Şimdi olsa böyle bir soruyu iki nedenle asla sormazdım. Bunlardan birincisi demokrasiye, hak ve özgürlüklere ilişkin bakışımda “derinleşme” olduğunu sandığım (ki inşallah öyledir) değişmedir. Kimsenin, hiçbir grubun, topluluğun hayatlarına, hele de mahrem belledikleri alanlara destursuzca girmeye hakkım olmadığını yaşarak öğrendim. Belki teorik olarak hepimiz bunu biliyoruz; insanların hürriyetlerine saygı göstermenin lüzumuna, başkalarını rahatsız etmedikçe herkesin kendi hayatına dilediği biçimde çekidüzen verme hakkı olduğuna inanıyoruz ama buna rağmen onların bu haklarını çokça ihlal ediyoruz. Bu soru, açıkça hak ihlaliydi. Orada bulunan topluluğu, beni zarif bir biçimde davet eden ve dinleme nezaketinde bulunan insanları rahatsız etmeye hakkım yoktu. Öyle patavatsızca bir soruyla kendime alan açmaya çalışacağıma, onları bir gün de manevi toplulukların dinamikleri ve işleyişleri üzerine sohbet etmek için iknaya çabalayabilirdim.
Lafı bu kadar dolandırdım, çünkü şimdi yine tam da aynı konuda söz almak istiyorum. Müslüman toplumlar ve onlardan birisi olan toplumumuz, insanımız, kendine özgü bir gerçeklik içinde yaşayıp gidiyorlar. Buradaki gerçekliği anlayabilmek için burayı derinlemesine kavramaya matuf bir bakış ve bilgi türü gerekiyor. Bütün bunları anladık, amenna. Ama burada da bireysel psikolojiler gibi topluluk psikolojileri de hasarlanıyor. Nasıl elimizdeki modern psikiyatrik bilgiyle tek tek insanımızdaki hastalıkları teşhis edip tedaviye çalışıyorsak ve topluluklardaki sağlıksız olduğunu sandığımız halleri tespit edip uyarmak görevimiz var. Elbette kimse bir topluluğa psikiyatrik bir teşhis koyup tedavi etmeye kalkamaz, kalkmamalı. Modern psikiyatrinin kendisi de asla bu iddiada değil. Ama toplum sağlığına yarayışlı olacak bilgiyi paylaşma mesuliyetimizi de görmezden gelemeyiz. Usulü dairesinde manevi topluluklardaki psikolojik sağlık meselesini ele almalıyız.
twitter.com/erolgoka