|
Yozlaşma hikayesi olarak “edebi kamu”...

Dünya küreselleşip, tüketim kültürü sınır tanımaz çılgınlıkta ilerlerken edebiyatta da türlerin arasındaki keskin duvarların yıkılışına tanık oluyoruz.

Sadece hikaye ile romanın, anlatı ile şiirin sınırları birbirinin içine dahil olmakla kalmıyor, gerçek edebiyatçı ile edebiyatçı gibi olanın birbirine karıştırıldığı bir “piyasa” egemen oluyor. Üstelik tıpkı kötü paranın iyi parayı kovması gibi yazarımsılar, yazarları edebi kamunun dışına itiyor. Kitapların raf ömrü yakında sadece bir kaç saat olabilir.(Rafa çıkma şansı olmayan kitapların kederi başka bir yazının konusu olsun.)

Sennet, Sanayi İnkılabı’ndan sonra hızla göç alan şehirlerde bir kimlik sorununun ortaya çıkmasından bahisle, kimlik sorununun rol yapma ile aşılmaya çalışıldığına dikkat çeker. Daha önce asiller ve asil olmayanlar olarak toplum dikey bir bölümlenme içinde seyrederken, kişinin kimliği aile şeceresinden şekilleniyordu.

Şehirlerin yoğun göç alması ile birlikte karşıdan gelenin kim olduğu bilinemez olduğunda, tanınma rol üzerinden gerçekleşemeye başladı. Prenses ya da kontes olmak önemli değildi artık, prenses gibi davranmak, kontes gibi davranmak önemliydi.

Modern, post-modern dünyanın anahtar kelimesi olan GİBİ, edebiyata uyarlandığında ortaya satma paydasında eşitlenen “ürünler “ çıktı.

Habermas’ın “şatafatlı tüketim” dediği sanat eserinin krala sunulması ve kral tarafından takdir edilerek sanatçının ödüllendirilmesi monarşinin bitmesi ile tarihe karışmış; demokratikleşme sürecinde kişilerin ortak zevk ve ortak estetik paydasında buluştukları bir edebi kamu ortaya çıkmıştı.

Benzerini Osmanlı kahvelerinde de gördüğümüz Paris’in bulvar kahveleri, eserini göstermek isteyenler ile bir eseri değerlendirip takdir edecek görüşe ve beğeniye sahip olduğunu düşünen “okuyucu”ların buluştukları mekanlar idi.

Osmanlı toplumunda ilk örneklerini 16.Yüzyıl'da görmeye başladığımız kahvehanelerdeki estetik beğeni paydasında bir araya gelmişlik; Meşrutiyet sonrasında Türk Ocak’larında, Cumhuriyet döneminde ise Halk Evleri’nde devam etmişti.

1970’lerden itibaren edebi kamu büyük ölçüde klikleşerek daha ziyade dergi atmosferleri ile sınırlı kaldı.

24 Ocak kararları ile Türkiye’nin resmi olarak tüketim toplumunun eşiğinden geçmesi ile beraber; yazı, yazar, eser, edebi muhitten başka bir yerde varlık kazanmaya başladı. Artık yazarın kimliği ontolojik ya da ideolojik kimlik olarak değil popüler kimlik kodları üzerinden “değerli” ya da “değersiz” bulunmaya başladı.

Yazar olma ve yazma eylemi birbirinden koparılarak daha ziyade satmanın ve satışı arttırıcı bir unsur olarak yazarın yazma ile ilgili olan sahaların dışında görünür olması; yani eserini pazarlayacak performansa sahip olması ön plana geçti.

Kitle kültürünün yakıcı hakimiyeti, varlığını edebi ürünlerde de hissettirdiğinde yatırımın/emeğin üretmeye değil markaya harcanması neticesinde, kendisini başka bir alanda “markalaştırdığı “ vehmini yaşayanlar ürün/sunum yelpazelerine kitabı da koymaya başladı. Bu dönemi edebi kamunun markete teslim olduğu dönem olarak görmek mümkün.

Pop yıldızlarının kitapları ya da pop yıldızı kadar güzel/yakışıklı olanların kitaplarının vitrinlerde yerini almasıyla birlikte edebi kamu, edebiyatın magazinleşmesi sürecine bir müddet dayansa da sonunda teslim oldu.(Bkz.Bir zamanlar varlığını ideolojik duruşuna borçlu olan vakıfların vitrinlerini çok satan kitaplara teslim etmesi.)

Edebiyatın magazinleşmesi bahsinde medyanın katkılarına gelince... Herhangi bir türkücü /şarkıcının/artistin attığı sıradan bir adım her kanalda “haber değeri” olarak öne çıkarken, edebi kamu için önemli olması gereken edebiyat ödülleri haber bültenlerinde ya da gazete sayfalarında okuyucunun alımlayacağı bir netlikte sunulmuyor artık. Ne Sait Faik, ne Orhan Kemal, ne Behçet Necatigil, ne Ömer Seyfettin, ne Oğuz Atay ne TYB ödüllerini kazanmış olan yazar ve şairlerin haberi, “çemkirme programları”ndan kotarılmış videolar kadar “değerli” bulunmuyor maalesef.

(Kültür politikaları mı demiştik...)

#post-modern
#Habermas
#16.Yüzyıl
9 yıl önce
Yozlaşma hikayesi olarak “edebi kamu”...
Bu bir ‘köprü’ değildir
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…