|
Fotoğraf, kaset, yeni mahremiyet alanları ve ihlalleri...
I-

Her seçim döneminde ortaya atılan “filanın kasedi var” söylemine esasında her birimizin aktif ya da pasif destek vermekte olduğumuz gerçeği ile yüzleşelim mi?

Siyasiler tıpkı sahne sanatçıları gibi fotoğraflar üzerinden “hayran” toplamaya çalışırken, son yıllarda derin mekanizmalar da siyasileri iddiaları üzerinden vurmaya kalkıyor.

Fakat bu sapkın vuruş Sayın Meral Akşener'i hedef alınca silah ters tepti ve bu seçimlerin erken galibi önce Türkiye sonra Merak Akşener oldu.

Neden Türkiye oldu?

Her kesim iftira kampanyasına kendi durduğu yerden DUR dedi. Bu Türkiye'nin kazancıdır.

Fakat keşke daha önce dur diyebilseydik. Ülkenin Başbakan'ının kasetleri yayınlanırken mesela Türkiye'nin önümüzdeki günlerde en büyük sınavının mahremiyet ihlali üzerinden işleneceğini dert edinebilseydik.

Bu satırların yazarı mahremiyet ihlaline katkı sunmaktan korktuğu için şimdiye kadar piyasaya sürülmüş ya da sürüleceği iddia edilen hiçbir kaset ile ilgilenmemiş tek bir ses kaydını dinlememiştir.


II-

Derin yapıların “görüntü” üzerinden denetleme oyununu anlamak ve bozmak için fotoğraf üzerinden gerçekleşen sancılı ilişkimize odaklanmamız gerekiyor.

Sosyal medyada siyasileri takip ediyorsanız onların fotoğraf paylaşımları yüzünden takip sayfanızın fotoğraflarla dolduğunu şaşırarak görürsünüz.

Vekiller, Bakanlar, gittikleri-gördükleri yerlerde, makamına kabul ettikleri ya da makamında ziyaret ettikleri kişiler ile objektiflere bakarak çektirdikleri fotoğrafları paylaşıyorlar. Yüzlerinde bir halkla ilişkiler gülümsemesi, bir mutluluk, bir hafiflik. Sanki tek işleri resim vermekmiş ve fakat tek eksiklikleri bu işi de ne kadar güzel yaptıklarına bir türlü bizi ikna edememeleriymiş gibi. Bu durumda bize düşen, nazarımıza sunulmuş her pozu beğenmek, rt edip favorilere eklemek.

Siyasiler ve sanatçılar, sporcular, yazarlar kazandıkları takipçi sayısı üzerinden “başarılı” oldukları konusunda inanmış ya da bir şekilde inandırılmışlar diyelim. Yaptıkları işin bir yüzü kitleye bakıyor ve onlar da kitlenin beklentisi olan seyredilerek denetleme/denetlenme işini profesyonelce yönetmek durumunda.

Sormamız gereken soru şu: Hayatımıza giren her teknoloji, içinde yaşadığımız hayatın bir yönünü değiştiriyor. Her teknolojik yeniliği zaruret miktarı ölçüsünü aşarak kullanmaya kalktığımızda ortaya çıkan bozulma ve yozlaşmanın mesuliyetini almaya razı mıyız?

Sorduğum sorunun anlaşılamayacağının farkında olarak yine de soruyorum. BİR yanıyla erken, diğer yanıyla fazla gecikmiş bir soru olduğunu bilerek soruyorum. Erken çünkü yaşadığımız hayatın değişen yüzünü tasvir etme noktasına henüz gelemedik. Oldukça geç, çünkü tasvir edemediğimiz hayatın sorunları ile başa çıkamayacak noktaya geldik.

Yaşadığımız hayatı tasvir etmek çok mu zor?

Tasviri yapmak zor değil, lakin o tasviri paylaşacak kitleye ulaşmak imkansızın bahçesinde saklı duran bir ağaç.

Mesela kamuya açık bir platformda yaşadığımız hayatı tasvir edecek olsak dinleyicilerden gelen ilk tepki “tamam tamam bunları zaten biliyoruz, sen bize esas ne yapacağımızı söyle.”

“Sen bize esas ne yapacağımızı söyle!”

Temel sıkıntımız budur. Durumu kavramayı reddederek birinin bize ne yapacağımızı söylemesini beklemek.

Çocukluğumda okul bahçesinde oynadığımız bir oyun vardı: Benim bir bebeğim var, otur dersem oturur, kalk dersem kalkar, üzül dersem üzülür, süzül dersem süzülür. Bu saçma oyunu sadece okul bahçesinde oynadığımızı okul dışında asla oynamadığımızı hatırlıyorum.

Fakat davranış kodu olarak hepimizin içine yerleşmiş bir oyun olduğunu yaşım ilerledikçe şaşırarak görüyorum.

Teknoloji üretenler ürettikleri teknoloji ile gayet mesafeli bir ilişki yürütürken –silikon vadisi çalışanlarının ilkokulda okuyan çocuklarının eline asla tablet ve cep telefonu vermemesi gibi-teknolojinin sadece tüketicisi olabilen bizler teknolojinin elinde komut bekleyen bebeğe dönüşüyoruz. Üzül derse üzülüyor, süzül derse süzülüyoruz.


III-

Teknolojinin bütün davranışlarımızı değiştirdiğini, mahremin sınırlarını iptal ettiğini her vesile söyler hatta bundan şikayet ederiz.

Mahrem ihlaline destek verdiğimizi ise asla kabul etmeyiz.

Mesela bir vekil, yaşlı bir yakınının başında fotoğraf çektirmiş. Fotoğraf ile birlikte tivitlediği cümle şu: “Hacı dedemizi ziyaret ettik. Hayır duasını da aldık.”

Bu tivit eskilerin riya bahsi dediği bahse girer mi?

Girer.

Fakat söz konusu vekile riyakar diyebilir miyiz? Hayır. Çünkü kullandığı teknolojinin tuzağında bu eylemi yapıyor.

Temel meselemiz şudur: Kadim kavramların günümüze düşen gölgesi hakkında idrakimiz giderek zayıflıyor.


IV-

Kimin kaseti çıkarsa çıksın hep beraber tepkimizi ortaya koymak zorundayız.

Eğer tepkimizi çok net ve kesin bir şekilde ortaya koymaz isek cumhuriyetimizin adı korku cumhuriyeti olur.

Sadece siyasiler değil, herkesin herkes hakkında iddia edebileceği “kasetli günler” gelebilir.

Eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmek istemem ama hepimizin gerçek görüntüleri kurgusal olanla montajlanarak şantaj malzemesi haline getirilebilir.

Bununla mücadele edebilmek için çok ciddi cezai müeyyidelerin uygulanması gerekiyor.


V-

Bu yazıyı, şimdiye kadar hiçbir siyasinin, ünlünün sesli ya da görüntülü kasedini dinlemek ya da görmek üzere bir enerji harcamamış olanlar anlayacaktır.

Rahmetli büyükannem birini uygunsuz vaziyette görürsen ilk önce gözünü ovuşturacaksın. Sonra da hiç görmemiş gibi geçip gideceksin derdi. Eskilerin mahremiyet anlayışı böyle idi. Dolayısıyla hadi kaset varsa çıkarsınlar da görelim söylemi cesur bir söylem değil, “derin”dekileri cesaretlendirici bir söylemdir.
#Meral Akşener
#kaset skandalları
#siyaset
#seçimler
9 yıl önce
Fotoğraf, kaset, yeni mahremiyet alanları ve ihlalleri...
Büyük dava adamı Cem Uzan
Eğer göründüğü gibi olsaydı
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…