|
Oyunu bozmak zorundayız
Her ne kadar öyle değilmiş gibi davransak da, İslam dünyasında yaşanan çoğu sıkıntı, ülkemizi yakından ilgilendiriyor, etkiliyor. 6 / 7 Ekim Olayları, bunun yakıcı ve yıkıcı örneklerinden biriydi.

Son şahitliğimiz malum örgütün yaptığı saldırılar. Savcımızın şehit edilmesi ve emniyet müdürlüğüne baskın girişimi. Irak ve Suriye'de yaşanan iç savaşın mezhep çatışmasına dönüştüğü günlerde, bu saldırılar geldi. Devam edecekler gibi görünüyor.

Başımızı kaldırıp çevremize biraz bakalım: İlk kıblemizi düşman işgalinden kurtarmak için kurulduğu söylenen İran destekli Kudüs Tugayları, Irak'ta Sünnileri öldürüyor.

Lübnan'ı siyonistlerden korumak ve Filistin'i özgürlüğüne kavuşturmak iddiasındaki Şii örgüt, Suriye'de rejimle ortaklaşa Sünni katliamı yapıyor.

Gidişat bu kadar kesin ve keskinken, bizler ne durumdayız? Öyle bir ortamın içindeyiz ki, 'Sünni' dediğimiz andan itibaren mezhepçilik yapmakla suçlanıyoruz. Gerçi fark etmiyor, 'Şiiler' deyince de aynısı yaşanıyor.

Maaselef, Türk demek de böyle oldu yahut olmak üzere. Bu kelimeyi / kavramı kullanır kullanmaz, ırkçılık suçlamasıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. 'Psikolojik harp' diye herhalde buna diyorlar. Amaç, sizi susturmak ve hakkınızı aramanızı, hakikati dile getirmenizi engellemek.

Özetle, şöyle: İki farklı fikriyata mensup insan aynı fenalığı yapıyor. Onlardan biri eylemci oluyor, diğeri terörist.

Peki, genel olarak, İslâm âleminin durumu nasıl?

1100'lü yılların Anadolu, Irak, Suriye ve Filistin tarihini okurken, sıklıkla karşılaştığım manzaralardan biri de şuydu: Müslüman yönetimler, Haçlılardan kurtulmak için akitleşiyor, asker toplayıp sefere çıkıyorlar. Sonra yolda bir şeyler değişiyor. Antakya Prensliği, Kudüs Krallığı, Urfa veya Trablus Kontluğu'ndan biriyle, ikisiyle ittifak kurup başka bir Müslüman emirliğe, beyliğe saldırıyorlar. Sonuç; canından ve malından olan çok sayıda Müslüman. Yıkılan, yağmalanan kadim beldeler. İyice derinleşen intikam duygusu. Bu duygunun yaptırdığı nice kötülük, hainlik.

Birinci bin yıldan ikinci bin yıla geliyor ve vaziyetin pek değişmediğini görüyoruz.

***

Geçen gün, Edirnekapı Şehitliği'ni biraz gezdim. Bir kitabedeki şehit isimleri dikkatimi çekti ve hemen defterime yazdım: Listede, Halepli Yusuf oğlu Kasım ile Manisalı Osman oğlu Hüseyin, Halepli Ahmet oğlu Ali ile Erzurumlu Salih oğlu Muharrem alt alta yazılmışlardı.

Eve dönünce, Halep'le ilgili notlarımı karıştırmaya başladım.

Anadolu'da Türkmen Aşiretleri (Tufan Gündüz, Yeditepe Yayınevi) kitabında Halep Türkmenleri on beş kez geçiyor. Osmanlı kayıtlarındaki adıyla söylersek; Yörükân-ı Halep. Komşuları ise Yörükân-ı Maraş.

Pertev Naili Boratav'ın Az Gittik Uz Gittik kitabından bir sayfaya etiket yapıştırmışım. (Adam Yayınları, 1992) Telli Top masalının metni verildikten sonra, yayıldığı iller sıralanıyor: Ankara, İstanbul, Kocaeli ve Halep. (Sayfa 278) Birçok türküde, masalda ve tekerlemede böyledir bu. Mesela filanca türküye sadece iki / üç yerde rastlanmış, oralardan derlenmiştir. Birkaç küçük mahalli fark dışında, söylenen / anlatılan aynı şeydir. Diyelim ki Konya ve Halep. Sivas, Urfa ve Halep. Bazen birbirlerine yakın beldeler, bazen uzak. Bu yolculuğun ve akrabalığın ne anlama geldiğini elbette biliyoruz.

Hemen peşinden, Prof. Dr. Ali Sevim'in Suriye ve Selçuklular Tarihi isimli önemli eserinin Halep Selçuklu Melikliği bölümünü yeniden okuyorum.

Cemal Paşa'nın Halep'teki Türk birliklerini teftiş ederken çekilmiş bir fotoğrafını dolabımdan çıkarıp masamın üstüne koyuyorum. Büyük boy ve orijinal.

Tarih Boyunca Türk Şehitlikleri (İhsan Ilgar, Ekim 1968) kitabını tekrar elime alıyorum: “Halep ve civarında Birinci Dünya Harbi'nde yapılan savaşlarda 36. Tümen'in meydana getirdiği binlerce eri bağrında taşıyan şehitlikten bugün bir yüzbaşının mezar taşından başka hiçbir şey kalmamıştır. Yine, Fransız Manda yönetimi sırasında, 20. Kolordu'nun Halep ile Katıma arasında kurduğu şehitlik tamamen yok edilmiştir.” (Sayfa 67.)

Kilis ile Halep arasındaki mesafe altmış yedi kilometre. Buna karşılık, 'bitişik nizam' olan, adları çoğunlukla birlikte anılan Erzincan ile Erzurum arasındaki mesafe bunun üç katı: Yüz seksen dokuz.

Bu yakınlığa rağmen, Halep şehrini ülkemiz ve milletimizden uzaklaştıran neydi? Sorunun iki taraflı cevabı var: Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra oralarda yaşananlar ve Lozan'dan sonra buralarda olanlar. Halep birkaç yıl içinde, Pasifik Okyanusu'nda bir ada haline geldi.

Nihayetinde, İbn-i Haldun'un dediği gibi, “coğrafya kaderdir.” İnsan kaderinden kaçamaz, kurtulamaz. Kim ne derse desin, Halep, kaderimizin, dolayısıyla tarihimizin, kültürümüzün ve coğrafyamızın bir parçasıdır. Hiçbir şey olmamış, yaşanmamış gibi davranmak, ancak taşlara mahsustur.

***

Halep örneğini özellikle verdik. Fakat çoğaltabiliriz. Halep'in yerine başka beldeleri de koyabiliriz: Musul, Kerkük, Rakka, Kudüs. Sonuç değişmeyecektir.

İslâm dünyasını çökerten, emperyalist güçlerin sömürgesi haline getiren Büyük Harp'in yüzüncü yılında, haritalar yeniden çizilmek isteniyor. Oyunlar kuruluyor. Mezhep farklılıkları üzerinden fitne büyütülüyor. Sözgelimi, Amerika Birleşik Devletleri, Irak'ta Şiileri, Yemen'de Sünnileri destekliyor.

Yüz sene önce, bizi birbirimize yabancı kılmışlardı. (Halep örneği bu yüzden önemli.) Şimdi ise düşman haline getiriyorlar.

Türk milleti ve devleti olarak, hem oyuna gelmemek, hem de oyunu bozmak zorundayız.

“Bizim oralarda ne işimiz var” diye itiraz edenlere cevabımız şudur: “Biz zaten hep oralardaydık.”
#Oyunu bozmak zorundayız
9 yıl önce
Oyunu bozmak zorundayız
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti