|
Hilmi Yavuz Müdafaanâmesi

Hatırlanacağı üzere, bayram''dan önceki hafta, Hilmi Yavuz''un "Gazalî''yi yeniden okumak" adına İbn Sina''ya yönelttiği ateizm suçlamasına karşı çıkmış ve hiçbir tarihî ve ilmî mesnedi bulunmayan bu iddianın (iftiranın) bir cehl-i mürekkeb''in mahsûlü olduğuna işaretle, yazarın, kalem oynattığı bu meselenin künhüne vâkıf olmak bir yana, ehemmiyetini bile takdir edemediğini söylemiş, gerekçelerimi de tafsilâtıyla yazmış idim (Yeni Şafak, 23-24, 26-27 Mart 1999). Sayın Hilmi Yavuz da bu eleştirilerime (daha doğrusu ilk makaleme) -ikisi kendi adıyla, biri de İrfan Külyutmaz ism-i müsteârıyla olmak üzere- üç yazıyla cevap verdi. (Zaman, 28 Mart, 4 Nisan 1999)

Hilmi Yavuz bu yazılarında, benim kendisine yönelik eleştirilerimi "küfür, hakaret ve terbiyesizlik etmek" şeklinde tavsif etmiş ve herhalde beni mahcub etmek niyetiyle (!) olsa gerek ki hakkımda, aklına gelen ne kadar sövgü ifadesi varsa sayıp sıralamış: "Dücane taabir edilen nâşerif"; "İslâm konusunda herkesi tekfir etmeyi meslek haline getirmiş olan bir bednam, bir zavallı, bir Kadızâdeli eskisi, zihin perişanlığını ahlâkî redâetin akur saldırganlığı ile mülemmâ ederek parçalarına savlet eden..."; "kin ve nefretle gözleri dönmüş bu kifayetsiz muhterisin ağzı salyalı yazısı"; "müslüman ahlâkından nasibini almamış ağzı salyalı şerîrin şerri..."; "içinde en küçük bir fikir kırıntısı bile bulunmayan safsatalar", "müslüman ahlâkı ile bağdaşmasına imkân olmayan sefillik", vs.

Açıkça ifade etmek isterim ki ben Hilmi Yavuz''a hiçbir sûrette küfür etmediğim gibi, kendisini tekfir de etmedim. Ben sadece Hilmi Yavuz''un cahil ve cüretkâr olduğunu (cahil cesaretiyle hareket edip bilmediği anlamadığı/anlayamadığı konularda kalem oynattığını) söyledim; -tekrar ediyorum- gerekçelerimi de tek tek sıraladım ve bu hususta -üşenmeyip- tam dört yazı kaleme aldım. Üstelik bu yazıları da kendisi için değil, kendisinin parlak iddialarına kanan ya da kanma ihtimali olan gençleri uyarmak maksadıyla yazdım; zira Hilmi Yavuz''u şahsen tanımıyorsam da üslûbundan, ahlâkından, seciyyesinden, seviyesinden -yazıları vasıtasıyla- haberdarım ve dolayısıyla bu kadar şiddetli bir tehevvüre kapılmış olmasını da tabii buluyorum.

Hilmi Yavuz gibi sahibi olmadığı bilgilerin sahibiymiş gibi görünmeyi iyi beceren ve fakat bu arada bildiği de yanıldığına yetmeyen bir zâtın, 60 yaşından sonra elif-bâ öğrenmeye tâkat getirememesini ve kendisini iddialarına muvazî bir sûrette yetiştirmeyi göze alamamasını tabii karşılamak gerekir. Belirtmem lâzım gelirse, ben Hilmi Yavuz''un cahil olduğunu söylemekle, kendisinin malûmât sahibi olmadığını söylemeye çalışmıyorum; bilâkis kendilerinin, birçok konuda birkaç gazete yazısı yazacak kadar malûmât sahibi olduğundan benim bile haberim var. Binaenaleyh söylemeye çalıştığım şey, Hilmi Yavuz''un ilim sahibi olmadığıdır. Erbâbının çok iyi takdir edeceği üzere, malûmât sahibi olmak başka, ilim sahibi olmak daha başka birşeydir. Sözgelimi Orhan Pamuk, Zülfü Livaneli, Hadi Uluengin, Cem Boyner, Ece Ayhan, Enis Batur, vs. zevât hakkında eleştiri yazıları kaleme almak, ya da kendi tabiriyle "memleketin münevverleri" hakkında iğneleyici, alay edici, onların kirli çıkı(n)larını ortaya serici hakaretâmiz yazılar yazmak ile İbn Sina gibi, İmam Gazalî gibi büyük İslâm âlimlerinin fikriyâtına dâir mütalaalarda bulunmak farklı şeylerdir.

- "İbn Sina''nın ''Hakikat'' bağlamında öne sürdüğü düşüncelerin, onu Panteizm''e ve dolayısıyla Ateizm''e götürdüğü kanısındayım. Bununsa, ''Tahafut''un lojigi ile örtüştüğünü, o lojige uygun bir çıkarsama olduğunu düşünüyorum." (Zaman, 28 Mart 1999)

Böylesi parlak cümleler belki sıradan okurların gözünü boyayabilir ya da bilgiç ile bilgin arasındaki farkı takdir edemeyen genç hayranları cezbedebilir; ancak birileri çıkıp bu parlak lafların sahibine, "Tahafut''un lojigi"(!) gibi entel muhabbetini bir yana bırakmasını söyler ve adına Tahafut dediği eseri hangi dilden okuduğunu sorarsa, Hilmi Yavuz bu suâle ne cevap verecektir? 20 yıl Boğaziçi Üniversitesi''nde İslâm Düşüncesi dersleri verdiğini söyleyen bu zâta, belki Üniversite yönetimi ehliyetini (ehliyetnâmesini değil!) sormayı akıl edememiş olabilir; ama okulun zeki öğrencilerinden biri kalkıp derste, "Hocam! İslâm düşünce mirasının ifade aracı olan Arapça, Farsça ve Osmanlıca gibi dillerin hiçbirini bilmediğiniz ve öğrenmek zahmetine de katlanmadığınız halde, nasıl olup da sizi muallim sıfatıyla karşımıza çıkarıyorlar?" diye soracak olsa, sayın Yavuz''un yüzü hiç kızarmayacak mıdır?

Hilmi Yavuz Arapça, Farsça ve Osmanlıca bilmez. Bunlar içinde bildiğini zannettiği Osmanlıca ise, ilim dili olan Osmanlıca değil, Tarlabaşı Osmanlıcası olup o da ciddi metinleri anlamasına yetmez; olsa olsa Zülfü Livaneli''nin hatalarını bulmasına yardımcı olur. Fakat kendileri, İslâm Düşüncesi''nin temel lisanlarını bilmemesine ve bu lisanlarda yazılı metinleri okuyamamasına rağmen, İslâm Düşüncesi dersleri verebilir ve mâsum gençlerin karşısında "İbn Sina ateizmini keşfettiğine, İmam Gazalî''yi yeni bir okumaya tâbi tuttuğuna" dâir parlak laflar edebilir. İyi güzel etsin de kimsenin bu zâta, "Wensinck ile Macit Fahri şurada dursun, İbn Sina''dan veya İmam Gazalî''den okuduğunuz bir tek eserin ismini verebilir misiniz?" diye sormaya hakkı olmayacak mıdır?

Hilmi Yavuz''un İmam Gazalî''ye ilgi duyması ya da büyük düşünür hakkında birtakım fikirlerini beyan etmesi, doğrusu beni pek alâkadar etmiyor. Çünkü bir felsefe ustasının fikirlerinden şöyle böyle haberdar olmak başka birşey, o ustanın eserlerine lâyıkı vechile nüfûz etmek başka birşeydir. Bir yazar, şöyle böyle haberdar olduğu düşünürler hakkında da kanaat dermiyan edebilir; ancak bu kanaatin şöyle böyle olduğunu idrak etmek ve bâ-husûs haddini de bilmek kaydıyla. Bilmemek de ayıp değil... Oturur, gayret eder, emek sarfeder, o ilim geleneğinin dilini, terimlerini öğrenir, öğrendiğinden emin olur ve en nihayet ilim ve edeb kaidelerine riayet etmek sûretiyle düşüncelerini başkalarıyla paylaşabilir. Böylelikle genel ma''lûmâta (ve dahî genel ma''mûlâta) dayanarak bir İslâm âlimini ateist ilan etmek gibi sansasyonel ucuzluklardan kendisini korumuş olur. [Böyle olmazsa, şöhret meraklısı bir başkası kalkar, "Ben İbn Teymiyye''yi yeni bir okumaya tâbi tuttum ve İbn Arabî''nin panteist ve dolayısıyla ateist olduğunu tesbit ettim. Nitekim benim bu yorumum Fatava''nın lojigi ile örtüşüyor" der. Siz de -benim gibi böylesi nâdanlıklara tahammül edemeyip- "Biraz yavaş ol" demeye kalkarsanız, cühela takımının sövgülerine ma''ruz kalırsınız.]

Velhâsıl, Hilmi Yavuz iyi ya da kötü bir şâirdir ve şâirin şuûru -umûmiyetle- müdrike değil, muhayyelât düzeyinde iş görür. Nazariyât ve dolayısıyla ma''kulât alanı başka, hissiyât ve muheyyelât alanı başkadır. Bu şâirin nazmını bilmem ama nesrinin kaynağı muhayyelât bile değil, sadece müvehhimât... Sebebi de şu:

- "Aziz muhiblerim, bugünlerde ve betahsis guruba yakiyn saatlerde, itiyad edindim, bir kadeh rakı refakatinde Münür Nuriddin Beyefendi''yi ve üstad Yahya Kemal''in ''dönülmez akşamın ufkundayız'' deye başlayan o büyük şiirini dinliyorum." (İrfan Külyutmaz, Memleketimin Münevverlerine Dâir, sh. 127, İz Yayıncılık, İstanbul, 1998)

Hal böyleyse, Külyutmaz amca da haddini bilsin ve İmam Gazalî''yi bir kadeh rakı refakatinde yeniden bir okumaya tâbi tutmak cür''etinde bulunmaya kalkışmasın. Çünkü ilahiyât, ayık olmayı gerektirir!

25 yıl önce
Hilmi Yavuz Müdafaanâmesi
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset