|
Görmek, gezmek, dolaşmak, keşfetmek
Roma'da en güzel pizzayı, hiçbir turistik listede yukarılarda yer almayan ve pizzacıdaki İtalyanların bize neredeyse 'bunların burada ne işi var' diyerek baktıkları bir dükkânda yedik. Çünkü basit bir şey yapmış ve bir İtalyan amcaya 'sen pizzanı nerede yiyorsun amca' diye sormuştuk.

Dünyaca ünlü bir seyahat sitesinin 'İstanbul'un en çok beğenilen restoranları' listesini görmenizi isterim. 20 yıldır İstanbul'da yaşayan biri olarak İstanbul'u 'keşfeden' turistlerin puanlamaları ile oluşturulan bu listedeki ilk 10 mekânın hiçbirinde yemek yememişim. Çünkü listenin neredeyse tamamı, biz İstanbullular için 'turistik' deyip dikkate bile almadığımız restoranlardan oluşuyor.

'Yabancı turistleri sadece tarihi yarımadaya tıkıştırdığımız için bu sonuç normal' diyeceksiniz. Peki, restoranların altına 'çok lezzetli, parmaklarımı yedim' falan filan yazan Türk turistlere ne demeli?

Geçtik bir takım 'çok pahalı' seçenekleri… Hacı Abdullah'ın, Kanaat'in, Yanyalı Fehmi'nin olduğu bir şehirden söz ediyoruz yahu. Fakat artık yerli turistlerimiz bile oraları 'keşfetmek'ten yana değiller. Turizm endüstrisinin kendilerine 'keşfet' dedikleri yerlerle yetiniyorlar. Neredeyse askeri bir düzenekle emrediyor artık endüstri: 'Keşfedilecek, keşfet.'

Geçtiğimiz hafta sonu Gaziantep'teydim. Bize 'Gaziantep'in en meşhur kebapçısı' olarak sunulan yer hakkında taksiciye sordum: 'Abi, sen bir Antepli olarak gideceğimiz şu mekânda yemek yer misin?' Taksicinin cevabı net oldu: 'Ben abimi ya Halil Usta'ya ya Ciğerci Ali'ye bırakayım.'

Turist olmak artık lezzetsiz olana, sana endüstrinin 'işte bu güzel' diye sunduğuna razı olmak demek.

Bir örnek daha vereyim de derdim iyice anlaşılsın. 'Saraybosna'ya gittim, çok güzeldi' diyen insanlara şunları soruyorum genellikle: 'Vrelo Bosna'yı gördün mü; Çayciniztsa'da çay içtin mi; herhangi bir küçük camiye ya da tekkeye uğradın mı; dibek kahvesi aldın mı; merdivenlerden Saraybosna tepelerine çıktın mı?'

Bu sorulara aldığım cevaplar genellikle 'hayır' oluyor. E o zaman hangi Saraybosna'ya gittin sen muhterem? Hangi şehri dolaştın? Nereyi keşfettin? Zaten tamamı bir internet sitesi ya da bir turizm şirketi tarafından keşfedilmiş bir şehri arşınlamanın neresi keşif? Bir şehri bir paket programa tabii olarak 'keşfetmek' diye bir şey söz konusu olabilir mi?

Zaten belki de yaptığımız en vahim hata artık görmek, gezmek ya da dolaşmak için değil de sadece 'keşfetmek' için yolculuk etmemizdedir. Kendi deneyimini 'benzersiz' zanneden, hatta kendi deneyimini dünyadaki tek deneyim zanneden şişik egolu insana artık bir şehri yürümek, dolaşmak, gezmek yetmiyor belli ki. İçindeki İbn Batuta'yı, Marco Polo'yu, Evliya Çelebi'yi instagram marifetiyle diğer insanlarla paylaşamıyorsan orada olmanın ne önemi var ki? Gittiğin yeri daha önce görmüş hiç kimsenin olmadığını düşünmüyorsan orada olmanın ne önemi var ki? Gezmek, artık 'orada var olmak' için değil, orayı 'deneyimlemek' için yapılan bir eylem olduğundan gittiği yere bir daha gitmeyen, sürekli 'keşfetmek' için yaşayan insanlarız artık.

Hızlı okuma kursuna giden biri Suç ve Ceza'yı sadece 2 saatte okumuş. 'Roman nasıldı?' diye sormuşlar abimize. Abimiz duraksamadan cevap vermiş: 'Sanırım Rusya'da geçiyordu.'

Hızla bir mekânı tüketip diğerine geçen turistler için sanırım Kurt Vonnegut şöyle bir laf etmişti: 'Dünyada turistlerden daha çok tiksindiğim bir millet yok.'

Bence hiç de haksız değil.

Sen aşkı ne sanıyorsun sahi?

Kurt Vonnegut demişken, şu aralar üstadın Mavi Sakal'ını okuyorum. Bana kalırsa 20. yüzyıl Amerikan edebiyatının en önemli yazarlarından biri idi zat-ı şahaneleri. Kitaplarındaki evren oluşturma gücü, alayla karışık toplumsal tespitleri ve Amerikan sistemini yerle yeksan eden eleştirileri için büyük saygı duyduğum Vonnegut amca, Mavi Sakal'da da çok ilginç bir dünya oluşturmuş yine. Soyut dışavurumcu başarısız ressam Rabo Karabekian'ın kurmaca otobiyografisi olan Mavi Sakal, mütevazı bir başyapıt.

Kitaptan şu paragrafa dikkat kesilelim:

'Bir gün şehirde yürürken 'insanlar bizi iki âşık zannediyorlar' dedim ona.

'Haklılar' dedi.

'Ne demek istediğimi anladın herhalde' dedim.

'Sen aşkı ne sanıyorsun sahi?' diye sordu.

'Galiba bilmiyorum' dedim.

'En iyi kısmını biliyorsun aslında' dedi. 'Böyle sokaklarda dolaşmak ve gördüğün her şeyden keyif almaktır. Eğer geri kalan kısmını kaçırdıysan, senin için katiyen ağlamam.'







Sevgiliyle yan yana yürümek. Sevgilinin yanında olmaktan başkaca bir amaç taşımaksızın yürümek… Ne konuştuğundan bağımsız olarak sadece sevgilinin sesini duymaya ayarlanmak… Kulaklarınızı tüm gürültülerine kapayıp gözlerinizi âlemin bütün seslerine açmak… Ve böylece, yürümenin aslında gerçek aşkın ta kendisi olduğunu fark etmek…

Burada dikkat isterim. 'Yürümekten başka her eylemin adı kaçış, kaçış, kaçıştır' diyordu İlhami Çiçek. Böylece, bu dünyadaki varlığımızın zaferle değil seferle kayıtlı olduğuna muazzam bir gönderme yapıyordu. Zaferi -yani vuslatı- isteyen âşık, seferi -yani yürümeyi- önemsemediğinde kaybetmeye mahkûmdur. Ne ki her seferin sonunun zafer olması gerektiğini düşünmek de insanı bir zaferpereste dönüştürür. O yüzden âşığın vazifesi usul usul yürümektir. Zafer olursa ne ala, yenilgi olursa amenna…

İnsanın dünyadaki varlığını 'iki durak arasında yolculuktur' cümlesiyle tanımlayan mutasavvıfların yaptığı 'yolculuk' vurgusu tam da bu yüzden önemlidir.

Hadi biraz daha deşelim bunu. Tasavvufta seyr-i suluk amaç değil sonuçtur. Kişi mürit olmaya azmeder de yürüyedurursa seyr-i suluk zaten tamam olur bir noktada. Lakin seyr-i suluk için, seyr-i suluku araçsallaştırarak yürümeye başlarsan hedefe asla ulaşamazsın. Çünkü nefs denen mahlûkun esiri olup gitmişsin demektir.

'Her ne olursa olsun zafer benim olmalı' diyen başarı düşkünlerinin sıklıkla düştüğü hata 'madem ki amaç zaferdir, her yol mubahtır' diyerek helak olup gitmektir. Bunda düşünenler için çok ibret vardır.

Bir sivil toplum modeli: İmece

Gaziantep'te karşılaştım İmece'cilerle. 40 kadar insan bir araya gelip kendi aralarında topladıkları aidatlarla bir güzel kültür evi oluşturmuşlar. Bir de dernek kurmuşlar.

Bu kültür evinde okumalar, konferanslar, buluşmalar düzenleniyor. Çoğu Gaziantep Üniversitesi'nin öğrencisi olan bu gençler, 'düşünme eylemi' denilen şeyin hasını gerçekleştiriyorlar. Yüzlerce gence ulaşmışlar. Onlarca etkinlik düzenlemişler şimdiye dek.

Gençlerden biri anlatıyor: 'Ağabey, istiyoruz ki sokak çocuklarına dokunalım. Çöp toplayıcıların sorunlarıyla ilgilenelim. Mülteciler için bir şeyler yapalım. Dünyayı kurtarmaksa, dünyayı bunlarla kurtarmak istiyoruz.'

Tuhaf bulduğum şeyler de anlattılar ne yazık ki. 'Bağımsızlıklarına son derece düşkün' bu genç adamları 'tehlikeli' bulan bir takım oluşumlardan söz ettiler. Bazı cemaatler, yurtlarında kalan öğrencilere 'İmece'ye gitmeyi' yasaklamış mesela. Hem de şu meşhur replikle: 'Oraya gitmeyin, kafanız karışır.'







Bir öğrencinin bir kültür evine gidince kafasının karışacağını düşünen bu zavallılık biçimini ne yapacağız acaba? Yurdunda kalan öğrenciyi 'malı' zanneden ve çocukların tercihlerine, taleplerine saygı duymak yerine onlara durmadan yasaklar koyan bu çirkinliğin üstesinden nasıl geleceğiz acaba? Asıl problemin, yetiştirdiği delikanlının kafasını karışmaktan alıkoyamayacak bir pespayelik üretmek olduğunu bu abiler ne zaman anlayacak acaba?

'Cemaat olmayı', birbirinden hiçbir farkı olmayan odunları üst üste istiflemek zanneden bu adamlar ne zaman cemaat olmanın 'ağaç yetiştirmek' olduğunu anlayacaklar? Her ağacın kökünün, meyvesinin, dallarının, meyvelerinin birbirinden farklı olması gerektiğinin farkına ne zaman varacaklar? Bilmem kimin kitabını okuyor diye, bir derneğe gidiyor diye, bir kültür faaliyeti içerisinde diye yurtlarından, evlerinden attıkları çocuklarla mı geliştirecekler ağızlarına sakız ettikleri 'uhuvvet'i?

Aslanlar gibi bağımsız bir oluşum olan İmece, kimseden destek falan beklemiyor. Sadece birileri gölge etmesin yeter.

Allah İmece gibi oluşumların sayısını artırsın. Dayanışmanın, bağımsızlığın, farklılıkların öneminin farkında olan bu ve benzeri yapılar üretecek ne üretecekse. Gerisi lafı güzaf.
#istanbul
#turist
#Çayciniztsa
9 yıl önce
Görmek, gezmek, dolaşmak, keşfetmek
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset