|
İmha ve ihya

Bazen ören yerlerini gezmeye giderim. O büyük hatıradan geriye kalan pişmiş toprak ve kemik parçaları arasında hep aynı gerçekle karşılaşırım: Fânilik.

Zaman yıkıcı, dünya geçici. Sadece canlıların değil, örneğin taşın bile bir ömrü var. Cami girişlerindeki mermerlerin nasıl eridiğine bir bakın. Rüzgârın sabırlı bir sanatkâr gibi neler yaptığına.

Tarihi eserler iki türlü yok oluyor: Kimi zamana direnemiyor; kimi de geçmişten yahut bir milletten, kültürden öç alma duygusuna.

Sözü uzatmayıp hemen konuya girelim.

Eyüp ilçesinde güzel ve dokunaklı bir sokak vardır: Nazperver Sokağı. Sırf bu sokaktan geçmek için yolumu uzattığım, fazladan yürüdüğüm çok olmuştur. Sokağı dokunaklı yapan, camisiydi. Nazperver Camii. Üçüncü Murat zamanının saraylılarından Nazperver Hatun tarafından yaptırılmış. (1591-92) Dede Mescidi olarak da biliniyor. Camiden günümüze, ancak minarenin temel taşları gelebilmişti. Binaların arasında kalan küçük bir boşluk. Cami, 1940 yılında tamamıyla yıkılmış. Arazisi yağmalanmış.

İşte bu camiyi 2008 yılında yeniden ayağa kaldırdılar. Şenlendirdiler. O vakit, bunu şöyle yazmıştım: “Nazperver vardı ya, ihya etmişler / Güneş vurmuş, düşün, öyle aydınlık.”

Bir başka şahitliğim ve özel merakım da Galata semtindeki Bereketzâde Ali Efendi Camii. Gerçi camiden geriye hiçbir iz kalmamıştı. Alan otopark olarak kullanılıyordu. Yine de uğruyor, bir selam veriyordum.

Bereketzâde Hacı Ali Bin Hasan, İstanbul’un fethinden sonra Galata’ya atanan ilk dizdar. Fatih Sultan Mehmet’in müezzini olduğu biliniyor.

Bereketzâde’nin birinci işi cami, medrese ve çeşmeden oluşan bir külliye yaptırmak oluyor. Dolayısıyla, sözünü ettiğimiz eser, Türklerin bu bölgede inşa ettiği ilk ibadethane. Cami ve medrese çevresinde hemen bir Müslüman / Türk mahallesi kuruluyor: Bereketzâde Mahallesi.

Yok edilen cami ve medrese hikâyelerinin çoğu / sonu hep aynı döneme çıkıyor: Kırklı, ellili yıllar. Yakın zaman olmasına rağmen, o yıllarda tam manasıyla neler yaşanmış, bilmiyoruz. Bildiğimiz, ecdad yadigârı birçok eserin imha edildiğidir.

Bereketzâde Ali Efendi Cami de aynı akıbeti yaşıyor, paylaşıyor: Metruk olduğu gerekçesiyle medresesiyle birlikte tamamen yıkılıyor. Haziresindeki mezarlar bile yok ediliyor. Dönem ve suçlular belli. (1948)

Uzun mücadeleler sonucunda, türlü engellemelere rağmen, otopark elde ediliyor ve cami inşaasına başlanıyor. Bu hayırlı işte mahalle sakinlerinin payı büyük. 2006 yılında başlayan kazı çalışmalarına, temellerin bulunuşuna, inşaatın ilerleyişine ve tamamlanışına şahitlik ettim. Bir ahbabımı, arkadaşımı görmeye gider gibi.

Bugün her iki camide de ezanlar okunuyor, namazlar kılınıyor. Endülüslü şairimiz ne güzel söylemiş: “Nur yüzlü ezan.”

Emek sahiplerinden Allah razı olsun.

***

İstanbul için söylersek, son yıllarda arama-kurtarma çalışmaları hızlanmış görünüyor. Bunu ‘beyaz haber’ olarak kabul edip duyurabiliriz. Kaçırılan veya kaybolan bir çocuğu bulmak gibi. Birkaç örnek verelim.

Eminönü bölgesinin Haliç kıyı şeridinde, yolun hemen kenarında, tek başına duran bir çeşme vardı. Biraz meraklanmış, küçük bir araştırmayla cansıkıcı bir bilgiye ulaşmıştım. Çeşmenin hemen arkasında, bir de cami bulunuyormuş: Kanuni devrinde Mimar Sinan tarafından inşa edilen Süleyman Subaşı Camii. (1571) Kırklı yıllara kadar sağlam ve ibadete açıkmış. Atatürk Köprüsü’nün yapımı sırasında, hiç gereği yokken, yıkılıp ortadan kaldırılıyor. Son yıllarda ayağa kaldırılan, yeniden hatırlanan, hayat verilen camilerimizden biri de bu.

Yolumuzu değiştirmeyip Bozdoğan Kemeri’ne doğru yürüyelim. Kemeri geçer geçmez, sağ taraftaki parkı göreceksiniz. Orada da bir çalışma gerçekleştiriliyor. Bir zamanlar çay bahçesi olan ve sıklıkla uğradığım yerde meğer Sultan İkinci Beyazıd’ın Haznedarbaşısı Firuz Ağa tarafından 1501 yılında yaptırılan bir mescit varmış. Mescidin üstünde çay içiyormuşuz. Yazıya başlamadan evvel tekrar gittim, yasak olmasına rağmen inşaat alanına girdim.

Kazı çalışmaları devam ediyor. Temeller, toprağın bir buçuk metre altında. Atatürk Bulvarı 1941 yılında trafiğe açıldığına göre, yetmiş küsur senede toprağın bu kadar yükselmesine imkân yok. Demek ki dolgu yapılmış. İstanbul Büyükşehir Belediyesi istikametinde yürürsek, Aya Polyeuktos Kilisesi’nin kalıntılarıyla karşılaşacağız. Yeraltı geçidi yapılırken ortaya çıkarılıyor. Hemen kurtarma kazılarına başlanıyor. Şimdi açık hava müzesi.

Ne acı. Caminin üstünü ört, kilisenin üstünü aç. Tamam, tarihi eser. Peki, beş yüz yıllık bir cami tarihsiz eser midir? Diyelim ki, talihsiz eser.

Hemen eve dönmeyelim, kayıp camilerden birini daha ziyaret edelim. İstanbul Valiliği’nin yirmi metre kadar karşısında, oda büyüklüğünde bir yeşil alan vardı. Özellikle yaz aylarında buraya çok sık uğruyordum. Meğer kayıp camilerimizden biri de buranın / çimenlerin altındaymış: Fatma Sultan Camii. Padişah Üçüncü Ahmed’in kerimesi, Damat İbrahim Paşa’nın refikası.

Temel araştırma kazısı Türk-İslâm Eserleri Müze Müdürlüğü tarafından gerçekleştiriliyor. İnşallah, ayağa kaldırılacak. Şu bilgiyi de paylaşalım: Aynı paftadaki İstanbul Deftardarlığı, Ahmed Ziyâeddin Gümüşhanevî Dergâhı’nın üzerine yapılmıştır. Bir bilgi daha: Prof. Dr. Semavi Eyice’nin bu cami ve dergâhla ilgili bir makalesi vardır: “1956-57 yıllarındaki ‘imar’ adı altında yapılan yıkımların birinde, Fatma Sultan Camii yanındaki bütün ek binalarla birlikte birkaç gün içinde yıkılıp hiçbir iz kalmamacasına ortadan kaldırılmıştır. Cami, birkaç gün içinde İstanbul topografyasından silinmiştir.”

***

Evet, kaybolmuş, yok edilmiş cami ve mescitlerin bir kısmı bulunuyor, tekrar ihya ediliyor. Bu, bizim için sevindirici bir gelişme. İşin üzücü tarafı ise şu: Bu camilerin arazileri yağmalanmış, yerlerine binalar dikilmiş. Bir ağacı tamamen budayıp sadece gövdesini bırakmak gibi. Ayağa kaldırılan camilerin bir kısmı maalesef böyle görünüyor. Bakınız: Fındıkzade Mescidi.

Son yıllarda yeniden yapılandırılan, projelendirilen cami ve mescitlerden birkaç tanesinin ismini de yazımızın sonuna ekleyelim. İsimlerin güzelliğine bir bakar mısınız? Emir Buhari Camii, Yayla Kamburu Mustafa Paşa Camii, Tarsus Mescidi, Helvacıbaşı İskender Ağa Camii, Piri Mehmet Paşa Mescidi, Baba Hasan Alemi Mescidi, Toklu Dede Mescidi, Çerağ Hamza Dede Mescidi, Hacı Timur Mescidi... Birkaç da medrese: Üçbaş Nurettin Hamza Medresesi, Benlizâde Medresesi, Şehzade Mehmet Medresesi, Tuti Abdullatif Medresesi... Mesela Emir Buhari Camii, 1942 yılında yıkılmış. Yayla Kamburu Mustafa Paşa Camii 1945’te yıkılıp parsellenmiş ve arsa haline getirilmiş. Baba Hasan Alemi Mescidi, 1956 yılında, hiçbir ilgisi olmadığı halde, yol açma çalışmaları sırasında yok edilmiştir. Türk-İslâm tarihi açısından önemli bir eserdir bu. Fatih Sultan Mehmed’in âlemdârı Hasan Baba tarafından 1460 yılında yaptırılmıştır. Devamında, “geçmişten öç alma duygusu”nun geçtiği cümleyi hatırlatmamız herhalde yeterli olur.

Yazımızı, şimdilik, bir soruyla bitirelim: Azınlık vakıflarına ait eserlerle, arazilerle ilgili en küçük ayrıntıyı bile haber yapanlar, bütün bu emekleri, güzellikleri neden görmezler?

#Nazperver Camii
#Galata
#Fatih Sultan Mehmet
9 yıl önce
İmha ve ihya
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi