuyucuyu yanıltma ve manipüle etme çabalarını denetleyebilir ve dengeleyebilir. Bu sayede, isteyen, benim yapmaya gayret ettiğim gibi, çapraz okumalarla-dinlemelerle daha doğru bilgilere ulaşmaya, yorum çeşitliğinden yararlanmaya ve sonra kendi görüşlerini ve açıklamalarını geliştirmeye çalışabilir.

Çoğulluk bu kadar önemliyse Türkiye’de medyada çoğulluk bakımından 1990’lardan bugüne değişen nedir? Çoğulluk arttı mı azaldı mı? Ceren Kenar’ın paneldeki sunuşunda rakamlarla ve oranlarla gösterdiği üzere, medyada 2000’lerdeki çoğulluk 1990’lardaki çoğulluğa nispetle daha fazla. Mevcut çoğulluğun medya mülkiyet haritasıyla ilişkisi ve medyada sahipliklerin nasıl oluştuğu ve el değiştirdiği ayrı bir araştırma ve tartışma konusu yapılabilir, ancak, bu, çoğulluğun arttığı gerçeğini değiştir(e)mez.

#SETA
#Ceren Kenar
#İsmail Çağlar
#Zaman gazetesi
#Samanyolu
9 yıl önce
Medyada bağımsızlık mı çoğulluk mu daha önemli?
Tarikat tuzağı
Muhafazakâr ve demokrat kimliğin yeniden inşası…
Ahirette hesaplaşma
Fars emperyalizmi ve Şiî yayılmacılığı-3
Militan Protestanlık ve Libya"daki olaylar-2