|
Türkiye’nin alınganlık kodları...
Kimlikçi yaklaşımlarımızı, alınganlık kodlarımızı, kamusal mesafe tutturmakta zorlanışımızı Pazartesi günü bıraktığımız yerden konuşmaya devam edelim...

Pazartesi günü yayımlamış olduğum yazıya gelen tepkiler tam tahmin ettiğim gibi oldu.

Bazı okuyucularım yazacak pek çok şey varken onları değil de bunları yazarak sorumluluktan kaçtığımı, sosyal medya üzerinden eleştiri konusu yaparak pek de nazik olmayan bir üslup ile bendenize “hesap” sordu.

“Hesabımı” tek makama ödemekle mükellef olduğum için üzerime “borç” olarak çıkarılmış hususlarla ilgili değilim.

“Onu yazacağına esas bunu yazsana… Şu konuda niye susuyorsun?” diye başlayan ve sesinin frekansını gittikçe arttıran kişilere cevap vermiyorum. Çünkü bana soru yöneltme haklarının olduğunu düşünmüyorum. Soru yöneltme hakkı okuyucunundur ve ben okuyucumu kelimelerinden tanırım.

Yirmi yıldır Yeni Şafak'ta yazıyorum. Eğer bir defa bendenize şu konuda yazsanız telkininde bulunulmuş olsa idi, benden bu kadar diyerek yazılarıma son verirdim.

Profesyonel olarak yaptığım bir işte, işin sahipleri herhangi bir talepte bulunmaz iken kim olduğunu bile bilmediğim kişilerin; her gün, her saat görev hatırlatmasında bulunduğu, “üç maymunu” oynamakla suçladığı, “biz sizi vicdan sahibi bilirdik susmanızı anlayamıyoruz” serzenişlerini dikkate almadığım, cevap vermediğim gibi, vay bana neler diyorlar diye de yazılanları RT etmiyorum.

O halde şimdi bunları niye yazıyorum?

Pazartesi günü başlamış olduğum yazının ikinci safhasına geçiş yapmak için.

Akşener'e Türkiye'nin her kesimi destek vermekle beraber iki hususta itiraz var.

Birincisi kendisine atılan iftirayı hükümete havale etmesi. AK Parti yöneticilerine ait olduğu öne sürülerek ortaya atılmış olan ses kayıtlarının AK Parti'yi yıprattığını göz önünde bulunduracak olursak, Sayın Akşener'in Sayın Cumhurbaşkanı ile yaptığı görüşmeden bir netice çıkmadığı üzerinden serzenişte bulunmasını kamuoyu anlamakta zorluk çekiyor.

Esas meselemiz kasetlerin inşa edilmesi ve inşa edilmiş kasetlerin servise sunulacağı üzerinden dedikodu üretilmesi.

Daha önceki kaset tehditlerinde Türkiye başarılı bir sınav vermedi.

Neden veremedi?

Sosyal medyanın sadece pozitif yönleri üzerinden pazarlanmasını kabul ettiğimiz için...

Sosyal medyanın varlık alanına dair tasvir ve analizlerde bulunmaksızın, siyasetçisinden bilim insanına, sanatçısından mütefekkirine herkes kendini “sosyal medya” üzerinden var etme tuzağına düştü.

Niye tuzak?

Sosyal medya eylemlerini, “özne”nin eylemleri olarak değil “fail”in eylemleri olarak değerlendirme basireti göstermediğimiz sürece, korktuğumuz ne varsa başımıza gelme ihtimali var.

Sosyal medyada birisi kalkar Alevi kimlik ile Sünnilere sataşır. Başka birisi dindar bir kimlik üzerinden sağa sola hakaret edip küfreder. Sadece birkaç kişi pek çok kimlik altında “intikam tugayı” olarak görev yapıp Twitter üzerinden dehşet saçabilir. Sosyal medya yorumcularının pek çoğu özne değil, bir maskenin ardına sığınarak sosyal medya eylemi yapan failler sadece.

Meral Akşener ile konunun alakasını kuramayanlar için meseleyi kısaca özetlemeye çalışayım.

Meral Akşener, Star gazetesinde kendisi ile ilgili yanlış bir haber yapıldığını, yanlış haberin kendi itirazı üzerine düzeltildiğini, ancak Star gazetesinden alıntı yapan internet sitelerinin haberi düzeltmediğini ve bu haberin altına yazılmış yorumlarda ağıza alınmayacak ifadelerin olduğunu söyleyerek, gayri ahlaki davranış kodunu dindar profili üzerinden okuma hatasına düştü Taha Akyol'un programında.

Meselenin ahlaki boyutu burada başlıyor.

Bir sosyal bilimci olarak Meral Akşener'in sosyal medyanın virüs ve parazit üreten ortamını idrak etmiş olması gerekiyor. Fakat bu konuda Meral Akşener yalnız değil. Pek çok sosyal bilimci sosyal medyanın sağlıksız ortamını, kişilik bozukluğuna sahip şahıslar için güvenlikli bir yer sunmasını göz önünde bulundurmuyor.

Yazdığım yazılar bazen her kesimin hoşuna gidiyor, bazen de gözün üzerinde kaş vardır ve bazıları kaş yapayım derken göz çıkartıyor dediğim için satırlarım tepki üzerinden servis ediliyor (Dikkat ederseniz okunuyor demedim servis ediliyor dedim).

Gözün üzerinde kaş olduğu bilgisinin bize bir ufuk açmasını istiyorsak, kaş yapayım derken göz çıkarmamamız gerekiyor. Ne demek istiyorum? İslami kesim 1997 sonrası yozlaşmayı genellikle 28 Şubat üzerinden değerlendirmeyi tercih etti/ediyor. Oysa bu meselenin sadece bir boyutu. 28 Şubat ile Türkiye'nin internet devriminin aynı döneme geldiği bilgisini göz önünde bulundurmadığımızda, yozlaşma hikâyesinin kodlarını tam anlamı ile çözmemiz imkânsız hale gelir.

AK Parti iktidarı ile sosyal medyanın eş zamanlı doğduğu bilgisini göz ardı edersek gündelik hayatın değişen kodları üzerine sağlıklı analizlerde bulunamayız.

AK Parti iktidarı 2002'de başladı, Facebook 2004'te,Twitter 2006'da.

Talep kültürünü inşa edebilmemiz için eleştiriyi doğru yerde, doğru zamanda ve sahih bilgiler ile yapmamız gerekiyor.

Velhasıl kimliği belirsiz kişilerin kelimeler üzerinden yaylım ateşini değil, “özne” lerin eleştirisini, dayanışmasını, ya da nezaketi aşan ifadelerine yoğunlaşmamız gerekiyor.
#Facebook
#meral akşener
#ak parti
9 yıl önce
Türkiye’nin alınganlık kodları...
Kara dinlilerle milletin savaşı
Can Dündar'ı uyandıran ezan sesi
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar