|
Cehalet ve yoksulluk, tedîb ve infak
Bütün dertlerin kökeninde iki yoksunluk var: Hakikat bilgisi ve adalet yoksunluğu.

İnsanoğlu aya değil en uzak gezegenlere de seyahat etse, oralarda üs kursa, insan kopyalayıp bir örnek taburlar yetiştirse… yine de cahildir; tıpkı İslam öncesi müşrik Araplar gibi cahildir. Onların da cehaleti, kendi zamanlarında geçerli olan dünya bilgisi değildi, kendileri ve yaratıcıları hakkındaki koyu bilgisizlikti.

Hakikat bilgisine ulaşan orada kalamaz, Büyük Rehber’in izinde yürür ve nihayet hakikatin bir parçası olarak tahakkuk eder; yani hakka’l-yakine vasıl olur.

Bu cehaleti gidermenin yolu eğitimdir, bilge insan, çağdaş mütefekkir Seyyid Nakib Attas’ın ifadesiyle “te’dîb”dir. O bu kavramı şöyle açıyor:

“Eğitim tedrici olarak insana kazandırılan, yaratılış düzenindeki nesnelerin tam yerlerinin bilinmesi ve tasdikidir ki, bu da peşinden varlık ve oluş düzeninde Tanrı’nın tam yerinin bilinmesini ve bunun tasdikini getirecektir… Eğitim ameliyesinin bir merkezî kavramı daha vardır ki, diğer kavramlar anlamlarını sadece bu kavram üzerinde odaklanarak kazanırlar. Bu, bizzat kendi başına eğitimi ifade etmeye yeterli en uygun kavramdır… Bu temel kavram “edeb”dir. Edeb, bedenin, aklın ve ruhun disiplinidir; kişinin fiziki, aklî ve ruhî kapasite ve potansiyeline göre kendisinin tam (uygun) yerini bilmesini ve onu tasdik etmesini sağlayan bir disiplin.” (Modern Çağ ve İslami Düşünüşün Problemleri, s. 207).

Allah’ın akıl ve vahiy lütuflarıyla seçkin kullarına bildirdiği hakikati eğitim (te’dîb) yoluyla insanlara kazandırmasak dertlere çare bulamayız.

İkinci yoksunluk adalettir.

Adalet yalnızca mülkün değil, huzurun, asayişin, birliğin, kardeşçe bir arada yalşamanın da temelidir.

Hemcinslerinin kendisine hukukta, hayatta, paylaşmada adil davranmadığı kanaatini taşıyan insanların, adil olmayanlara karşı duyguları müspet ve ilişkileri dostane olmaz. İslam herkesin servette ve refahta eşit olması gibi insanın ve eşyanın tabiatına ters düşen bir teklif getirmiyor; bunun yerine herkesin, sıkıntıya düşmeden, kabiliyetine göre kendisini geliştirme imkanından mahrum kalmadan servetten ve refahtan pay alması gerektiğini söylüyor ve bunun için birçok tedbir alıyor, vesile icad etmiş bulunuyor.

Bakara suresinde bir âyet (195), servet sahiplerinin mali yükümlülüklerini yerine getirmemeleri halinde ne olacağına da işaret ediyor: “Allah yolunda harcama yapın; kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın, ayrıca iyilik (ihsan) edin, Allah iyilik edenleri sever”.

Müfessirler genellikle bu ayeti açıklarken “düşmanla savaş giderlerine katılın, savaşanların maddi ihtiyaçlarını karşılayın, aksi halde kendinizi tehlikeye atmış, mağlup olmanın yolunu açmış olursunuz” kabilinden sözler söylemişlerdir. Halbuki ayeti yalnızca savaş haline mahsus kılmak isabetli değildir. “Yoksullara yardım ve insanlara iyilik etmek” savaş ve barış hallerinde gereklidir; bu yapılmadığında yoksullarda servet düşmanlığı oluşmaya başlar ve fırsat elverdiğinde ihtiyaçlarını zorla almaya kalkışırlar ki, bunun adı gasıptır, anarşidir, ihtilaldir, kaostur, yani tehlikenin ta kendisidir.

“Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır” özdeyişini unutmamak, bazı hallerde kötülük yapana bile iyilikle karşılık vermek kardeşlik bağlarını güçlendirir, maddi ve manevi değerlerin -kime ait olursa olsun- ortak olduğu ve korunması gerektiği düşünce ve duygusuna hayat verir.

#cehalet
#hakikat
#bilgi
#islam
#din
9 yıl önce
Cehalet ve yoksulluk, tedîb ve infak
Haftanın ekonomik özeti ve beklentiler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü