|
Ahlâk-ı Alâî

En nihayet Osmanlı ilim-irfanının güzidelerinden Kınalızâde Ali Çelebi''nin “Ahlâk-ı Alâî” adlı eser-i muhalledi geçen hafta yayımlandı. Yıllar önce çok kötü ve eksik bir sadeleştirmesi yayımlanmış olan, hakkında nisbî tedkikler, hatta bir tane de doktora tezi neşredilmiş bulunan bu eserin, mebzul surette bulunan elyazma nüshalarından (müellif hattı olduğu farzedilen bir nüshasından) hareketle çevrimyazısını (transkripsiyonunu) Mustafa Koç üstlenip gerçekleştirdi; Klasik Yayınları ise bu çalışmayı neşretti.

Malumu i''lam kabilinden söylemek lâzım gelirse, hikmet, nazarî (teorik) ve amelî (pratik) olmak üzere ikiye ayrılır; bu ayrıma binaen hikmet-i ameliye''de ise başlıca üç ilim yer alır: 1) Tehzib-i Ahlâk, 2) Tedbir-i Menzil, 3) Siyaset-i Medeniye. Bu ilimlerden ilki ferdin, ikincisi cemiyetin, üçüncüsü devletin idaresiyle ilgilidir.

İlm-i Ahlâk''tan maksad esas itibariyle felsefî ahlâktır. Daha açıkçası, yapılan, ahlâk''ın aklen inşâsıdır. Özete, İlm-i Ahlâk''ta esasen ahlâk anlatılmaz, telkin edilmez, açıklanır. Bu ilmi tahsil etmenin amacı, tabiatıyla ahlâk''ın kendisine değil, bilgisine sahip olmaktır; gaye irşad ve telkinden ziyade tahkik, tasnif, tarif ve talimdir.

İslâm düşünce tarihinde bu konudaki ilk kapsamlı eserin müellifi olan İbn Miskeveyh''in Tehzib''ul-Ahlâk''ı —ayet-hadislerle tezyin edilmiş olsa da— Aristoteles''in “Nikomakhos''a Etik” adlı eserinin yeterince tadilata uğramış çizgisini takip eder. Arapça''dır. Daha sonra Nasıruddin Tusî''nin, İbn Miskeveyh''in eserini esas alan Farsça Ahlâk-ı Nasırî''si, Devanî''nin Ahlâk-ı Celâlî''si, Hüseyin Vaiz-i Kâşifî''nin Ahlâk-ı Muhsinî''si gelir. Kınalızâde bu geleneğe Ahlâk-ı Alâî''si ile ciddi katkılarda bulunmuş, daha da önemlisi, eserini Türkçe olarak kaleme almıştır. (Bu vesileyle Türkçe ahlâk kitaplarından, Muhyî-i Gülşenî''nin Ahlâk-ı Kiram''ını da hatırlatalım.)

Bu metinlerde dinî ve felsefî ahlâk artık içiçe girmiş, naklî ve aklî arasındaki sınır çizgileri iyiden iyiye kaynaşmıştır. Nitekim urefa''nın (Sûfîler) ulema (Kelâmcılar) ile hukema (Filozoflar) arasında gerginliğe yol açan noktaları ustaca yumuşattığını, müşterek bir ilim-irfan okyanusunda yer alan adalar arasındaki geçişleri kolaylaştırdığını hassaten belirtelim. Nitekim mezkur eserler, bilhassa Kınalızâde ile Gülşenî''nin Türkçe eserleri —tüm tezyinatıyla birlikte— bu müddeanın en bariz delilini teşkil ederler.

Mustafa Koç, sa''y u gayretine yaraşır zor bir işin altına girdi ve Türk okurunun hasretini çektiği çok değerli bir eserin hiç değilse tedavüle girmesini sağladı. Bu nedenle kendisinin gayretini takdir ve tebrik etmede hasislik gösterilemez. Ne var ki başından itibaren neşir sürecini yakından ve heyecanla takip ettiğim bu eserin hangi safhalardan geçtikten sonra kendisine ve kendisinden de okura ulaştığını az-çok bilen birisi olarak bazı hususlara dikkat çekmeyi ilim ve irfan hayatımızın selâmeti bakımından bir vecibe addediyorum.

1) Eserin —en yumuşatılmış tabirle— aceleye getirilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü kabaca bir mütalâayla bile tesadüf ettiğimiz, mânâyı bozacak derecedeki ifade, terkib ve tashih hataları hiç de az değildir. Ayet ve hadis tercümeleri, en azından bu denli önemli bir metnin neşrine yakışmayacak denli dil ve anlam hatalarıyla doludur. (Biz, bu ve benzeri hataların sadece muhtevaya nüfuz ve vukufiyet eksikliğinden değil, farklı nüshalardan istifade etmekteki isteksizlikten, belki de imkânsızlıktan kaynaklandığını düşünüyoruz. Hazırlık ve neşir safhasında acele edilmesi, işin ciddiyetine gölge düşürmüştür.)

2) Böylesine ehemmiyetli bir neşrin başında, eserin mevzûu ve ehemmiyeti ile mütenasib olmayan çok zayıf bir girişin bulunması çok üzücüdür. Hikmet-i nazariye ve ameliye, Sayın Koç''un ihtisas sahasına girmediğinden, işbu zaaf pekâlâ anlayışla karşılanabilir. Fakat böyle bir girişin, mütehassısına yazdırılmasına veya yazımında başkalarından istifade edilmesine ne mâni vardı? (Sayın Koç''un, Baleybelen''e yazdığı girişteki titizliği hatırımızda. Nitekim eser yayımlandığında kendisini coşkuyla takdir ve tebrik etmekten geri kalmamıştık.)

3) “Klâsik ahlâk kitaplarında takip edilen sıraya uygun olarak ilk bölümü fazilet ve faziletin zıddı rezilet konuları işlenir. Kınalızâde, kötü ahlakın tedavisinin yollarının gösterildiği bu teferruatlı bölümü, selefelerinin kullandığı “Tehzîb-i Ahlâk” adı yerine “Mukaddime” başlığı altında ele alır.” (s. 7)

Sayın Koç''a ait bu cüretli değerlendirme tamamen yanlıştır. Öyle ki bu ciddi yanlışı isbat amacıyla delil arayıp bulmak dahi gereksizdir; zira eserin kendi ibareleri bile bu iddiayı tekzib için kâfidir.

Vs. vs. vs.

Zikretmekten imtina ettiğimiz bazı kusurları olsa da Ahlâk-ı Alâî bugün okurunun elinde. Dikkatli bir okumayla istifade edilebilir durumdadır da. Ancak sebepleri ne olursa olsun böyle bir iş aceleye getirilmemeli, daha doğrusu eldeki imkânlar daha verimli kullanılmalıydı.

Yol düşe kalka kat''edilir. Binaenaleyh naşirin, ikinci baskıda, hatalarını tashih, ihmallerini telâfi edeceğine inanıyoruz.

17 yıl önce
Ahlâk-ı Alâî
"Müslüman zihni" yoksa, bu dünyaya söyleyeceğimiz bir şey de yok demektir
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak