Ertit’e göre sekülerleşen bir toplumda bireyler hâlâ bir inanç sahibi olabilir, dinî ritüellerini yerine getirebilir ve hatta dinî ainanca sahip olanların sayısında düşüş dahi gerçekleşmeyebilir. Zira, sekülerleşme dinsizleşme değildir, dinin günlük hayatta referans noktası olmaktan nispeten uzaklaşmasıdır. Örneğin, eskiden oruç tutan birinin artık oruç tutmuyor olması, eskiden flörte karşı olan birinin artık bu ilişkileri hayatına sokması onların zorunlu olarak dinsizleştikleri anlamına gelmemektedir. Bireylerin eş seçiminde, yeme-içme kültüründe, kıyafet seçiminde dinin daha az etkili hâle gelmesi ile dinin tamamen kişinin hayatından çıkmasının ayrı şeyler olduğunu vurgulayan Ertit’e göre sekülerleşme süreci bireyin öznel inancı ile doğrudan alâkalı değildir. Yine aynı şekilde, devletin tüm inanç gruplarına eşit mesafede olması gerektiğini ifade eden laiklik kavramıyla, dinin toplumun bazı kesimleri için tek belirleyici veya birincil referans noktası olmaktan uzaklaştığını ifade eden sekülerleşme kavramının birbirlerinin yerine kullanılmaması gerekmektedir.
Sekülerleşme paradigmasının üçüncü ayağı olan kapitalizm ise, ekonomik alanı bir ölçüde dinden uzaklaştırmakta. Ayrıca, kadınları da “iş gücü”ne dönüştürmesinden dolayı dinle yoğrulmuş geleneksel aile yapısının değişmesine neden olmakta. Kapitalizm ile yaşama standardında gerçekleşen yükselme ve küçülen devletin belli “ahlâkî” kodları topluma dayatma gücünün azalması da sekülerleşmenin hızlanmasına neden olmakta.
Ertit ortaya koyduğu paradigmanın ilerici ya da sekülerist olmadığını, bu paradigmanın merkezinde ibadet etme sıklığının yer almadığını, dinsiz bir topluma ulaşılacağının iddia edilmediğini, sekülerleşen toplumların daha mutlu ya da huzurlu toplumlar olup olmayacaklarına dair bir verinin bulunmadığını sıklıkla vurgularken, gündelik yaşamdan ilginç örneklerle sekülerleşmenin ne olduğuna ve ne olmadığına dair kapsamlı bir tablo ortaya koyuyor.
Ertit’in bu tespitleri bize anlatıyor ki, sekülerlik kendiliğindenken, bir merkezî otorite tarafından tasarlanmaz ve uygulanmazken, laiklik bir kurmadır. Bu kurma, Türkiye’de olduğu gibi, eğer iyi yapılmazsa ve din özgürlüğünün aracı olarak görülmez ve uygulanmazsa dindarların hak ihlâllerine uğramasına ve sisteme yabancılaşmasına hatta düşman olmasına yol açabilir. Sekülerleşme ise, dindarlara yeni meydan okumalarla hesaplaşmak ve inanç ve değerlerini yeni şartları kapsayacak yorumlara tabi tutmak için şans verir. Bunu böyle görmeyip faili olmayan sekülerleşmeye devlet üzerinden savaş açmak dini renkli otoriteryen hatta totaliteryen bir siyasal yapılanmanın ortaya çıkmasına yol açabilir.