|
İnsan insanın aynasıdır

Neredeyse her gün, hayatımızda yeni bir cephe açılıyor. Bizi meşgul eden şeylerin sayısı hızla artıyor. Dikkatimizi dağıtan. Aklımızı karıştıran. Kalbimizi yoran. Böyle bir ‘mücadelenin’ içinde, haliyle, insanı unutuyoruz. Dünyevî ihtiraslar, hırslar, arzu ve istekler yürüyüp gidiyor; incelikler, güzellikler, manevî derinlikler geride kalıyor. Kendini kaybetmek diyelim.

Halk otobüsünde duydum. Önümdeki koltukta oturan iki muhterem ihtiyar, usulca dertleşiyor. Biri, diğerine, harfi harfine şunu söyledi: “Her şey para olmuş, biz böyle görmedik.” Bu cümleyi / tespiti açabilir, can sıkıcı şeyler söyleyebiliriz. Gerek var mı? Bence yok.

Şahitliklerimizden biri de, son zamanlarda, yıllarda, birçok insanın gizli buzlanmaya maruz kaldığı yönünde. Belki tam olarak ifade edemiyorum. Ancak ‘gizli buzlanma’ diyebiliyorum. Görünürde sorun yok; her şey güzel, yol açık, emniyetli. Mütevazı, dert ve tevazu sahibi, dava ehli vs. Gördüklerinize inanarak yola çıkıyorsunuz. Sonuç? Öyle olmadığını anlamanız fazla vaktinizi almıyor. Kaza. Kader. Keder.

İlave edelim: Kendimizi aşırı önemsersek, havanın bile bize muhalefet ettiğine inanırız. Oysa o vazifesini yapmaktadır.

Çevremize, hayatımıza bir bakalım; ‘güzel ve gerçek’ diyebileceğimiz şeylerin ne kadar azaldığını göreceğiz. Mehmet Dinç, “kazanmak için mücadele etmek, kaybetmemek için kıymet bilmek lazımdır” diye yazmıştı. Kıymet verdiklerimiz neler? ‘Kıymetini bildiklerimiz’ şeklinde de sorulabilir. Bu soru, dürüst bir biçimde cevaplandığı takdirde, bizi, ziyan ettiklerimize götürür.

***

Her şey, hatta günler, yarım bir cumartesi gibi. Sadece işlerimizin değil, ilişkilerimizin de bereketi kalmadı. Normal ilişki / arkadaşlık kuramayan insanların sayısı hızla artıyor. Ancak birinin bozuştuğuyla yakınlaşan. Menfaat duygusu ve düşmanlık hissiyle hareket eden. İnsanları imkân olarak gören. İnanılmaz bir çabuklukla girdiği ortamın rengini alan. İki kişinin arası açıldığında, o arayı kapatmak yerine, uçuruma çevirmek için çabalayan. Öyle değil mi, ne kadar çoklar.

Tam da burada, aklıma, beraber yaşlanmanın berraklığı, tazeliği geliyor.

Beraber büyümek, yaşamak ve yaşlanmak diye bir şey vardır. ‘Güzel ve gerçek’ bahsine verilebilecek en iyi örneklerden biridir bu. Şimdi, şehirde, böyle midir? Uzağa gitmeden, hemen kendi hayatımıza bakalım. Beraber yaşayıp yaşlandığımız arkadaşlara, yoldaşlara sahip miyiz?

İnsan insanın aynasıdır. Aynamız kimlerden oluşuyor?

***

Peki, büyüklerimiz ne durumdalar?

Geçen gün, Hakan Arslanbenzer, camiamızın büyükleriyle ilgili dokunaklı cümleler kurdu. Yaralı olduğunu söyledi. Ortak duygular.

Peşinden gittiğimiz, itimat ettiğimiz büyüklerden geriye, birkaç istisna hariç, hep aynı şey kaldı: Hayal kırıklığı ve derin bir üzüntü.

Dava dedikleri, meğer kendi ikballeriymiş. Dertleri başkaymış. Bunu görmekte, anlamakta gecikmedik.

Unutmayalım ki, eczane ile cenaze aynı harflerden oluşur. Ecza ve ceza da öyle. Bunların benim için ne ifade ettiğini daha sonra söylerim. Sadece, Berhayat şiirinden ufak bir ipucu: ‘Büyük bildiğimiz değilmiş küçük.’

Demem o ki, insan, büyüklerden bir büyüklük bekliyor.

Evet, büyükler, bazı güzellikler gibi, hayatımızdan çekiliyorlar. Bununla beraber, muhitlerin yıkıldığı, yenilerinin ise kurulamadığı günlere geldik.

Bu ne demek? Meselenin yalnız bir kısmını yazayım: Yeni nesil, çoğunlukla, sokaksız, hayatsız, cemiyetsiz büyüyor. İnsanların arasında değil de, telefonun, televizyonun, bilgisayarın içinde. Bunun hayata ve edebiyata yansıması da pek iyi olmuyor. İşte burada, muhitlerin ve büyüklerin devreye girmesi gerekiyor. Onlar olmayınca, eksikler bir türlü tamam edilemiyor. Buna, ‘büyüksüz büyümek’ diyoruz.

Artık bitirelim: Erken kalkmakla sabah olmaz. Her şeyin bir vakti var. Bekleyelim bakalım.

#Mehmet Dinç
#Hakan Arslanbenzer
#Dünyevî ihtiraslar
9 years ago
İnsan insanın aynasıdır
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’