|
Dağın ardında ne var?

Bütün bu beş para etmez adamlar, nasıl oluyorsa oluyor, bütün gün kendileriyle bizi meşgul ediyor, beş para etmeye ayıracağımız bütün vakitleri alıyorlar elimizden!

Sürekli ‘önemsiz’ olduklarını söyleyip durduğumuz şeyler, itiraf etmeyi hiç kabul etmesek de hayatımızın ‘vazgeçilmez’leri haline geldi, geliyor. Muhtemel ki, ‘önemli’ olanı düşünmekten hep bu yüzden vazgeçiyoruz.

Bir şeyin içinde ufacık da olsa bir kötülük varsa, o şey Allah için yapılmış olamaz.

Doğruluk çok sık kaybettiğimiz bir şey bizim; eğri bir çiviyi üstüne vura vura düzeltir gibi kendimizi hiç ara vermeden doğrultmaya çalışmamız gerekiyor.

“Mirasımızı hatırlama ve kadim bilgeliğe uyanık olma, yukarılara ve içeri bakma zamanıdır. Cevaplar zamandan bağımsız olarak hep orada, zamanın başlangıcının hatırasını taze tutan ilahi hediyede, üstümüzdeki ve en derin benliğimizdeki şeydedir. Tek yapmamız gereken doğru yöne bakmaktır” diyor Gai Eaton, yani merhum Hasan Abdulhakim...

“Neden hayat hikayeni yazmıyorsun?” diye sordular. “İki yanımdaki iki melek zaten yazıyor” dedi gülümseyerek.

Her sabah uyandığında güne, her gece yatarken geceye selam veriyordu.

Her vesileyle sağ elini kalbinin üstüne götüren insanlar, hakikatin yerini unutmaz.
Yerinden yavaşça doğruldu, “Gözüm seğiriyor, galiba bahar gelecek!” dedi ihtiyar kış.

Asfalt yol, bozkırın bir ucuna doğru uzayıp gidiyordu. Bozkır, oldum olası hep bir yara izi sandı onu.

“Sence şu dağın ardında ne var?” diye merakla sordu birinci ağaç. “Bilmedikleri şeyleri merak eden iki ağaç!” dedi ikincisi.

Bazen sonunu getiremeyeceğini çok iyi bildiği şarkıları söylemeye başlıyor, sonra mecburen günler boyunca nakaratlarında dönüp dönüp dönüp duruyordu.

Bazı insanlar yakasına rozet takıyor, bazıları da usulca rozetlerinin bir ucuna ilişiyor.

Çekirgeye “Bir sıçrarsın, iki sıçrarsın, üçüncüde...” diyecek oldum, “Hiç girme o hikayeye, çekirgelik böyle bir şey!” diyerek susturdu beni.

Her gün geçmek zorunda olduğumuz onlarca turnikede alarmı metal eşyalarımızın değil de, mesela samimiyetsizliğin, nezaketsizliğin ya da muhabbetsizliğin çaldırdığını bir düşünün! Evimizden çıkabilir miydik?

“Ciddiyetini takın!” diye sertçe uyardı biri, “Nerede çıkardığımı bulamıyorum!” diyebildi çaresizce diğeri.

Üstüne o kadar çok hikmetli aksesuar takıp takıştırmıştı ki, kim olduğunu bir türlü anlayamadık!

“Hep sığ sularda yüzeceksen” dedi meczup, “boşuna inci hayali kurma!”
#Hasan Abdulhakim
#Gökhan Özcan'ın yazıları
#yeni şafak köşe yazarları
9 yıl önce
Dağın ardında ne var?
Taş atsan yorulursun, acımaz suyun canı!
Kara dinlilerle milletin savaşı
New York Bitlis"e bakar
"Yahudi problematiğine" nasıl yaklaşmalı?
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1