|
Bir çabaya şahitlik etmek...
İbrahim Karagül'ün yazılarını okuyor musunuz? Ben okuyorum.

Bunlar, besin değeri yüksek yazılar. Sadece kafamızı değil, kalbimizi de çalıştırıyor. Bizi, dikkatle beraber, rikkat sahibi de yapıyor. Yeni ve yerli bir eda.

İbrahim Karagül, Yeni Şafak'ın dış haberler sayfasında ikinci veya üçüncü yazısını yazmıştı, yayınlamıştı. Kendisini tanımıyordum ve ismini de ilk kez duymuştum. Millî Gazete'deki köşemde, 'bu isme dikkat' diye kısa bir derkenar yazmıştım. On beş sene olmuş mudur? Belki de geçmiştir. Arşivime bakmam lazım.

O günden beri, yazılarını aksatmadan okuyorum diyebilirim.

Karagül'de ilk dikkatimi çeken, İslâm dünyasındaki gelişmelere 'dış haberler' gözüyle bakmamasıydı. Çünkü Bağdat ile Konya, Şam ile Sivas, Kudüs ile İstanbul, Üsküp ile Bursa, Erzurum ile Buhara arasında pek bir fark yoktu. Hepsi, ümmetin kadim şehirleriydi. Dokunaklı bir cümlenin kelimeleri, harfleri.

Okuyor ve görüyoruz. Kimi yazarlarda bilgi var, duygu yok. Bazıları ise tam tersi. Bir okuyucusu olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Karagül'de her ikisi de var. Ayrıca, cesaret.

Müslümanlar olarak, sıkıntılı bir devirden geçiyoruz. Bir cenderenin içindeyiz. Tehlike kapımızda değil, hanemizin içinde.

Yunus Emre, “Halkı bostan edinmiştir / Dilediğin üzer ölüm” der. Durumumuz tam olarak budur. Emperyalist güçler, İslâm dünyasını bostan gibi görmekte, diledikleri yeri bombalamakta, işgal etmekte ve istedikleri kimseyi öldürmektedirler. Direnenleri ise hemen terörist ilan ediyorlar. Son olarak, bizler uykudayken Gazze'ye bombalar yağdı. Bir şey yapabiliyor muyuz? Resmi açıklamalar ve birkaç yüz kişinin katıldığı protesto gösterileri.

Yanı sıra, Müslümanlar arasında yaşanan ve mezhep savaşına doğru giden affedilmez çirkinlikler.

Her fırsatta, “Allah kötüye fırsat vermesin” diye dua ederiz. İslâm dünyasındaki karmaşa ve kaos, maalesef, kötülere aradığı fırsatı vermiştir.

İslâm coğrafyasındaki bir diğer olumsuzluk ise yerli ve millî olanların hızla tasfiye edilmesidir. Bazen, bu tasfiye işinin, az veya çok, ülkemize de yansıdığını düşünmüyor değilim.

Yine, 'sıkışınca özgürlükçü, acıkınca toplumcu, zenginleşince serbest piyasacı, kendini gizlemesi gerekince millici' olanların sayısı sürekli artıyor. Denilir ki, aradan bir nice zaman geçmedikçe, insanın iç yüzü anlaşılmaz.

Bütün bu yazdıklarımız, uzak ve yakın olaylar / çağrışımlar, İbrahim Karagül'ün duruşunu özetler mahiyette. İlk günkü sahiciliğini korumak ve başladığı gibi bitirebilmek. Dert taşımak. Asıl mesele, bir davaya sahip olmak değil, bir davaya ait olmak. Vefa yokuşunu hiç şikâyet etmeden çıkmak.

Vefa, evvela, vatana, millete ve ümmete bağlılıktır. Yerli ve millî olmaktır. Çareyi dışarda değil, içerde aramaktır.

Karagül, çoğu zaman, bir basiret ve feraset örneği sergileyerek, tehdidi görüyor, tedbiri öneriyor. Dünkü yazısından: 'Bizler, rüzgârı tersine çevirecek bir güç, bir söylem, bir duruş, bir akıl geliştiremedik. Bu coğrafyanın aydınları, önderleri, edebiyatçıları, sanatçıları, o uğursuz, o bir yüzyılı kaplayabilecek kaos fırtınasının önünde duracak cesareti gösteremedi.' Doğru mudur? Kendi adıma cevaplayayım; maalesef doğrudur.

Karagül, mezhep çekişmesi üzerinden kurgulanan ve yaklaşmakta olan Mekke Savaşı'na karşı bizi uyarıyor. Daha önce defalarca yazdığı / yaptığı öngörüler karşısında, 'yok artık' denilmişti. İtiraf ediyorum; birkaç kez ben de bu tepkiyi vermiştim. Çoğunlukla haklı çıktığına şahitlik ettik, ki keşke etmeseydik. Uzağı görme ve gösterme yeteneği diyelim.

Artık iyice anlaşılmıştır ki, günü kurtarmak düşüncesi, bizi batırmaktan başka bir işe yaramıyor. Yeni bir gelecek inşa etmek ve bunun için de cesaretli adımlar atmak mecburiyetindeyiz.

Dünkü yazısından devam edersek; İbrahim Karagül, İslâm dünyasını saran karanlığı aydınlığa dönüştürebilmek için İstanbul Kriz Merkezi ve İstanbul Barış Merkezi'nin kurulmasını öneriyor. Mutlaka ciddiye alınması gereken bir teklif bu. 'Niçin İstanbul' sorusunun onlarca kıymetli ve kuvvetli cevabı var. Şu da bir gerçek: Ankara denilince insanların zihninde ve kalbinde iyi hatıralar canlanmıyor. Geniş bir coğrafya için söylüyoruz bunu.

Ankara ve İstanbul... Kafeste bir kanaryam var. Kuşu kafesten çıkarıyor ve odaya salıyorum. Bir an önce kafese geri dönmek istiyor. Çünkü kendisini ancak kafesin içinde güvende hissediyor. Daha dakika dolmadan, kafesine giriyor.

Bizler de biraz böyle değil miyiz? Ankara'nın, Anadolu'nun dışı, güvensiz bölge gibi. Nasıl yapmışlarsa yapmışlar, bunun böyle olduğuna bizi inandırmışlar.

İstanbul, işte o kafesin dışıdır. Bir şehirden çok daha fazlasıdır. Saraybosna'dan, Kırım'dan, Gazze'den, Kaşgar'dan başlar ve bitmez. Cennetmekân Necmettin Erbakan, İstanbul'un, özellikle batı dünyası için ne anlama geldiğini iyi bilenlerdendi. D-8'in kuruluşunun İstanbul'dan ilan edilme nedeni buydu. (İstanbul Deklarasyonu) Daimi sekretaryanın İstanbul'da olduğunu da hatırlatalım. Ak Parti hükümeti ise İstanbul'u finans merkezi yapmaya çalışıyor. Mühim fark.

Diyeceğim şudur: Sadece inançlı olmak yetmiyor, inandırıcı da olmak zorundayız.

İbrahim Karagül'ün çabasını ve zorlu yolculuğunu yazmak için masaya oturmuştum. Umarım hakkını verebilmişimdir.
#Karagül
#mezhep çekişmesi
#güvensiz bölge
#İbrahim Karagül
9 yıl önce
Bir çabaya şahitlik etmek...
Kara dinlilerle milletin savaşı
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…