|
Savaş severler kendileri savaşsın!

Uygarlıkla şiddet arasında tersine bir oran vardır. Şiddet arttıkça uygarlık geriler. Şiddetin sınır ve kural tanımadığı zaman uygarlık çökmekle kalmaz, insan cinsinin bekası da tehlikeye girer. Bu yüzden, hiçbir toplum ölçüsüz, kesintisiz ve kuralsız şiddete izin veremez. Şiddeti olabildiğince sınırlamanın yollarını arar. Şiddeti iktidar aracı olarak kullanan kimselerin egemen olduğu rejimlerde dahi, şiddetin durulması, sınırlanması, azalması arzu edilir.

Dünyanın devletler dünyası olması şiddeti üç kategoriye böler: Bir ülkenin içinde vatandaşların birbirine karşı kullandığı şiddet; bir ülkede devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddet; devletlerin birbirlerine yönelttiği şiddet. İlki ceza kanununun konusudur. İkincisi insan hakları ihlâllerine sebep olması hâlinde hem iç hem uluslararası hukukun alanına girer. Üçüncüsü kısmen uluslararası hukuka dâhildir ama ondan ziyade reel politikayla, güç dengesiyle ve güç politikasıyla alâkalıdır.

Şiddet bütün kötülüklerine rağmen insan hayatından tümüyle çıkartılamıyor. Ama onu hem sınırlandırmak hem ahlâk ve hukuk kurallarına bağlamak yolunda teşebbüsler oldu, oluyor. İskoç Aydınlanma Düşüncesi’ne göre, devlet iç şiddeti sınırlamanın aracı. Ancak, bunu sadece sınırlı devlet felsefesine dayanan bir devlet gerçekleştirebilir. Aksi takdirde, devletin kendisi korkunç bir şiddet aygıtına dönüşebilir. Devletler arasında şiddeti önlemek, bir anlamda ebedî barışı kurmak için de uluslararası ilişkilerin Kant gibi idealist filozofları, cumhuriyetlerden oluşan bir dünya hayal etti. Milletler Ligi ve Birleşmiş Milletler bu idealin araçlarından biri olarak tasarlandı fakat amacına ulaşamadı. Statü toplumundan sözleşme toplumuna geçilmesinin, demokrasinin ve serbest ticaretin yayılmasının dünyada barışı sağlayacağına inanan liberal teorisyenlerin beklentileri de boşa çıktı. Dünya 20. Yüzyıl’da iki büyük pek çok küçük savaşa sahne oldu.

Liberal teori açısından tek meşru şiddet nefsi müdafaa şiddetidir. Bu hem ülke içindeki hem ülkeler arasındaki şiddet için geçerlidir. Bununla beraber, hangi şiddetin saldırı, hangisinin nefsi müdafaa şiddeti olduğunu tespit etmek ve herkese kabul ettirmek kolay değil. Devletler arası ilişkilerde saldırı şiddetini bile nefsi müdafaa şiddeti olarak sunmakta mahir bir dil geliştirildi. Özellikle ABD ve İsrail bu dili kullanmakta çok usta. Amerika 10 bin kilometre öteden gelip Irak’ı işgal etmesini nefsi müdafaa olarak sundu. İsrail, kendisinin binde biri kadar güce sahip olmayan Gazze’de sivil halkı katletmesini bile nefsi müdafaa şiddeti olarak adlandırıyor ve dünyadaki medya gücüyle böyle bir algı doğması için yoğun çaba sarf ediyor.

Türkiye’nin güneyinde, Irak ve Suriye’de, şiddet gemlerinden boşalmış durumda. Hiç kimsenin, hatta savaşan grupların bile tam olarak okuyamayacağı bir karmaşık savaş kompozisyonu içinde insanlar öldürülüyor, yerleşim birimleri yakılıyor, yıkılıyor. Türkiye, bana göre çok isabetli bir politikayla, şiddet mağdurlarına insanî yardım sağlamada elinden geleni yapıyor. Ülkenin bu alanda bir destan yazdığını söylemek kesinlikle abartma olmaz. Türkiye, yine bana göre doğru bir politikayla, zulme uğrayanlara ve diktatörlüklere karşı savaşanlara aktif politik-diplomatik, pasif lojistik destek sağlıyor. Ancak, askerî çatışmalara girmekten ve piyon olarak kullanılması ihtimalini barındıran operasyonlardan da uzak durmaya çalışıyor.

Bu çerçevede, Türkiye’nin Süleyman Şah Türbesi’ni bir askerî operasyonla boşaltmasını ve Suriye topraklarında Türkiye’ye yakın, korunması kolay bir yere nakletmesini doğru buluyorum. Bu adım, Türkiye’yi çeşitli oyunlarla savaşa sokma tezgâhlarına engel olacaktır. Toprak kaybı oldu naraları atanlar insan hayatına değer vermeyen tipler. Bir toprak kaybı yok. Türkiye bir tür toprak becayişi yaptı ve daha önce iki defa taşınmış ola türbeyi yine taşıdı. Türbe yeni yerinde de kalabilir, gerekirse, şartlar normalleştiğinde, eski yerine de dönebilir. Bu taşımanın başta türbede görevli askerler olmak üzere pek çok kimsenin hayatını kurtarmış ve ülkeyi bataklığa saplanmaktan uzaklaştırmış olması ihtimali kuvvetli. En önemlisi insanların hayatlarını kaybetmemesi ve ülkenin çok hayat kaybına ve maddi tahribata yol açacak bir savaşa girmek zorunda kalmaması. Türkiye açık, bariz bir saldırıyla karşılaşmadıkça asla savaşmamalı.

Süleyman Şah Türbesi’nin boşaltılmasına verilen tepkileri görünce hayret ve dehşet içinde kalıyor insan. CHP ve MHP yöneticileri, Gülen Cemaati’nin kurmayları, sol çevreler, bazı sözüm ona liberaller ve demokratlar... Meğer bunlar ne çok savaş, şiddet, ölü severmiş. Sırf hükümete muhalefet etmiş olmak için kan, ölüm, ceset talep ediyorlar. Onlara diyeceğim tek şey var: Çok istiyorsanız gidin kendiniz savaşın. Kendi savaşınızı kendiniz verin. Başkalarının hayatları üzerinden kabadayılık, vatanseverlik taslamayın.

#Uygarlık
#Şiddet
#İskoç Aydınlanma Düşüncesi
9 yıl önce
Savaş severler kendileri savaşsın!
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı