|
Hepimiz tehlikedeyiz

Bugün Sarıkamış’la ilgili devam yazısı yazacaktım. Öyle duyurmuştum. Nasip değilmiş. İnşallah seneye diyelim.

İslâm âlemi olarak zor zamanlardan geçiyoruz. Hepimiz tehlikedeyiz. Yeni Dünya Düzeni, bizi topyekûn suçlu ilan etmek üzere.

Biliyoruz ki, yalanın dibi deliktir. Doğru ortaya çıktığında ise iş işten geçmiş oluyor. Bakınız; Irak’ın elindeki kimyasal silahlar. Şimdi, böyle bir ülkenin varlığından söz edebiliyor muyuz? Orada kaç insanın öldüğünü yahut vatanından ayrılmak zorunda kaldığını bile bilemiyoruz. Sayısız acı.

Buna benzer yakın örnekleri çoğaltabiliriz. Birçok İslâm beldesinde neler yaşandı, o yakın ve uzak hapishanelerde ne oldu? Yayınlanamayacak görüntüler, yazılamayacak durumlar. Müslümanların izzetiyle oynamalar. Bütün bunları kim yaptı? Elbette, ‘bu bir haçlı seferidir’ diyen zihniyet.

Orta Afrika’da hıristiyan milisler, Fransız askerlerinin gözetimi altında, Müslüman sivilleri katletmedi mi? Tıpkı Srebrenitsa’da olduğu gibi. Orada da Hollandalı askerler vardı ve sonrasında, hükümetlerinden madalya aldılar. ‘Acıya saygı duymak’ mı demiştiniz?

Sudan sebeplerle Libyalı Müslümanları ilk bombalayan hangi ülkenin uçaklarıydı? Kendileri pekala Müslümanları öldürebilirler. Bu, asla bir sorun yahut kabahat değildir. Altı üstü, Müslüman işte. Ne olmuş ki?

Basit bir soru: Bosna’daki savaşa ne zaman müdahale ettiler? Dengeler, Boşnakların lehine değiştiği zaman. Evet, çok basit.

Batı, bir senaryodur. Tarihleri, yalan ve iki yüzlülük üzerine kuruludur. Sadece halkların maddi varlıklarını değil, insanların duygularını da sömürürler.

Milyonlarca insanın katledilmesini göstermez, fakat bir kişinin ölümünü manşete taşırlar.

Size düşmanlık yapanı, dostunuz olarak takdim ederler. Bir örnek verelim: Anzaklar. Bunlar, binlerce kilometre öteden vatanınızı işgal etmek için gelmişlerdir. İnanılmaz bir acımasızlık sergilemişlerdir. (Ayrıntılı bilgi için: Ellis Bartlett, Çanakkale Gerçeği, Yeditepe Yayınevi) Giderken, hatıra olarak, dedelerinizin kafa taslarını, kulaklarını yanlarına almışlardır. Ama olsun. Ne kadar romantik, sevimli insanlar değil mi? Öyle. (Bir zihniyet değişiminin sizi getirdiği yer.)

***

Endülüs’ün akıbetini öğrenmeden, Afrika ve Amerika topraklarında nelerin yaşandığını bilmeden, Balkanları iyice okumadan, günümüz Avrupa’sını çözebilir miyiz? Onları anlayabilir miyiz? Hayır.

Tarih, size her şeyi söyler. Milletleri yeniden ve gerçekten tanıtır.

1897 yılındaki Türk-Yunan Harbi’ni tartışmasız bir şekilde kazanan ülke, batılı devletlerin araya girmesiyle, kaybeden taraf olmuştur. Bu galibiyet, Girit’in elden çıkmasıyla sonuçlanmıştır. (1898)

Yunan işgal kuvvetleri, Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’nun dörtte birini yakıp yıkmışlardır. Büyük kıyımın izleri, Bilecik gibi illerimizde hâlâ görülebilir. Gittim, gördüm. Peki, savaş tazminatı olarak bize ne vermişlerdir? Kendi toprağımız olan Karaağaç’ı.

Balkan Harbi sırasında, Avrupa’da yayın yapan gazeteler, Sırp, Bulgar ve Yunanlıların Müslümanlara yaptığı mezalimi neredeyse hiç görmemiştir. Buna karşılık, Türklerin yapmadığını ‘yaptı’ diye göstermişlerdir.

Kitapsız gitmeyelim: “Rus (ve Avrupa) basını, Türklere yapılan kıyımları bir sessizlik komplosuyla yok sayarken; Türklerin hıristiyanlara yaptıkları kıyımlara ilişkin sansasyonel haberler yayınlayıp yaygara koparmaktaydı.” (Bir Asır Sonra Balkan Savaşları, sayfa 212) Kısaltıp aldığımız cümlenin sahibi, savaşa bir gazeteci olarak katılan Leon Troçki’dir.

Bu alıntıyı yapmıştık, yine yapalım. Said Halim Paşa, Birinci Cihan Harbi’ne neden ve nasıl girdik sorusunu cevaplıyor: “Sulh zamanlarında bile Osmanlı bütünlüğüne ve istiklâline en öldürücü darbeleri vurmuş olanların, hele bir de savaştan zaferle çıktıktan sonra, verdikleri sözlere riayetlerinin daha öncekilerden başka türlü olacağına nasıl inanabilirdik? Geçmişte olanlar, gelecek için tatlı hayaller beslememize imkân bırakmıyordu.” (Buhranlarımız, sayfa 273) Diyor ki, bunlar yalancıdır. Bunların sözlerine ve işlerine güven olmaz.

İşte o işlerden biri: Fransa, Adana ilimizin işgali sırasında, Ermenilerden oluşan gönüllü birlikleri de kullanmıştır. (1919) Bunun ne anlama geldiğini anlayabilmemiz için, mutlaka Adana Olayları’nı bilmemiz gerekir. (1909)

Son bir örnek: Birinci Dünya Savaşı’ndayız. 1918. Türkler, birçok cephede savaşı kaybetmesine rağmen, Kafkaslarda ilerlemektedir. Bakü’de İngilizlerle, Gürcistan’da ise Almanlarla savaşılır.

Almanya kimdi? Müttefikimiz, dostumuz, güya kader arkadaşımız. (Nedense ABD’yi hatırladım.)

Türk ilerleyişi karşısında Almanya rahatsız olur, paniğe kapılır. Gerisini kitaptan okuyalım: “Almanlar, Türklerin Kafkasya’da ilerlemesini engellemek için yaratıcı bir şekilde kurnazlık yollarına başvurdular. (...) Alman ordusu, piyade bölüklerini deniz yoluyla Kırım’dan Gürcü limanı olan Poti’ye taşıdı. (...) Vehip Paşa’nın askerleri Tiflis’e giden ana yol üzerinde birleşik bir Alman-Gürcü kuvvetiyle çatışmaya girdiler. Türkler hücum ettiler ve çok sayıda esir aldılar...” (Edward Erickson, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu, sayfa 253.) Bu dört cümlenin bize söylediği yüzlerce şey var. Sadece birini yazalım: Dostlukları işte bu kadardır.

Bütün bunlar, millî hikâyemizden küçük parçalar. Batı mağduru birçok milletin böyle hikâyeleri var. Mesela Cezayir ve Libya halklarının Anadolu’daki Millî Mücadele’yi desteklemesini, sadece din dayanışmasıyla açıklayamayız.

***

Haklının ve haksızın birbirine karıştığı bir dünyada yaşıyoruz. İnsan haklarından en fazla söz edenler, en çok insan öldürenlerdir. Demokrasi diyenler, menfaatleri ve inançları söz konusu olduğu zaman, pekala darbecileri yahut terörist devletleri destekleyebiliyorlar.

İnsan hakları kapsamına girebilmeniz için, size yapılan fenalığın hak ihlali sayılabilmesi için, galiba, Müslüman olmamanız gerekiyor. Görüntü bu.

Bir batı vatandaşı ölünce, öldürülünce, açıklama için sıraya girenler, son yirmi dört saat içinde kaç tane Müslüman’ın öldürüldüğünü biliyorlar mı?

Merakımdan soruyorum: ‘Dünya’ dedikleri şey, Müslümanlar çoluk çocuk demeden katledilirken neden şoka girmiyor?

Elbette kimsenin ölmesini, öldürülmesini istemeyiz. İnsan hayatının önemine inanırız. Ölümleri yarıştırmak, acıları birbiriyle kıyaslamak gibi bir niyetimiz de yok. Böyle bir şeyin insanî olmayacağına inanırız. Şunu da iyi biliriz: Mizah ile sululuk, eleştiri ile düşmanlık, protesto ile saldırı, ayrı dünyaların kavramlarıdır.

İnsanların inançlarıyla alay etmek, değerlerini karalamaya çalışmak; ne mizahtır, ne eleştiri. Bu, tam manasıyla, düşmanlıktır, kötülüktür, tahriktir.

Bir de şu var: Avrupa ülkelerinde Müslümanların hem nüfusu, hem imkânı sürekli artıyor. Uzun vadeli olarak düşünülecekse, ki hep öyle yaparlar, bu, onlar adına ciddi bir tehlikedir. Karikatür çirkinliğiyle başlayan, camilerin yakılmasıyla devam eden bir cinnetin içindeler. Suçluları aramaya çıkmadan evvel, aynaya baksalar iyi olur.

Yazımızın başında, ‘hepimiz tehlikedeyiz’ demiştik. Çünkü son büyük taarruza hazırlanıyorlar.

#Sarıkamış
#Yeni Dünya
#Orta Afrika
#Bosna
9 yıl önce
Hepimiz tehlikedeyiz
İş hizmete kalırsa
Kara dinlilerle milletin savaşı
Zorunla modernlerin iman testi
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek