|
Muhsin Namcu: Her zaman çok üzgünüm

Önce Avea’ya ve ‘kaç kişinin geldiğini değil, niteliğini çok önemsiyoruz bu konserlerin’ diyebilen Avea CEO’su Erkan Akdemir’e teşekkür etmem gerekiyor. Zira yaptıkları ‘Sıra Dışı Müzik Konserleri’ etkinliklerine Farid Farjad’dan Yasmin Levy’e, Haris Alexiou’dan Niyaz’a, Susana Baca’dan Mostar Sevdah Reunion’a değin pek çok önemli müzisyeni ve grubu ağırlamak az bir iş değil. Üstelik ‘niceliğin egemenliğine’ karşı, rüzgara karşı bunu yapabilmek.

Bu şahane konserlerin yeni halkası Muhsin Namcu idi. Bizim Muhsin yani. Yaşıtım. Tartışmasız şekilde İran’ın son yıllarda ortaya çıkarttığı en önemli müzik adamı...

3 yıl oluyordur herhalde. Bir video paylaşım sitesinde Sareban isimli efsane şarkısını dinlediğimde kelimenin gerçek manasıyla çakılıp kalmıştım oturduğum koltuğa. Sonra Turanj’ı, Zolf Bar Baad’ı keşfettim. Shirin, Dela Didi, Yar Mera Gar Mera falan derken her şarkısını onlarca kez dinlediğim bir obsesyona dönüştü bende bu ufak tefek, çekingen adam. Hani herkesin hayatında bir ‘sonradan keşfettiği şarkı söyleyen adam’ olsa benimkisi Muhsin olurdu. O derece.

Ne yapıyordu Muhsin? Sadi, Mevlana, Hafız gibi klasik şiir ustalarının şiirlerini hiç ummadığımız, hiç beklemediğimiz bir yerden besteleyip hiç beklemediğimiz bir vokal tekniğiyle söylüyordu. Mesela Leonard Cohen’in bir bestesini bir Hafız şiirine giydirme başarısı gösteriyor ve bu şarkı bir ‘deneyselliğe’ değil, 5.00 yıllık İran müzik kültürünün içinde kendine mahsus bir yere ‘cuk diye’ oturuyordu. İran şiirini caza, bluesa, rocka açıyordu.

Dikkat isterim. Taklit değil Muhsin Namcu’nun yaptığı. Bir müzik geleneğini çeşitli başka müzik geleneklerine açma başarısı. Taklidin getireceği daralmışlık yerine yeni müzikal imkânları geleneğin içinden ihya etme başarısı. Yani bizim Türkiye’de genel olarak başaramadığımız bir şeyi gerçekleştiriyor Muhsin Namcu. Kendi kültürel birikimini deli gibi sahiplenip yeni imkânlara doğru yol alıyor.

Elbette hayatını da merak ettim bu enteresan adamın. Bulabildiklerim şunlardı: Afgan sınırına yakın küçük bir İran kentinde fakir bir ailenin çocuğu olarak geçen bir çocukluk ve gençlik dönemi. Ardından bütün ailenin ‘oğlumuz şarkıcı olacakmış, kıyamet yakın’ serzenişi. Aileye rağmen kardeşini destekleyen bir abi. Okulu bırakıp Tahran sokaklarında ‘ben bu işi bildiğim yolla yaparım arkadaş’ inadı. Tam 30 yaşındayken, yani 2006 yılında sonunda gelen başarı. Ve 2009 yılında Kur'an ayetlerini müzikal bir alt yapının üzerine okuma suçlamasıyla rejim tarafından 5 yıl hapse mahkûm edilişi... Sonuç. 2009 yılından beri ülkesine gidemeyen, Amerika’da gurbet hayatı yaşayan birinci sınıf bir müzisyen.

Burada bir duralım. Kur'an ayetlerini (asla manalarını bozacak şekilde değil) müzikal altyapının üzerine okumak günahtır muhtemelen. Suç mudur peki? Bilmem. 5 yıl hapsi hak eder mi, onu hiç bilmem. Bir fıkıhçıya sormak icap eder.

Muhsin Namcu ile İstanbul’da vereceği konser öncesinde bir yemekte buluştuk. Hiç şaşırmadım. Bu bizim Muhsin’di. Gülümsediği zaman gerçekten gülümseyen, suskunluk anlarında dalıp dalıp uzaklara giden bizim Muhsin. Onu ‘bizim’ hale getiren şeyin sadece yaptığı müzikle sınırlı olmadığını anlamak için sadece beş dakika aynı ortamda olmanız yeterli olacaktır.

Peki ne konuştuk? Doğrusu, o yemekte bulunan diğer gazeteci abilerimin ve dostlarımın haklarına girme pahasına aklımdaki her şeyi sordum. Hayır. Zolf Bar Baad’ın efsanevi klibini o yapmamış. Ve evet. Zolf Bar Baad’ın her dizesini ayrı bir sesle okumasının sebebi, ‘aşka aşık’ bir sürü karakterin ağzından sevgiliye hitap etmekmiş. Elbette şiiri çok seviyor, hatta Kaliforniya’daki bir üniversitede modern İran şiiri dersi veriyormuş. Ve hayır. En sevdiği modern İran şairi Furuğ ya da Sohrap Sipehri değil Nima Yooshij imiş. Bir de not: Sezen Aksu ile düet yapmak istiyor. ‘Yaşasaydı da Müslüm Baba ile de düet yapaydın’ demeyi geçirdim aklımdan.

Ülkesi ve siyaset hakkında net fikirleri var. Rejimi pek çok bakımdan eleştiriyor. Hatta zaman zaman bunu şarkılarına da yansıtmaktan çekinmiyor. Hamash Delam Mıgıre şarkısı, rejime olan bütün kırgınlığını anlattığı bir şarkı mesela. Şarkının Türkçesi şu: ‘Her zaman çok üzgünüm.’

Akşam boyunca her zaman çok üzgün olan bu adamın yüzüne baktım ve kendi kendime ‘bizde bundan niçin yok’ diye sordum. Ahmet Yesevi’ye, Yunus Emre’ye, Niyazi Mısri ya da Eşrefoğlu Rumi’ye Muhsin’in Mevlana’ya, Sadi’ye, Hafız’a yaptığını yapabilen bir tane müzisyenimiz niçin yok?

Sonra aklıma mini etek, papyon ve dekolteyi modernleşme sanan; TOKİ binalarını derin bir sessizlikle karşılayan ‘memleket vasatı’ geldi. Sorunun cevabını da böylece bulmuş oldum.

Ne diyordu (bu sefer gerçekten) Furuğ: ‘onlar bir yüreğin saflığını / kendileriyle masallar sarayına götürdüler’

#Avea
#Erkan Akdemir
#Muhsin Namcu
9 yıl önce
Muhsin Namcu: Her zaman çok üzgünüm
Biyografi ve monografi
Kendim ettin kendim buldun
Recep ayı, olanlar ve olmayanlar
Misafir öğrenciler gerçeği
Ne olacak bu anne babaların hali?