|
Siyasal estetik

-“Cumhuriyetin üzerine gölgeler düşüren günler yaşıyorduk. 9. Senfoni o gün orada, devrimciliğin, ilericiliğin simgesi oldu. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de oradaydı.. Benim yanımda da, eski Kültür Bakanı, kuzenim Ahmet Taner Kışlalı..

Muhteşem bir gösteri olmuştu, tıklım tıklım, merdivenlerinde dahi insanların üst üste olduğu salonda..

Finalde koro, o müzik tarihinin en güzel koral parçasını seslendirir, Schiller''in Ode to joy/ Neşeye Çağrı''sını söylerken, Ahmet''le ağlıyorduk...” (Sabah, 8 Mayıs 2010)

Hıncal Uluç, yaşadığı o duygusal anların finalini bakınız nasıl bitirir:

- “Süleyman Demirel, unutulmaz sözlerinden biriyle güne damga vurdu...

İşte çağdaş Türkiye!..”

Bu yargı, estetik bir değer taşır mı?

Aslâ!

* * *

Biraz durup düşünelim o hâlde:

Olayın özü nedir?

Uluslararası Ankara Müzik Festivali''nin açılış konserinde Beethoven''ın ünlü ''Dokuzuncu Senfonisi''nin icrası...

Bir yanda Schiller''in “Ode to joy”unu dinlerken ağlayan bir gazeteci, bir aydın, Hıncal Uluç...

Öte yanda 9. Senfoni''nin icrası karşısında “İşte çağdaş Türkiye!..” diye haykıran bir politikacı, bir Cumhurbaşkanı, Süleyman Demirel...

Yüksek sanatsal duyarlılık ile politik gücün uylaşımı. Hem de ülkemizde.

Bu tablo, sizce, Türkiye''nin gerçeklerini yüzde kaç yansıtıyordur?

Politik açıdan değil, estetik açıdan...

Örneğin % 42 olabilir mi?

Gözümüzün içine baka baka yalan söylemeyi göze almadıkça kimse bu soruya olumlu bir cevap veremez!

* * *

Demirel''in yargısı estetik değil, politik bir yargıydı. Sözün muhatabı da halk değil, 28 Şubat organizatörleriydi.

Ne tuhaf değil mi, duran saat bile günde iki kez doğruyu gösterirmiş.

Sizce Demirel''in saati günde iki kez olsun doğruyu gösterir mi?

...

* * *

Ucube... sözümona estetik bir yargı, bir beğeni nitelemesi. Oysa etkin bir politikacının olumlu ya da olumsuz beğeni ifadeleri muhataplarınca birer estetik yargı olarak değil, aksine birer politik yargı olarak algılanır.

''Ucube'' de bu yüzden estetik bir yargı değil, politik bir yargıdır. Zahiren değil, hakikaten.

Başbakan''ın, kendi sözlerinin politik değerini (sonuçlarını) takdir etmekten aciz olduğu düşünülebilir mi? Çoklarınca zannedildiği üzere, gerçekten de aklına geldiği gibi konuştuğu varsayılabilir mi?

Hiç sanmıyorum.

''Ucube'' yargısı, ne yazık ki politik bir yargıdır; ve sonuçları da ister istemez politik olacaktır.

Yanlış olan, bu politik yargının estetik ispatına kalkışılması.

* * *

Erdoğan''ın açıklamalarının şu yönü nedense gözardı edildi:

- “Kaldı ki Kars halkı da hizmet bekliyor. Alt yapı, üst yapı bekliyor. 1 milyon 200 bini o heykele harcadı. Halk onu yeniden başkan seçmedi. Ben halkımın iradesine ve tasarrufuna katılıyorum. Halk da bunu bekliyor.”

İşte bütün tartışmanın özü bu:

- “Halk da bunu bekliyor.”

Bu mudur?

Evet, budur: halkın beklentisi.

Seçimler de yaklaşıyor nasıl olsa.

Eh bir de daha önceden -bir anket aracılığıyla- halkın hissiyatı öngörüldüyse, Başbakan''ın bu çıkışının politik avantajlarını görmemek için pek safdil olmak gerekir.

Gücünü halktan alan bir politikacının halkın beklentilerini aydınların tepkilerine tercih edeceğinde kuşku yoktur. Çünkü aydınların beklentilerini değil, halkın beklentilerini tatmin ettiği için oradadır.

“İşte çağdaş Türkiye!” diye haykıran Cumhurbaşkanı''nın tatmin etmek zorunda olduğu beklentilerin sahibi halk değil, memnun etmek zorunda olduğu askerler ve bürokratlardı.

Her iki tarafın da yargısını, kazanmayı veya kaybetmeyi göze aldıkları kitlelere göre değerlendirmeli.

Saf estetik olmaz çünkü!

* * *

Kaybetmek deyince, Ali Saydam''ın, bir iletişim bilgesinin yeni çıkan kitabını hatırlamamak olur mu?

“Eş ve Müşteri Nasıl Kaybedilir?” (Remzi Kitabevi).

Yaratılış sancılarının tanığıyım. Tipik sehl-i mümtenî türünde bir metin.

Yani tamıtamına yinelenmesi imkânsız sadelik! Yorulmadan okunabilir ama yorulmadan anlaşılamaz.

Bir örnek mi istiyorsunuz, buyurun:

- “Ebru demek, insanın kendi dünya görüşünü karşısındakine dikte etmemesi demektir. Çoksesliliği, çok renkliliği içine sindirebilmek demektir. Ve en önemlisi ebru demek, dünya görüşü nedeniyle ''müşteri ayrımı'' yapmamak demektir.”

Ne kadar sade değil mi? Bu kadarını ben de söylerim dedirtecek kadar sade...

Yinelenmesi imkânsız sadelik bu işte.

Gözü satıraralarına dikmeli bu yüzden, sonra alış-veriş dünyasında, değiş-tokuş âleminde bakıp aramalı “reddin reddi”ni, “terkin terki”ni, kısaca “kendini inkâr”ın saklı hikmetini...

Kısacası ey talib, kendini kaybeden kaybeder!

13 yıl önce
Siyasal estetik
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı